Yazmak, yaşamı sorgulama ve önyargıları yıkma eylemidir. Bu eylemi bilgi ve estetikle tamamlamak gerekir. Söz konusu şiirse…
Yazın sanatı şiirle başlamıştır. Devamında toplumsal bellek geliştikçe, sınıflar kendi ihtiyaçlarına göre diğer yazın türlerine ihtiyaç duyarak; yazmaya, düşüncelerini aktarmaya çalışmışlardır.
Şair arkadaşım Nevin Koçoğlu’da şiir dünyasına “ilk göz ağrısı” diye nitelendirdiğim “Tanrının Vişne Bahçesi” adlı şiir kitabını benimle paylaşma inceliğini göstermiştir. Kitabı okuduğumda aklımdan geçenleri buldum. Karınca hamaratlığını, balarısı sabrına ekleyerek; telkari inceliğiyle sıralamış dizelerini. Şiirlerinin üst köşedeki dizeleri, geleceğe iz bırakacak birer aforizma değerinde anlatımlardır. Ve kitaba ayrı bir renk katmıştır. Bazıları:
“hiçbir yağmurun hükmü yoktur, sözlerime ateş düştüğünde” “ey gecenin dölü, gün ışıyıncaya kadardır hükmün” “biz seni, senden esirgediklerimize bağışladık” “örtmüyor bedenimizi hiçbir giysi, suyun şeffaflığı kadar” diye paylaşmış eserinde.
Şiir, yazın sanatının asi çocuğudur, sınırlarına sığmayan. Şair ise; insanı kuşatan atmosferi resimleyendir. “Tanrının Vişne Bahçesi”de, gelinlik kızların gergefe işlediği nakışlar gibi, bu atmosferde bizi yolculuğa çıkaran bir eser olarak, yakın zamanda ikinci baskısıyla, raflardaki yerini alacağı inancındayım.
Şair devrimcidir. Şiirleri de özgün ve muhalif olmalı. Nevin Koçoğlu, şiirlerini muhalif bir dille yazdığı ve sloganımsı söylemlerden uzak duruşu sevindiricidir. Muhalif olmayan bir sanat, düzenin işbirlikçisi olup, kirlidir!.. Kutsanmış her şeye karşı duran dizelerinde diyor ki:
“aklımın labirentinde yorgun kısraklar/ıslak tenimde av tedirginliği/dizginlerimi kaçırdım dün gece/öldürdüm tanrıyı gizlice” Burada kadının yaşamı değiştirip-dönüştüreceğine dair yapabileceklerinin mesajını paylaşıyor okuyucusuyla. Kadınsız devrim olmaz! Rojava’da yaşandığı gibi… Yaşananları kazıyorum belleğime.
Şair, kendi poetikasını; metaforik imgelerle güçlendirerek, okuyucuya ulaşmanın en kolay yolunu seçmiştir. Aragon’un deyimiyle; “Şiir fırtınaysa, imgeler tayfun olmalı!” Şiirlerde kullanılan imgeler, özenle kullanılmışlığın ispatıdır. Ses ve söz uyumu ile tematik çalışması, çözümü kolaylaştıran bir yöntem olmuştur. “Albatros Göçü” şiirinden alıntılayarak:
“içimizden güneşi taşıyor kırlangıçlar/tenimizde aşkın kış hali/kasıklarımızda kadife bir kar/zaman sabır ötesi/dalında çatlıyor nar/…”
Aykırı düşünceler akılda olgunlaşmaya başladığında insan; yazmaya, karşı durmaya başlar. Yazdıkları şairin güncesi olup, her dizede yaşamı bir direniş biçimiyle sorgulayan, çocukluğundan evrensel değerlere açılırken savrulmadığını anlıyoruz. Kadının kendi aşkını/sevdasını seçme özgürlüğüne gönderme yapan şairimiz, “Ah Roja” şiirinde diyor ki:
“…roja iyi bak gözlerimin derinliklerine/kaç gemi battı bu bal rengi denizlerde/kaç gemi dolusu sevda yükü, derinlerde/…”
Şiirler sadece kağıt üzerinde kalmamalı; sokakta/yaşamda kendine yer bulmalıdır. Şairin dizelerinde, egemen düzene karşı duran Lilith tavrını, Prometheus’un duruşunu görüyoruz. Toplumsal gerçekliği ilke edinmiş temaları yaşatmaktadır şiirlerinde. Diyor ki Nevin Koçoğlu:
“…/bize göre değilmiş/riya meyvesi sunan çilegahta gün saymak/ve maskeli müritlerle türabı olmak ayağının/…”
Kadının toplumsal değişimlerdeki rolü, izdüşümü olarak hafızalarda kalacaktır. Nevin Koçoğlu’da bu misyonu yüklenip, isyanı harlayan dizeleriyle katılıyor direnişe… Yazdıklarında feminen duygulardan uzak, diyalektik bir dil kullanarak erkek egemen düzeni yargılamayı sürdürmektedir. “La” şiirinden:
“…/güz yaprağı dilinizde/ten haritama zulüm desenleri çizdiniz/acımadan kurban ettiniz sunağınızdaki/aslı astarı olmayan tanrılarınıza/…”
“Tanrının Vişne Bahçesi”, Nazım’ın deyişiyle; “dostların arasındayız / güneşin sofrasındayız” duygusunu katıyor insana. Bazı dizelerinde şöyle demiş Nevin Koçoğlu:
“…/tozlu çölü ve ateşi giyiniyor tenim/…” “…/ki ağzından öptüm cehennemi/tanrının vişne bahçesine gömün beni/…” “…/anımsıyor ellerin kuytularımı/adamakıllı gevşiyor gece/asma döküyor yapraklarını/…” “oysa ben hep derim ki/yarım elma arası iki gül hasretiydi aşk/…” “…/yıkanırken ay ışığında ninova/beni çırılçıplak bir balık doğurdu/…” “kadın kokusunda doğarken sabah/güneşte üşümüş kuş sesleri/…” “…/ah rahmim ne çok acı doğurdun/…” “…/en uzak limanlardaki gemiler/gönlü denize düşmüş kadınları selamlıyor/…” “…/biz cehennemi ateşin sam yeli bildik/…”
Yüreğinde şiir aşkı taşıyan her insan, daha direngendir. Yarına dair söyleyecekleri vardır. Tanrının şiir aşkını bilen var mıdır?
Eylül 2014, Maltepe/İST.
Metin Kaya
Bir cevap yazın