Ağustos böcekleri de kayboldu bir gecenin sabahında. Daha da duyulmadı sesleri. Cevap veremesem de cırcırlarına, dinlediğimi biliyorlar gibi geliyordu da yalandan keyifleniyordum işte. Sessizlik iyi bir şey değil be Arif. Sağdan soldan geçen arabalar da olmasa kafayı yerim, şu üzerine kıvrıldığım her yeri paslı, boyaları dökülmüş, emektar bankta.
Hazırlıklıyım bu sefer, çatır çatır sabah ayazına muhatap olmamak gerek. Açtım gazeteyi örttüm üzerime olduğu kadar. Resimde gördümdü de birkaç sene önce umursamadımdı gazete ayazdan korur mu, korumaz mı diye. Aklımda kalmış işte, koruyor ki, yatmış bencileyin bir gariban, örtmüş üzerine hafiften kırışık gazeteyi tam sayfa, bir köşesinde etine dolgun çıplak iki kadın bacağı. Bacaklara baktıydım daha ziyade daha da bir yakınlaştırıp gazeteyi.
”Ankara’nın orta yerinde bir gariban oteli” Böyle mi yazıyordu kocaman resmin altında? Yoksa ”Ankara’da açık hava oteli mi?” Yok yok neyse boşver, yazıyordu işte bu mimvalde biraz acıklı. Şimdi soru korur mu korumaz mı olmalı be avanak? Neyse, korursa ne ala korumazsa yarın iki kat örteriz. Bu arada ne zaman banka değen kolum bükülüp yastık olmuş dirseğim, kulağımın dibinde farketmemişim. Alışıyorum zahir, hareketler otomatiğe binmiş. Anamın örtüsü sabun kokan yün yastıkları geliyor aklıma. Babamın kızgın yüzü, nar gibi kızarmış, odanın orta yerinde tuğlalı soba. Kovalı soba çıktığında ne mutlu olduydu. Ne kolaylık dediydi. Şimdi böyle bilse beni burada böyle, üç çınarlı parkın orta yerinde gazete yorgan, dirseğim yastık… Babam görmesin isterdi mutlaka öncelikle. Kızgın adamdı vesselam. Bundan ne köy olur ne kasaba demez miydim, aha da şu sokak köpekleri sözümü dinlese adam olurdu demez miydim? Adam dediğin para kazanır. Çok iyi adam çok para kazanır. Para adam, para adam, para adam.. Bi sus baba be. Bi sus Allasen bi sus.
İnsanlar zaten cimri. Bak Baki’nin kavedeki deyyusa, cebinden çıkmış tomarla para, on lira sarkıyor, diyor ki beni Arif’e ver. Diyor yani sarkmış, diğerlerinden ayrılmış gitmek istiyor besbelli. Yok illa derini karıştırıyor metali yok mu diye. Yav diyorum içimden Allaam bulamasın metali, olmasın metali de, isteyerek ya da utanma belası uzatsın elime onluğu. 1 onluk 2 tekel, 2 onluk 1 Tellibağ. Korkmasam atlıyacam üzerine bizim sarıkulağın fare kaptığı gibi. Biraz daha yaklaşıp eğilerek onluğa nasıl da kilitlenip kalmışsam, o da huylandı, bakışından belli. Gözleri bir elindeki tomarda, bir benim gözlerimde, sanıyor ki tomarda gözüm. Kardeşim ben hırsız mıyım. Valla da sadece onluğa bakıyorum . 1 onluk 2 Tekel, 2 onluk 1 Tellibağ.
Ayrılıp da diğerlerinden tahrik etmese o kadar da şey olmayacağım yani.
Gözleri bir elindeki tomarda bir benim gözlerimde, fırt fırt bi aşağı bi yukarı, faltaşı oldu nah bilye gibi, kara kaşlarını çatıp hışımla tomarı geri indirmez mi sağ cebine. Bozuk yok başka zaman. Biliyorum tırsmasa kesin ceketin cebine bakacak, çıkacak oradan bir ufak nasip. Ah ulan onluk, ettin edeceğini. Hani diyeceğim şurada biraz içimiz ısınırdı. Bak uykum kaçtı şimdi bir de üstüne. E ayık kafa olacağı bu. Böyle kurarsın işte. Beyin bu, durmuyor ki. Ortada nar gibi kızarmış bir soba, çıtır çıtıyor patlıyor içinde çıra parçaları. Kalk ulan Arif soğudu iyice, dondun lan kalk, şuradan bir çalı çırpı neyse topla da köşede yak. Yak da ısın oğlum tembellik etme. Tek kat, çift kat gazete ile olacak iş değilmiş bu.
Gecenin sabahı;
-Komser abi çalı çırpı, odun parçası topluyordum, elime geldi bacağı. Üşümüştüm gece bankta. Ev yok be abi. Sen yok say. İş mi? Yok iş de yok. Efendim? Arıyorum, iş aranmaz mı komser abi. Efendim? Yok abi beş-altı gecedir gelip gidiyorum üç çınarlı’ya. Niye mi? Abi ben geceleri huylanırım. Mahallenin tam orta yerinde. Yoldan arabalar geçer, gürültü korna sesleri öyle sabah kolay oluyor üççınarlıda. Bundan önce gençlik parkındaydım abi, bekçiler atana kadar. Burada bir de bekçi yok biliyor musun? Beş-altı ay oldu abi, yaz başından beri dışarıdayım. Evet abi benim de bir ailem var abi bu yaşıma kadar. Babam bahçıvan abi belediyede. Resmi memur.. Annem rahmetli oldu yakınlarda. Sen sağol. Ablam da Almanya’ ya gelin gitti yıllar evvel. Berlin’deler. İyi bir aileden geliyorum abi. Tamam hemen geldim sadete. Dedim ya çalının içinde odun sandım ilkten öyle tuttum sert, soğuk buz gibi ama soğuğundan huylanıp bastırdım parmaklarımla, sert ama yok odun gibi de değil. Biraz daha yoklayınca anlamamla korkudan gerisin geri düşmem bir oldu. Düşünebiliyor musun, ben banka uzanmışım öyle dünyadan haberim yok iki metre ötemde ölüyle yatıyormuşum abi.
Aha şimdi bile tüylerim diken diken oldu. Efendim? Tamam dönüyorum konuya abi. İşte öyle güç bela toparladım kendimi, çalıyı sıyırıp baktım dikkatli. Pantolonu sıyrılmış dizine kadar, ondan eti elime gelmiş. Gözümü kaydırdım hafiften, ayakları belirdi önümde rahmetlinin. İkisi de siyah çoraplı yan yana hazırolda durur gibi ama tabanı bana bakıyor, topuğu yukarıda burnu yerde. Dedim bu iş yaş. Bunlar ölü ayağı. Et soğuk, ayaklar bu istikamette. Yok abi kendime dedim. Yanlızdım tabi abi. Evet daha da bakmadım, dedim topukla Arif koş karakola. Önce sen haber ver ki senden bilmesinler. Komser abicim, vallahi görmemle buraya gelmem arasında onbeş dakika yoktur. Yeminle abi. Gece de söyledim aynısını buradaki polis abilere. O bana sigara verip, kıymalı pide ısmarlayan polis abiye anlattım çok ayrıntılı. Yok sormadım adını da yakasında Yılmaz yazıyordu galiba. Anlattıklarımı yazmayacak mısınız diye sordum, sabah alacaklar resmi ifadeni dediler. Seni kastetmişler abi. Hepsi bu anlatacağımın. Pardon Komser abi, öğle yemeğini burada mi yiyorsunuz yoksa dışarıda mı? Efendim, sağol tamam eksik olma abi. Yok yok beklerim savcıyı da beklerim, acele bir işim yok merak etme komser abi.
Peyami Safa Safi
Urla – 14.01.2019
Bir cevap yazın