Hece hece kelime kelime inşa etmiştim ben o odayı. İçinde kendimi güvende ve mutlu hissediyordum. Ben dışarıyı izleyebiliyordum ama kimse beni orada göremiyordu; ben istemezsem kimse içeri giremiyordu. Hem yalnız hem çok kalabalıktım. Duygularım, düşüncelerim, anılarım, deneyimlerim, hayallerim ve ben, mutlu mesut yaşayıp gidiyorduk yıllardır.
“Hadi…Ya sen çık dışarı ya da kapıyı aç artık” diyerek dürttü beni bir gün beklenmedik şekilde. Canımın sıkkın olduğu, kendimi boşlukta hissettiğim, yalnızlık çektiğim bir günümdeydim. Kâh elimi tutup dışarı çekmeye, kâh arkamdan iteleyip odadan çıkarmaya çalışıyordu. “Yapabilirsin” diyordu cesaret vermeye çalışarak. Ben ürkek bir tavırla: “Ama, insan içine çıkmak için çok geç değil mi, bunca yıldan sonra nasıl olur ki? diye söyleniyordum karşı koyarcasına. “Hiçbir şey için geç değil. Hem denemedim demezsin, ne kaybedersin ki?” diyordu ikna edici tonda. “Ama içerdeki onca değerli şey, onları da sırtlanmam gerek. Bunca yıl biriktirdim, sakladım, korudum ben onları. Şimdi gün yüzüne çıkacaklar. Ya kaybedersem, ya zarar görürlerse, ya sahip çıkamazsam layığınca?…Korkuyorum” diyor, direniyordum. “Bak, ben yeni sayılırım senin hayatında ama öncekilerden farklı olarak, düşlediğin bu yolculuğa çıkmayı teklif ediyorum, heyecan ve mutluluk vaat ediyorum sana. Tut elimden deneyelim. Baktın olmuyor, odan burada, geri dönersin; hem belki de benden sonrakilerle daha da ileri gidersin.” diyordu tatlı tatlı.
Düşündüm. Dediği gibi, öncekilerden bu konuda bir destek, bir yardım görmemiştim. Her biri ayrı tarafa çekmiş, ayrı yolculuklar yaptırmış türlü türlü şeyler yaşatmışlardı bana. Ama ben sonunda hep odama sığınmış, sevincimi de kederimi de orada yaşamış, orada huzur bulmuştum. Hiçbiri bu odayı fark etmemişti ya da görmezden gelmişlerdi, bilmiyorum. Toplam elli iki taneydiler. Bazısını hiç hatırlamıyorum. Ama çoğu şefkatli, cömert ve neşeliydi, haklarını yiyemem. Bir ikisi ise çok canımı yaktı, yüreğimi parça parça etti. Huzur ve sükûnet sunanlar da oldu, coşkulu sürprizlerle gelenler de. Bu “53” ise biraz garipti doğrusu. Bir yandan korkutuyor, dizginliyor, bir yandan umut aşılıyor, kafamı karıştırıyordu; hem heyecanlı, hem endişeli, biraz gelgit akıllıydı. Şimdi de bunu tutturmuştu. Güvenmeli miyim, peşi sıra gitmeliyim bilmiyordum. Bir an geldi, gözümü kararttım, odamdan dışarı o ilk adımı attım. Bütün hazinem sırtımda, ürkek adımlarla, insanların kuşkulu ve şaşkın bakışları altında, düştük yola. Tanıdık tanımadık bir sürü insan vardı bizi izleyen, önümdeyse nereye vardığı belli olmayan bir yokuş. Yürüyorduk. Tökezleyip düşmekten, yorulmaktan, değerli yükümü kaybetmekten korkmakla birlikte, 53 le beraber çıktığımız bu yolculuk iyi gelmişti bana. Ben biraz hızlanmak istiyordum, her adımda o daha geride kalıyordu. Yoruluyordu sanki. “Hadi ama, beni yarı yolda bırakamazsın. Sen çıkardın beni odamdan, kandırdın tatlı vaatlerle, şimdi su koyuveriyorsun. Geri dönmeye kalksam, yolu da bulduramam işin kötüsü” diye sitem ediyordum. “Benim günlerim tükeniyor, bir yerde bırakmak zorunda kalacağım biliyorsun ama korkma, devam et sen. İlerde gençler bekliyorlar, ben onlara teslim edince seni, tut ellerini, vazgeçme sakın.” dedi nefes nefese ve devam etti: “Bu arada öncekilerin selamı var. Bu yolculuğumuzu duyunca çok heyecanlandılar, çok takdir ettiler. ‘Yazmaya hep tutkundu. Hep yazar olmak istemişti aslında, sana kısmet olmuş’ deyip sırtımı sıvazladılar.” Bunu duyunca mutlu mutlu gülümsedim: “Hepsine teşekkür ederim. Onlar olmasaydı bu sırtımdaki hazinem de olmazdı, bu yola da çıkamazdım zaten. Pek çoğu çok iyi davrandı bana, minnettarım” dedim; “Biliyorsun, yol boyu hediyeler bırakıyorum onlar için, görüyorlar mıdır sence?” diye sordum. O da: “Evet sevinçle kabul ediyorlar hediyelerini. Yazdıklarını okuyorlar ve kendilerine ait olanı seçip alıyorlar, sen merak etme.” dedi. Yüzümde sevgi dolu bir ifadeyle : “Bak bunu da senin için yazıyorum 53. Özelsin benim için. Unutma bunu emi?…Aaa ağlama ama! Sen de yaşlandıkça sulu gözlü oldun iyice” dedim şaka yollu. “Deli kız! Uğraşma benimle. Yürü hadi, bu kadar laflamak yeter. Zaman kaybetme.” dedi 53. Hak verdim ona: “Evet… Yol uzun ve belirsiz, yüküm ağır, vaktim kısıtlı. Ama bu yolculuk o kadar heyecan verici ki, her şeyi göze almaya değermiş be 53. Sen olmasaydın cesaret edemeyecektim belki de. İyi ki… ” dedim ve sırtımdaki büyülü yükümle, şevkle yeniden yola koyuldum.
Bir cevap yazın