Evin damı güzeldi. Hemen altında yaşlı ağaçlar, dallarında sararan yapraklar hüzünlü hüzünlü sallanıyor, birkaçı yere düşmüş zavallı ve çaresiz bir şekilde rüzgar tarafından çıkmaza sürükleniyordu.
Gökyüzünü süslemiş ve her tarafa yayılmış yıldızlar ise bir ışıldak gibi etrafı aydınlatıyordu.
Aslında yıldızlar küçüklüğümden beri bana umut aşılamış, bıktığım ve bezdiğim zamanlarda beni hayata bağlamış bir rehber gibidir. Onlara bakınca her şey çok farklı oluyor. Sanki dünya çok güzel bir yerdir ve sanki dünyada hiç eşitsizlik yoktur. Her şey müthiştir ve acı sanki dünyaya yabancıdır. Fakat yalandır, büyük bir yalan. Yıldızlar yalancıdır, dünyayı güzel gösteren her şey yalancıdır. Ansızın bir öfke girdabına sürükleniyor yüreğim… Ve isyana yürüyorum. İğrenç yaşamım isyana büyük sebeptir.
Hayatı yaşayamaz oldum. Yazgım dünyaya bana zindan etti. Ömrüm boyunca hastalıklarla cebelleştim. Sağ kolum doğuştan felçliydi. Çok hastane çok doktor dolaştım lakin boşuna… Doğru dürüst bir şey yapamaz olmuştum. Yemeği dahi annem bana yediriyordu. Sanki bir hiçmişim gibi
yaşıyordum ama boş şeyler uğruna… Bu durumda kişinin imrenmemesi çok farklı oluyor.
Kolumun felç olması sadece günden güne kinimi ve isyanımı fazlalaştırıyordu. Bende diğer çocuklar gibi kalemi, kaşığı sağ elimle tutmak, sağ kolumla kavga etmek, silah kullanmak, saz çalmak ve mikrofonu sağ elimle tutup karşımdaki kusursuz insanlara hitap etmek isterdim. İnsanlardan farklı olmak güzel bir şey ama kusurlu ve zavallı olarak değil… Bana acıyorlar, beni gören herkes bana acıyor. Sokağa çıkınca bunu çok net görüyordum.
İp atlayan kız çocukları, top peşinde koşturan erkek veletler, beş kilo
kalçaları üç kilo göğüsleri olan yaşlı kaynanalar, saçları bembeyaz, dişleri dökük, kirli mintanlı, bastonlu dedeler ve hatta meleklere bakıp istemsiz olarak gülümseyen bebekler dahi bana acıyordu. Bunlar beni deliye çeviriyordu.
Beni en çok anlayan, elinden geldiğince bana yardım eden ve ben olmadığım zamanlarda gizlice ağlayan, iyileşmem için Tanrı’ya dua eden tek bir kişi vardı. O da annem… Evet, dışarıdan umutsuzca
eve gelirken onu ağlar görürdüm. Onun bu haline çok üzüldüğüm olmuştur. Çünkü kutsal bir anne yüreği benim için acı çekiyordu. Mutlu görünmesi gereken yüzü benim yüzünden hep mutsuzluk içindeydi. Buna sebep verdiğim için de kendimden ayrıca iğrendiğim olmuştur. Geçen aylar yıllar süresince ilginçtir kitap okumaya ve yazmaya merak saldım. Sanki yazmak ve okumak bana küçük umutlar bağlamıştı.
Kendimce öykü ve şiirler yazmaya başladım. Güzel yazıyordum… Ve artık yazınca az buçuk kötü karanlık ufuklardan, kirli çehremin ve sağ tarafı felçli kolumun bana yüklediği ıstırap dolu acılardan sıyrılır gibi oluyordum. Ama bu güzellik fazla sürmedi. Hiç unutmam güneşli bir günde pencerenin yanı başında isyan ve kin dolu bir şiir yazarken bir kız gördüm. Orta boylu, kısa saçlı, esmer tenli, yürek hoplatacak derecede güzel bir kızdı. Yanındaki arkadaşları ile gülüşe gülüşe bir şeyler konuşuyorlardı. Benim onu izlediğimi fark etti. O da bana bakmaya başladı. O an içim bir hoş oldu. Sanki uçuyordum… Çirkin çehremi ve felçli kolumu unutmuştum bile. O kızdan hoşlanıyordum.
Buna karşılık gelmişti. Şaşırmış ve sevinmiştim. Bir aya yakın süre ile mektuplaştık. Sonra onu bir başkasıyla el ele gördüm. Öğrendim ki sözlüymüş… Bana yazdığı en son mektupta şunlar yazılıydı:
‘’Güzel çocuk ne olur kızma bana. Belki hayatı sana sevdiririm diye sana mektup yazdım. Sen isyan etmekten başka bir şey yapmıyorsun ve hep kızıyorsun. Bunu sakın unutma; Tanrı sana çok büyük bir zekâ verdi ve bunun yanında bir fiziksel engel. Çok güzel öykü ve şiirler yazıyorsun. Yazını okuttuğum bir profesör bunun ileride bir deha olabileceğini söyledi. Evet, güzel çocuk, bir deha olabilirsin. İleride boy boy şaheserler ortaya koyabilirsin ki başlamış olduğun bir kitabın sonuna gelmişsin. Sağ kolunun
felçli olması senin bir deha olmana engel değil. Ben buna inanıyorum. Kendini hiç üzme olur mu?’’
Evet, bütün bunlar güzel şeyler… Bir deha… Ben de bir deha olmayı çok isterim. Ama mutlu, sağlıklı ve kendimle barışık olmadıktan sonra şan ve şöhret ne işe yarardı. Dışarıdan bakıldığında nasıl görünürsem görüneyim, nasıl insanları etkileyecek şeyler yaparsam yapayım ve nasıl bir şöhrete sahip olursam olayım kendimle barışık olmadığım sürece mutlu olamayacağımı biliyordum. Bazı zamanlar benim gibi ve benden daha kötülerin var olduğunu ve öteki tarafta büyük bir ödülün bekleyeceğine
inandım ama bu inanç kısa sürdü. Ben bir insandım. Fazlasıyla bir insan… Ve bu insan efendisinin yaşattığı ıstıraplara ve acılara bir köle olarak dayananmak, devamlı sıkıntıları yaşamak, boyun eğmek istemiyor. Ben şuan bu dünyadayım, önce burayı iyice kavramak istiyorum. Keşke her şey değişseydi…
Bu sahte umutlar ile üç kitap piyasaya sürdüm. Çok başarılı bulundu, hepsi satıldı. Bu kitapları sol elimle yazdığım herkes tarafından biliniyordu. Çoğu kez gazeteciler röportaj için eve geliyorlardı.
Fotoğrafımı çekiyorlardı, ünlü bir aktörmüşüm gibi bana bir nevi hayranlıkla bakıyorlardı. Dış yaşamım buydu… Peki ya iç yaşamım?
Bir cevap yazın