Savaşçı kaygısızdı, karanlık günlerin bu kadar yaklaştığı sırada bu kaygısızlık aptallık olarak
adlandırılmaya ne kadar da yakındı. Böyle de adlandırırlardı, fakat geçmiş göstermişti dostlarının
aptallık olarak adlandırdığı pek çok olayın sonu zaferle noktalanmıştı. Kaygısızlığıysa her kişinin
hem fikir olduğu bir konuydu, insanların aptallık demiyor olmaları onu anlamıyor olduklarını
düşünmeleriydi.
Yeşil çayırların gün doğumunda kanla parlayacağı günler çok yakın, savaşçı böyle bir günde
çıktı kale kapılarından, yanında ne kılıcı nede başka bir silahı olmaksızın çıktı kapılardan, elbet
pervasızlığın kırmızısı vardı yanında. Ben buradayım diye bağıran düşmanlarına her daim kendini
tanıtan kırmızı pelerine bu ismi vermişlerdi. Kale kapsından çıkışını izleyen dostları ona endişeyle
bakıyorlardı, onlarca savaşta onlara yol gösteren bu pelerin karanlık günlerin eşiğinde yalnız
yolculuğuna çıkmış ve şimdi tüm zamanlarda olduğundan çok daha korkutucu görünüyordu.
Kapıdan çıkan savaşçı atını son hızla güney doğuya sürdü, karanlığın yükseldiği yönde
ilerleyip çayırları aştı, artık kaleden görünmeyecek kadar ilerlemişti yine de atını dörtnala koşturmaya
devam etti, ormana ulaştığında ağaçların arasından olanca hızıyla geçti. Atı onlarca savaşta yanında
olmuştu, ormanı ayaklarının bastığı yeri savaşçıdan çok daha iyi tanıyordu, atının bu tecrübesi
olmasa yolculuğu çok daha uzun sürerdi, belki aylar alırdı, buna rağmen ve günde sadece birkaç saat
dinlenmelerine karşın bir haftaya yakın sürdü yolculukları, sonunda bir öğle vakti güneşin tepede
olduğu bir vakit olması gereken yere vardı.
Buraya gündüz gelmiş olduğuna memnun olmuştu, gece gelmeyi istemezdi, yinede aklında
bir söz belirdi. Her şey olması gereken zamanda vuku bulurdu, ne erken, ne geç. Bunu kimden
duyduğunu düşündü önce daha sonra belki henüz duymadım dedi kendine ve düşüncesinden sıyrıldı.
Ölümün yürüdüğü topraklardaydı, etrafını ir çürümüşlük kokusu kokudan da çok öyle bir
his sarmıştı, burada her ne oluyorsa öldürmekle kalmıyor ruhlarına dek yıpratıyor ve çürütüyordu
yaşayanları.
Bu çürümüşlüğün içinde iz sürmesi zor olmadı aradığını ölüm ve yaşamın sınırında bulacağına
emindi ve bu yanıldığı zamanlardan birisi değildi. Aklında korku yada çekingenlik yoktu, gördüğünün
güzel olduğunu düşünmek dışında arınmıştı aklı. “şaşırmamalı” diye düşündü “pek çok erkeğin
ölümün peşinden böyle bir bağlılıkla koşmasına.” Sonuçta kendisi de onların arasında yer almıştı.
“Leydim” diye başladı sözüne, kadının bir ziyaretçi beklemediği halinden belli oluyordu.
Daha önce olmamıştı bundan sonra da olmasını beklemiyordu, en azından yaşayan bir ziyaretçi
düşüncelerinin ötesindeydi. “Gezintiye çıkmak için ne uygun bir yer, nede uygun bir zamanda değiliz.”
Sert ve ifadesiz bir tonla konuşmayı deniyormuş gibi görünüyordu. Kadın ona yaklaşmakta tereddüt
etti ve yoluna devam etmeyi seçti. “Leydim” dedi tekrardan, arkasından atını mahmuzladı kadına
yetişmek amacıyla. At beklenenden fazla bir tepki verdi ve koştu ilerledi ve bir kütüğün üstünden
zıpladı, savaşçı atından düşmüş ve kafasını bir taşa çarpmıştı. Kadın kendini adama yaklaşmaktan
alamadı, bir yandan da böyle bir şeyin olamayacağını düşünüyordu. Nasıl bir aptaldı bu, ölümün
gözlerine bakmış konuşmuş ve hayatta kalmayı başarmışken atından düşerek ölmek nasıl bir
ahmaklıktı.
Kadın ölüm tanrıçasıydı, sekiz tanrıdan biri ve tanrılar arasında bile uzak durulması gereken
biri olarak görülürdü, yalnızlıkla lanetlenmiş tanrıçaydı. Ne kadar yaşadığını yada onun durumunda ne
zamandır var olduğunu hatırlamayan bir kadın, aslında tüm bu aman yalnız olmamıştı, savaşın tanrısı,
ölüm taşıyan da denirdi ona, dört tanrıyı öldürüp ortadan kaybolduğu zamandan bu yana yalnızdı.
Sonuçta diğerleri tanrılarında öldüğünü anlamışlardı ve o günden sonra tanrıçaya yaklaşan bir başkası
olmamıştı. Savaşçı tanrıyla yürümüşlerdi o güne dek ve ondan sonra hep yalnız yürüdü.
Şimdiyse genç bir savaşçı tanrıların bile uzak durmayı seçtiği bu kadın yanında olmaktan hiç
çekinmiyordu. Adamın yanında dizlerinin üzerine oturdu, adama dokunamazdı elbette, ona yardım
edemezdi bir dokunuşu ölüm demekti, fakat henüz fark ettiği bir olay bir an dikkatini dağıttı, üzerinde
oturduğu çimler henüz yeşildi, ne ölüm nede çürüme almamıştı onları. Elini uzattı ve çimlere dokundu
değişen bir şey yoktu, dokundu yerler kurudu e çürüdü, kurak topraklar kaldı dokunduğu yerlerde,
ağlamak istiyordu aslında, fakat bu duyguyu da asla öğrenmemişti. Daha sonra savaşçıya “ne
olduğumun farkında olmam olduğum şeyi sevdiğim anlamına gelmez” diyecekti. “tanrıçalar ve güzel
kadıların bile kaderden şikayet ettiği günlerden korkarım” diye cevap verecekti.
Karalıkta gün doğumunda karanlığın ilerlemiyor olduğunu gördüler, içlerinden çok azı
bunu günler önce yola çıkan arkadaşlarıyla ilişkilendirdi, çoğunluğunsa aklında ki kaçınılmaz olanın
yarına ya da bir sonraki güne ertelenmiş olduğuydu. Tanrıça saatlerce hareket etmedi, gözlerini bile
kırpmıyordu, görülmeye değer bir sanat eseri güzelliğiyle orada duruyordu. Adam kıpırdanmaya
başladığında güzel bir rüya görüyormuş gibiydi yüzü. Tanrıçanın aklında bir an adamın ölümlü olup
olmadığını soran bir düşünce belirdi, ona bu kadar yakın olup hala hayatta kalması şüphelenmeye
yeterdi. Gözlerini açtığında bir dakika kadar hareketsiz kaldı ve konuşmadı, sadece boşluğa bakan boş
gözlerle öylece bekledi. “leydim” dedi tekrar, “umarım sizi endişelendirmedim.” Kadın cevap vermedi
fakat merak vardı gözlerinde açıkça görülebilen. “Aslında kuzey tarı attan inmedir bu, geldiğim
yerde gelenek sayılır.” Kadın adamın aptal olduğundan emin oluyordu yavaşça, kuzey krallığını hiç
görmeyen kadın efsanelere konu olan krallığın savaşçılarının böyle çocuklardan mı oluştuğunu merak
etti, korkulacak ne olduğunu diğer tanrıları neyin endişelendirdiğini anlayamıyordu şimdi. Adam
konuşmasına devam ediyordu “Haritanın en güneyinde olan bizler neden kendimize kuzey krallığı
diyoruz bunu da bilemiyorum” tanrıçanın ilk defa hareket etmesinde ki amaç gözlerini kaçırmaktı,
biliyordu kuzey krallığının neden en güneyde olduğunu. Kuzeyin yok oluşunun hikayesini, tanrıların
felaketi ve dört tanrının katledilişinde olayları her anının içinde yer almıştı.
Adam sonunda ayağa kalkmayı deniyordu, kadınsa hala kıpırdamadan oturuyordu. Henüz
dizlerinin üzerine kadar doğrulmuştu ki kurumuş çimlerin üzerine düştü, ensesine dokunduğunda
kurumaya yüz tutmuş kanı hissetti, belli ki henüz ayakta duramayacaktı. Bir kadın önünde diz çökmek
için fazlasıyla encim oysa” diyordu. Sayıkladığını düşündü ve anlamsız sözlerine bir değer vermedi.
Hemen sonra tekrar ayağa kalkmayı denedi, ilk seferden değişen hiçbir şey yoktu, tek farkın
bu sefer çok daha aptal olmasıydı, hem de tanrıçanın üzerine düşecek kadar aptal olması. Adamın
ölmesini istemediğini fark ediyordu evet aptaldı yinede daha fazlası da vardı, ve adamın aptallığı
onu bu kaçınılmaz sona hazırlıyordu. Kaçmak uzaklaşmak istedi fakat hareke edemedi, kadın adamın
öldüğünden emindi eğer hareket etseydi ölü bedeni çürüyüp yok olacaktı bunlar onun için sıradan
olaylardı.
En fazla on dakika olmalıydı hareketsiz kaldıkları bu süre, adam kadının kucağında hareketsiz
yatıyordu kadınsa bir an olsun hareket etmiyordu, rüzgar bile değmiyordu ona saçlarını hareket
ettirmeye yetecek. Hemen sonrasında sessizliği yine adam bozmuştu, horlamaya başlamıştı uyuyordu
sadece. Kadın herhangi bir şey hissediyorsa eğer şu an bu mutluluk olmalıydı, yüzlerce insan ömrü
adar zamanı görmüştü akışını ve yakın olmak istediği her şeyi öldürerek geçen bir zamanı. Ölümün
dizlerinde uyuyan adamla tanıştığı zamana kadar hiçbir canlıya dokunamamıştı. Uzanıp elleriyle
saçlarına dokundu, ensesinin arkasına kurumuş kana ve çoktan iyileşmeye başlamış yaraya, adamda
ölüme dair hiçbir iz yoktu.
Dokunuşları rahatlamıştı, öldürme korkusu itmişti aklından ve kalbinden de. Henüz dostu
tanrıları katlederek ortadan kaybolmadan ve henüz yalnız olmadığı zamanlarda bile hiç hissetmemişti
ellerinin arasında yaşamı. Buna ihtimal vermediği zamanlardı onlar ve daha fazlasını bilmek istedi bu
adam hakkında, aklına dokundu bütün hayatını görüyordu, bunu gelecekte pek çok sefer yapacaktı
ve o zamanlar henüz farkında olmadığı bir şeyi adamın ondan bir şeyler gizlediğini de fark edecekti.
Şimdi önemli olansa onunla birlikte bütün yaşamı deneyimli yor olmasıydı ve fark etmediği diğer
şeyse adamın var olan duygularının da ona aktığı ve onu yavaşça ele geçirdiğiydi.
Adam tekrar uyandığında daha iyiydi kadında eskisi kadar çekingen değildi, kadın bilmediği bir
diğer şeyse onun adamı tanıdığı kadar adamında onu tanıdığıydı. Adamın gözlerinde ki acımayı fark
edemedi, kadın adamın olduğu kadar adamda kadının hayatını görmüştü, hem de çok daha açık bir
şekilde ve onun yerinde olmak istemeyeceğini fark ediyordu.
Kadının kaldığı yerden yolculuklarına birlikte devam ettiler, savaşçı adının Los olduğunu ve bir
kadının bu yerde yalnız başına olmaması gerektiğini söylüyordu, tanrıçanın merakı da onun isteğini
kabul etmesine neden oluyordu.
Los kadına adını sorduğunda kadın kendi dilinde adını söyledi, Los bunu en az beş kez tekrar
etmeyi denedi, her seferinde yanlış telaffuz ediyordu. Kadının düşüncesi bir ölümlünün anlamını
bilmese bile bu kelimeyi söylemeye çekinmesinin normal olduğu yönündeydi.
Bir süre sonra tekrar etmekten vazgeçerek ona Lilan diyeceğini söyledi, bu kraliçelerinin
adıydı ve ona çok daha yakıştığını iddia ediyordu. Ardından “ölüm” dedi, “uzun süre yanı başında
yürüdüm fakat ölüm dizlerinde uyuya bileceğin biri değil.” Her iki seferde de mükemmel telaffuz
etmişti kelimeyi ve anlamını da biliyordu. “Sen Lilan olmalısın” derken gülümsüyordu.
Adam kelimeyi söylemekten korkmuyordu ve çekinmemişti bile bir an olsu, asıl şaşırtıcı
olansa anlamını iliyor olmasıydı ve gülümseyerek söyleye biliyordu. Adamın rahatsız olduğu şeyin
farkına varıyordu, anlamını umursamıyordu bu kelimenin kadını ismi olması hoşuna gitmemişti,
anlam veremeden ve sessizce adamın yanında yürüyordu. Çok şey bilen bir aptal olduğunu
düşünüyordu artık.
Sonraki gün hiç konuşmadan yürüdüler, gece oldu ve los uyudu Lilanda başında bekledi,
uyumadan ama etrafında ki hayatın tadını çıkararak.
Ertesi gün Los hikâyeler anlatıyordu anlattıklarına göre önemli irisi olmalıydı, yemekte
kralın masasında olduğunu diğer önemi savaşçılarla birlikte oturduğunu söylüyordu. Lilanın Los’un
anılarından bildiği kadarıyla bu aptalca konular yalnızca kadınları etkilemek için anlatılabilirdi.
Bir an için adamı küçümsediğini fark etti fakat kendinin de bilmediği bunu bir kadının erkeği
küçümsemesi olarak yaptığıydı, tanrıçanın insana bakışı değildi. Losun anılarıyla birlikte duygularının
da ona aktığını bilmiyordu henüz, bir tanrıçanın kaçınması gerek ilk şeylerden birisi olmalıydı bunlar.
Bir hafta kadar Losun aptallıkları ve Lilanın ona tahammül etmesiyle geçti, tanrıça artık bu
ismi kabullenmişti. Son gün los arkasını döndü ve “ o şey bizi takip etmiyordur umarım” diye konuştu.
Arkalarında bıraktıkları ölü bölgeyi işaret ediyordu. Lİlan ancak o zaman fark etmişti, yürüdükleri
yolda tek bir kuru dalın bile olmadığını, artık ölüm saçmıyordu etrafına.
Lilan Losun kendisini olabilecek en uzun yoldan götürdüğünün farkındaydı ve itirazı
yoktu bu duruma, sonrası ölüm olacaktı yine görevi buydu, hem görevi biraz ertelemek sonu
değiştirmeyecekti. Üç günlük yolda üç hafta geçirmişlerdi ve hala yolun yarını ancak gitmişlerdi
Lilanda artık oraya varmak istemediğini anlıyordu. Lilan artık Losun sandığı kadar aptal olmadığını
fark ediyordu ve sonuçların farkında olduğundan da emindi, hem Los ona Tanrıların dünyasını anlaya
bildiğini de pek çok sefer göstermişti. Artık Lilan oluyordu tanrıça velilan demekten çekinmiyordu
kendine aklında, lilan olmanın ona verdiği mutluluğu fark etmesi de pek uzun sürmeyecekti.
Krallığa varmalarına çok az bir zaman kalmıştı artık ve sonun kaçınılmaz olduğunu biliyordu
her ikisi de, Lilanda görevinden bahsetmişti, Görevinin Kralları öldürmek olduğunu söylüyordu. Los
ayağa kalktığında Lilan onda ilk defa yok etme hissini görüyordu, Lalan kralına olan bağlılığını takdir
edebilirdi ve Losun kralını tercih etmesinin kalbi kırdığını sessizce kabullenecekti. Los sonunda buna
izin vermeyeceğini tanrılar için bile fazla aşağılık bir ceza olduğunu söylüyordu. “hepimizi öldürmeden
bunu yapmana izizn vermeyiz” Lilansa “tek bir adam için” duraksadı, “hepiniz ölmeyi göze alacak
mısınız”? Los gülmeye başlamıştı, krallığın en gürültücü adamına yakışır kahkahalar atıyordu.
Lilanın kandırıldığını göre biliyordu, ufak bir kelime oyunuyla bir tanrıçanın böyle kandırıla
biliyor olması onu güldürüyordu. Lilan oraya tek bir adam için gelmişti. Los sonunda rahatlamıştı, bu
durum onunla savaşmasına gerek kalmadan çözüle bilirdi, Lilan tek bir adam için gelmişti ve gerekirse
onun içintek bir adamın ölmesi sorun olmayacaktı. Bu düşüncelerin içinde ilk defa birbirlerine
dokundular ve gecenin sonunda Lilan uyumuştu belki rüya bile görüyor olabilir diye düşündü Los.
Sonraki öğlen yolculularının sonuna gelmişlerdi, Lilana beklemesini söyleyerek şerha yalnız
başına gitti. Tekrar yanına geldiğinde anu üzerinden atan huysuz atın üzerindeydi, yanında kılıcı
davardı ve beze sarılmış bir başka kılıçta atının yanına asılmıştı. Lilan onun neye benzediğini hiç
görmedi.
Los, onu yene bilirse krallarını teslim edeceklerini söyledi, kılıçlarını çektiler geceye kadar
savaş vardı hayatlarında. Lilanın Losa olan sevgisi dışında Tanrıça olan tarafıda büyük bir saygıyla
bakıyordu artık ona, bir tanrıçanın karşısında hiçbir zayıflık göstermeyeceğini anlamıştı artık. (akıl
oyunlarına da hiç aldırış etmiyordu)
Yıldızlar kendilerini gösterdiğinde ara verdiler ve tekrar seviştiler yıldız ışıkları altında, Lilan
uyudu.
Gün doğumunda kılıçları tekrar ellerindeydi, savaşmaya devam ettiler. Önce los kazanmak
için bir şans yakaladı ama ıskaladı, Lilan bunun kasıtlı olduğunu düşündü. Sonra lilan ir şans
yakaladı ve ıskaladığında losta aynı şeyi düşündü. Sonra ki hamlede losun zaferi kesindi, zaferin
eşiğinde öylece durdu kılıcını bıraktı. Lilan “Neden” diye sorduğunda Los kılıçların bir tanrıçayı
durdurmayacağını bldiğini ayrıca artık yorulduğunu söyledi. Sonuçta bu savaşın amacı hiçbir zaman
sana karşı kazanmak değildi diye açıkladı.
Los çimlerin üzerine oturdu ve Lilanda hemen yanına, “artık beni her halimle görün duraksadı
Lilanın gözlerine baktı “tek olan katlini istersen sana getirilecek” Lilan istediğini söyledi. Los tek elini
kaldırdı bekledi o huysuz at emri anlamıştı yanlarına geldi.
Los diğer kılıcı aldı, hala bezin altında görünmüyordu.
Kılıçla birlikte diz çöktü, kadının karşısında. Lilan tanrıların karşısında diz çökmeyi kabul
etmeyerek cezalandırıldıklarını ve bu uğur isyan ettiklerini, kuzey halkının asla dizçökmeyeceğini
söyleyecekti. Bunu söylemeden kadının aklında Losun anıları belirdi, kuzey krallığında bütün erkekler
hayatları boyunca yalnızca bir kezdiz çökerlerdi ve bu tek bir kadın karşısında olurdu.
Losun bir tanrıçanın karşısında eğilmeyeceğini anlıyordu, karşısında diz çöktüğü yalnızca
Lilandı. Lilan bunun anlamını ancak fark etmişti ve bunu kabul etti ve Losu da. Lilanda yanına eğildi
hala dizleri üzerinde olan adamı öptü, tada bu anda Lilanın aklında onu rahatsız eden fakat Losun
anıları içinde izlenmiş olduğunu fark ettiği bir şey olduğunu fark etti.
Los ona gülümsüyordu ve birkez daha kralın ölümünden vaz geçmesini istedi, cevap
olumsuzdu. Losun gülümsemesinde hüzün vardı, (bunu binlerce yıl sonra bile taşıyacaktı) kralın kanı
karşılığında ondan biristeği olduğunu söyledi. Lilan düşünmeksizin kabul etti fakat kafasında onu
rahatsız eden ey hala orada duruyordu. Yine de görevini tamamlıyor du ve artıkölüm olmak zorunda
değildi Lilan olduğunu düşünerek mutlu oluyordu.
Losun son gülümsemesinde gözlerinde sevgiyi göre biliyordu, “kralın kanının karşılığı olarak
senden krallığın kalanına koruma istiyorum” dedi. Lilan bu sırada anılardan bir şeyi daha öğreniyordu
ve kandııldığını fark ediyordu, Losun dilinde kral ve çocuk kelimesi aynıydı. Tanrılardı ilk kandıran ve
şimdi de los. Kralın kanı karşısında o ne olacaktı yeni kral mı olacaktı. İhanet ihanet aklında ki kelime
buydu.” Bu işten karlı çıkacak yalnızca sen mi olacaksın, her şey kendin için miydi?”
Losun göz yaşlarını görmeyecek kadar kızgındıLilan. “söz verdin” dedi Los. İhaneti karşılığında
kral olacak biri için fazla mutlu görünmediğini düşündü lilan, gözden kaçırdığı neydi. Anıları tekrar
inceledi her anına baktı, eksik olan göremediği neydi. “Los” dedi sonunda. Eksik olan bu kelimeydi.
Daha uzun birisimdi ona söyledikleri ama neydi Losun ondan özenle gizlediği neydi.
“Ve ben” diye devam etti Los “Lags hanedanı üçüncü oğlu, bulunan çocuk” Lilanın tanrıların
dilinde konuşuyordu artık. “Kuzey ituka kralı Lusias” kılıcın üzerinde ki bezi kenara çekti. Kayıp kılıçtı
bu, Lilan onu çok iyi tanıyordu kayıp olan bulunmuştu ve tanrı katili gözlerinin önündeydi, kılıcın
kendisi de dahil her eyi öldüre bileceğini biliyordu. Sonunun öyle olacağını da düşündü bir an.
Henüz Lilan Losun diz çökmesinin anlamını kavrayamamıştı, bunu yaptğında ölümü çoktan
kabullenmişti itukanın kanunu bunu söylerdi. Los duraksamadan devam etti “kuzey ituka kralı Lusias
Lilana” ve bir kelime daha söyledi tanrılar arasında bile unutulmuş bir dilde söylemişti. (eş) “kanımı
sunuyorum” diye tamamladı.
Kılıcı kendi kalbine saplarken “kralın kanı” dedi. “Tekrar buluştuğumuz zamana” söyle bildiği
son kelimeydi.
Bir cevap yazın