Sabahlara kadar konuşasım vardı. Tüm alemi topladım yanıma, görünen görünmeyen ne
varsa. “Meşk” dedim adına.
Üzerime bol gelen güven giysisi bedenimi terk ediyor gibiydi. Kimbilir sabahlara kadar süre
gelen konuşma hissiyatı da bundan ileri gelmekteydi.
Evet evet güveniyorum kendime, güveneceğim de.
Her sabah ve her akşam pencerenin kenarına konan güvercin ve beklentisi büyük olan
menekşe bunun en büyük kanıtı belkide. Gülmeyin sakın halime! Menekşeler daimi su ister
her gün bitiminde.
Telvenin damakta yapışıp kalması gibi bir histi boğazıma dizilenler. İpin ucu bir kaçsa, kuş
misali süzüleceklerdi. Özgürlük hem onlara hem de benim kaderime yazılmıştı bir kere. Şayet
susarsam müebbet yiyecektim tek celsede.
Susmadım. Adeta haykırdım. Bardaktan boşalırcasına yağan sağanağın altında kalmak gibiydi
yan yana dizdiğim kelimeler.
Sonra soluğum kesildi, nefesim titredi. Belli ki fazla yüklendim, fazla üzerine gittim.
Güvercin bile şaştı bu halime. Sabahları uğrar oldu haftada iki kere.
Sonbahar düşmüş gibiydi ruh ve beden arasında sıkışıp kalmış kimliğime.
Menekşelerin yapraklarını birer birer dökmesi ile başlayan günler, güvercinin pencereme
uğramaması ile devam etti. Artık hiç ama hiç gelmedi. Konuşmaya yeltenen ben ise
susuyordum. Sustukça kayboluyordum.
Neredeydi o, içimin dışarıya taştığı sağanak?
Sular mı çekilmişti, yoksa üç noktalı bir hal mi aramıza girmişti.
Günler birbiri ardına düşerken iki elim yanaklarımda bekledim geri dönmenizi.
Sevgili güvercin ve sevgili menekşe;
Her neredeyseniz çıkın gelinsene…
Ebru Zeynep DİŞİAÇIK
Bir cevap yazın