Öğren Kitabevinde çatık kaşlı, giysileri marka kokulu bir adam çok satan kitapları
bilgiç bakışlarıyla tarıyordu. Yasemin Kokulu Elbise’yi adına yakışan zarafetle taşımak varken
oncağızı yangından mal kaçırırcasına hızla raftan indirdi. Yan tarafta aynı yazarın İçimizdeki
Düşman adlı kitabını inceleyen bir kadın… Adam yan gözle kadına bakarken o sayfaları
kendinden geçmişçesine çeviriyordu.
“Çok etkileyici! Okumanızı öneriyorum.”
Kadın, duymamış havasındaydı. Ay, fikrini sordum sanki. Sana ne, istediğim kitabı
okurum. Ukala derler böyle tiplere. Birkaç dakika sonra başını kaldırdığında, göz hapsinde
olduğunu fark etti. Ters ters baktı.
“Elinizdeki kitabı severek okudum da onu söylemek istedim.”
Kadında aynı ters bakış. Ay şuna bak, hâlâ konuşuyor haddini bilmez şey. Seni
tersleme zamanım geldi artık. Ukala dümbeleği, sanki fikrini soruyorum ya.
“İnsanlar bir şeyle meşgullerse rahatsız etmeyi hiç sevmem.”
Adam dinginlikle baktı.
“Yazara göre, en kötüsü kendimizin düşmanı olmamız…”
“Ben sizden kitap hakkında açıklama istedim mi?”
“Egonuz bir hayli yüksek. Aynı kitaptaki kahraman gibi.”
Kadın birden gülmeye başladı.
“Söylediğinizin komik olduğunu düşünmeyin sakın. Sinirden gülüyorum.”
Hoppala, çattık belaya. Çatlak birine benziyorsun. Olsun, hemen pes etmeyeceğim,
öyle güzelsin ki… Sinirden de olsa seni güldürdüm ya…
“Olsun, ne kadar güzel güldünüz öyle. İçim açıldı.”
“Bence daha fazla sevimli görünmeye çalışmayın. Doğal olmuyor.”
“Merhaba, ben Sinan. Amacım sinirinizi bozmak değil.”
Uzattığı kocaman el havada kalıverdi. Gene de boşlukta dengesini yitirmedi. Sen
azimlisin oğlum. Elini aşağıya indirmek yok. Birine kafası bozulmuş besbelli. Eninde
sonunda bu el sıkılacak.
Kendi çapında sevimli görünmeye çalışıyor işte. Aslında kaba değil. Seni üzen de
başkaları…Yanlış insana mı kızıyorsun acaba?
Kadın istemese de küçük avucunu onun sıkıca kavramasına izin verdi.
“Adınız nedir? Sakıncası yoksa söyleyebilir misiniz?”
“Deniz.”
“Dalgalarınız hep yüksek mi böyle? Adınız size çok uyuyor gibi.”
Havada kuşku kokusu olsa bile söylenenler güzel, ses tonu da ayrı güzeldi. “Ben de
elinizdeki kitabı okudum.”
“Zamanınız varsa böyle ayak üstü konuşmak yerine bir kahve içelim, ne dersiniz?”
Masayı paylaştıklarında, ellerindeki kitaplar birbirinizi okuyun dercesine onları yaklaştırırken
garson siparişlerini aldı.
Durum iyiye doğru gidiyor… Dalgalar daha yumuşak. Yumuşadıkça daha da hoş
görünüyor. İyi ki kararlı, ne istediğini bilen bir insanım.
“Sizin kadar çekici, akıllı bir kadın görmek pek kolay değil.”
Gülümseyerek başını salladı.
“Teşekkür ederim”
Dur bakalım Deniz. Sinirlendin ama bu sefer duvara toslamazsın belki. İyi niyetli,
duygulu birine benziyor. Güzel bakıyor, sıcacık… Yine de hemen kadife gibi olma!
Karşısındakini esir almak isteyen adam baygın baygın bakıyordu.
“Sert görünseniz de yumuşacık kalbinizi görüyorum.”
“Siz de ne çok şey görüyorsunuz öyle. Dikkatimi çekti, konuşurken kendinizi neden
bu kadar kasıyorsunuz Sinan Bey?”
2
“Doğrusunu isterseniz, umarım çok ileriye gitmiyorumdur ama sizi ilk gördüğüm an
heyecanlandırdınız beni. Bu arada, bana bey demenize de gerek yok.”
Garson kahve servisiyle konuşmayı böldü. Başka siparişleri olup olmadığını tekrar
sorunca, havuçlu kek istediler.
“Nerede kalmıştık, Deniz? Hah! Hatırladım. Neden kendimi kastığımı sormuştunuz.
Hayata kızgınım, özellikle de kadınlara. Bana göre hemen hemen hepsi şeytan.”
“Ben, artık kadınmış erkekmiş cinsiyet farkıyla hiç ilgilenmiyorum. Hepimiz insanız.
Önemli olan bu.”
“Ooo, siz eskilerin deyimiyle hidayete ermişsiniz. Aşmışsınız kendinizi. Ne diyeyim?”
Deniz kendini tutamayıp bir kahkaha attı.
“Siz de çok komiksiniz. Yalnız bir şey söyleyeceğim. Şu an bir şeytanla berabersiniz.
Koruyun kendinizi!”
Mis kokulu, havuçlu kekler gelince, tarçın kokusu içten havaya tazelik kattı.
“Samimiyetle bir itirafta bulunacağım. Siz, güvendiğim ilk kadın olacaksınız.”
“Sevineyim mi üzüleyim mi? Gerçekten bilemedim.”
“Yok, yok sevinin. Bence tanıştığımıza da sevinin. Bakın aklıma ne geldi. Ben
Yasemin Kokulu Elbise’yi okuyayım, siz de İçimizdeki Düşman’ı. Buluşup tartışmaya ne
dersiniz?”
Adına yakışan mavi gözleri kocaman açılıverdi.
“Ve… Sinan Bey, kitap kulübü kurarmışız.”
Dudaklarda şeytani bir sırıtma.
“İyi fikir, iki kişilik bir kulüp. Artık bana Sinan deyin lütfen.”
“Bundan sonra dikkat ederim. Ben de sizden özendim, bir itirafta bulunacağım.
Hayatımda ilk kez bir erkekle kitap toplantısı yapacağım.”
“Ne yani, erkeklerle kitap muhabbeti olamaz mı?”
“İzin verin, cevabımı daha sonra söyleyeyim.”
Deniz’in telefonu çaldı.
“Alo! Aa! Kapıda mı kaldın? Ay, doğru söylüyorsun! Tamam, tamam şimdi
geliyorum. İstersen, komşunun kapısını çal. Görüşürüz.”
Telefonu çantasına koyup Sinan’a döndü.
“Hemen gitmem gerek, arkadaşımın geleceğini unutmuşum. Zamanın nasıl geçtiğini
anlamadım.”
Adamın bakışları nasıl da tatlıydı. Etkilenmemek mümkün değildi.
“Haftaya bugün saat üçte burada buluşalım mı? Bir haftada kitabı okuyabilir misiniz?”
“Tamam, anlaştık.”
“Çok memnun oldum. Umarım sizi sıkmamışımdır.”
“Kesinlikle, hayır. Aksine benim için keyifliydi. Hesabı paylaşalım, Sinan.”
“Gerek yok, haftaya siz ödersiniz.”
Ayrılmadan birbirlerinin telefon numaralarını aldıklarında ikisi de memnundu. Sürpriz
tanışma bahar dallarını pespembe dolduruverdi.
Deniz, kitabı büyük bir istekle yutarcasına okudu. Yüreğinde gizemli gelgitler…
Yepyeni bir saksıya dikilen neşeli çiçeklerle her gün konuşmak ne güzel. Adına yakışan
sonsuz birlikteliğin kıyısında mıydı artık? Kitabı üç günde okudu, geri sayım başladı. Dört üç
iki bir ve her gün bugün olsa keşke deyip durdu…
Genellikle pantolon giymesine rağmen buluşma günü seçtiği dar bordo bir etek, ince
siyah çorap, yüksek topuklu ayakkabı ona epeyce cazip göründü. Hava açıktı. Yürümeye
karar verdi. Vitrinlerde ne görse beğeniyordu. En çok da kendini. Sütun bacaklarına etek
gerçekten yakışmıştı. Uzun bir süre sonra kendini kadın gibi hissetti. Yollarda heyecanla
yürümek, yepyeni bir keşfe hazır olmak, arada bir saatine bakmak ne hoştu… Derken, ortalık
3
birdenbire karardı… Hiçbir şey hatırlamıyordu. Ne olduğunu anlamak mümkün değildi.
Boylu boyunca kaldırımın üzerinde yatıyordu. Çoraplar paramparça, dizler kan içindeydi.
Etraftan gelen iki kişinin yardımıyla ayağa kalktı. Doğru en yakındaki eczaneye. Bir tarafını
kırmış olsa yürüyemezdi. Neyse böyle bir sorun yoktu. Off! Avuçları da şişmişti, hele sağ
avucu pancar gibiydi. Eczanede pansuman yapıldı. Bu halde buluşma yerine nasıl gidebilirdi?
En azından bir çorapçı bulması gerekiyordu. Saat üç buçuktu. Tam yarım saatlik bir gecikme.
Bekletmeyi hiç sevmezdi ama olan olmuştu. Şiş parmaklar da üzgündü. Telefona
dokunduklarında cevap yoktu. Bir daha aradı, yine cevap yoktu.
Bendeki de ne şans böyle. Bir defa da hiç sıkıntı yaşamadan işim yolunda gitse…
Yetti artık, yetti. Kaç ay sonra biriyle buluşmaya kalkıştım. Bu nasıl bir kısmetsizlik? Neye
üzüleceğimi şaşırdım. Her şey zor benim için, her şey. Canım da çok acıyor. Neyse artık
konuştuğumuzda olan biteni anlatırım. İki kez de aradım, üçüncüye gerek yok. Evet, evet o
beni arayacak. Anlar halimden, isteyerek bir şey yapmadım ki…
Evine döndü. Uzun zaman bekledi ama ne arayan vardı ne de soran… Sinan’ın
kadınlar hakkındaki olumsuz düşüncelerinin onun yüzünden daha da olumsuz olacağını
geçirdi aklından. Oysa adamın karşısına Deniz gibi güvenebileceği biri çıkmıştı. Belki de
travmasını onunla aşabilecekti. Kendisi için de her açıdan iyi olabilirdi. Ektiği çiçekler hayal
kırıklığına uğrayıp kurudu. Kaç kez kitapçıya gidip aradı onu, o gün oturdukları masaya
oturdu, raflarda aynı kitaplara dokundu. Satıcı kızın tuhaf bakışlarına aldırmadan defalarca o
iki kitaptan bölümler okumak geldi içinden. Her seferinde umutla gitti ama üzgün döndü
evine. Tüm sosyal medya sayfalarında onu bulmaya çalıştı, boşuna bir çabaydı, hakkında
bildiği adıydı sadece. Sinan adında ne kadar çok erkek var. Soyadını bile sormadı ki… Evren
böylesini uygun görmüştü.
Sabah kahvaltısından sonra bulmacayla oyalanırken bir soru dikkatini çekti. Tehlikeli
Oyun’un yazarı – Kudret Pekin. Cevabı hemen buldu. Okuduğu o iki kitabın da yazarı. Yine
Sinan canlandı gözlerinin önünde. Onunla karşılaşalı altı ay olmuştu. Zaman nasıl da geçip
gidivermiş. Yaşamında biri olup olmadığını merak etti.
Neden takıldım ona? Aptalın tekiyim, hiç akıllanmıyorum. Toplasam bir saat
gördüğüm bir adam hâlâ aklıma geliyorsa ben gerçekten aptalım. Onda ne olduğunu
anlayamadığım özel bir şey vardı ama ne olduğunu hâlâ söyleyemiyorum. Yaşadıklarımdan
bir türlü ders alamamışım… Besbelli. Geçenlerde birinden yediğim kazıktan söz ediyordum,
annem bile kızım artık enayiliği bırak demez mi… Ne cevap vereceğimi bilemedim.
Bulmacanın sol tarafındaki bir habere takıldı gözleri: “Kadın katili hâlâ
yakalanamadı. Kurbanlarının hepsi otuz beş kırk yaş arası. Ortak özellikleri eğitimli kadınlar
olmaları…” Ne manyak ne cins insanlar var şu dünyada? Aman aman! Evlerden uzak!..
Akşam arkadaşıyla meyhaneye gitmeye karar verdiler. Arada bir kafaları çekmek,
yaşamdan kesitler paylaşmak, biraz dedikodu yapmak ikisine de iyi geliyor. Her zaman
konuşulacak bir konu çıkıyor nasılsa. Bu sefer de arkadaşının yeni bir işe başlamasını
kutlayacaklar. Herkes onun gibi aileden hazır para yemiyor. İçeri girdiğinde ne olduğunu
anlayamadığı tuhaf bir duygu sarmalıyor Deniz’i. Masaların arasında yürürken tanıdık bir ses
kulaklarında. Yanlış mı duydu? Hayır hayır! Çok tanıdık bir ses. Durdu, bir adım daha atması
mümkün değil. Sesin geldiği yöne doğru başını çevirdiğinde kimi görse beğenirsiniz?..
Aylardır kafasında bir yere oturtamadığı, kim olduğunu merak etmekten kurtulamadığı, iç
dünyasından bir türlü kovalayamadığı o adamı… Yanında bir kadın. Muhabbet kuşları
kadehlerini tokuşturuyorlar. Kendini göstermeden konuşmalarını duyabilse keşke…
Arkalarındaki masanın boş olması bir şans! Neler olduğunu anlayamayan arkadaşına işaret
edip adının Sinan olduğunu söyleyen adamın tam arkasına oturuyor. Onların konuşmalarını
dinlerken kulakları acıyor, gözleri de çukurlarından fırlarcasına büyüyor…
4
“Samimiyetle bir itirafta daha bulunacağım. Siz, güvendiğim ilk kadın olacaksınız.”
“Güvenimi kazanabilirseniz, siz de benim için ilk olacaksınız.”
Bir cevap yazın