Bodrum’un sıcağının en dayanılmaz olduğu zamanlar. Güneş yakıp kavurma telaşında.
Elvan avluda, havuzun kenarında. Bodrum’un deniz gözleri, salınırken karşıda; Oğlum, sıcakta
durma, diyor. Bir gözü Elvan’da bir gözü kovayı döktüğü karoda. Su ayaklarına değince
ürperiyor. Hayırdır, bu ne ürperme bu sıcakta, diye düşünüyor. Elvan’ a tekrar bakıyor,
çoktan havuza girmiş, suyun üzerinde zayıf kollarını görüyor. Dursa mı, beklese mi sudan
çıkıncaya kadar? Rüzgâr, Elvan’ın kokusunu getiriyor, burnunun direği sızlıyor. Bu illete
yakalandığından beri oğlu zayıf, güçsüz. Bundandır üzerine titremesi. Elvan, kusmalara
başlayınca anası bir hal oluyor. Herkesin yaşamayı öğrendiği bu illetle, baş edemedi ana oğul.
Giriyor içeri. Çiçekli örtüleri havalandırmak lazım. İkisini de koparırcasına alıp topluyor.
Balkona çıkıyor tekrar. Örtülerin tozunu atıp güneşe bırakıyor.Elvan, havuzun kenarına
dayanmış, dinleniyor. Gözleri herkesten başka parlayan Elvan’ı anasına bakıyor. El sallıyor.
Elvan’ın yüzünü, parlayan gözlerini güneşin alevleri içinden çekip çıkarıyor. O da sallıyor elini,
görüp görmediğine aldırmadan avuçlarına dudaklarından bir tutam alıp gönderiyor.
İçeri girmeli ama aklı Elvan’da; ne kadar temizlik yaparsa yapsın yüreğinde yok
edemediği kara bir perde. Güneşin inatla aynı yerde durup yakıp kavurması gibi o da inatla
sıkarak, karartarak duruyor aynı yerde. Yatak odasına geçiyor. Çarşafları düzeltiyor, örtüyü
yayıyor. Anneee!! Diyen sese fırlıyor. Elvan kapıda. “Arı soktu!” Yüreği rahatlıyor, arı alt
tarafı. Bir koşu toprak alıyor bahçeden, çamur yapıp arının soktuğu yere yatırıyor. İyi Elvan,
daha iyi. Paniklemiş, çocuk tabii. Bir şey olmaz oğlum, diyor.
Elvanın, iki saat sonra kusmaları başlayınca arı’dan mı düşüncesi aklına saplanıp kalıyor.
Baba, bir telefonla koşup geliyor. Sıcak, rehavetle yayılırken hastanedeler. Hastane
Bodrum’un tepesinde. Tepeden bakıyor, ölüm gibi. Et yanığı, kan kokusu ölümün ağırlığını da
sırtlanmış, yayılmış her yere. Elvan kolunda serumla bakıyor anasına; odada üç kişi. Elvan,
anne bir de kahrolası sessizlik. Baba, doktorun peşinde. Arı mı yoksa her zamanki durum mu?
Baba öfke burnunda giriyor içeri. Söyleniyor: “Tahlilleri daha yeni yapıyorlar.”
Elvan mülteci ağrılarla uğraşırken babasının neye kızdığını anlamıyor. Ama kadın
anlıyor, ya yine yükselmişse, diyor kaya kadar sessiz. Kaygı belini büküyor. Baba, annenin
sırtını sıvazlıyor usulca. İkisini atlattık, bunu da atlatırız, diyor usulca.
Bakışları ne ara uzaklaştı Elvan’dan. Elvan ne zaman çırpınmaya başladı? Anne kaskatı,
gözleri donuk kaldı öyle. Baba dışarı fırladı. Doktorla içeri girdiğinde anne, temmuz sıcağında
tir tir titriyor. Çıkartıldılar dışarı. Başka doktorlar, başka aletler, kararmış yüzler, giriyor içeri.
Çıkıyor içeriden. Ama onlar dışarda, çocukları içeride. Birbirine değmeden düşen kar taneleri
gibi içlerindeki aynı acıyla bakıyor ana baba. Doktor gülen yüzle karşılarına geldiğinde
anlamıyor ikisi de. Gözünüz aydın, çocuğumuz iyi dediğinde de. Neden sonra kadının
gözyaşları gülüş olup akıyor. İçindeki nefesi bırakırken, bıyığından gülüş sarkan babaya
sarıldığını fark etmiyor.
Elvan, yorgun ama gülen yüzüyle onlara bakıyor. Kadın; oğlunun ellerini, içindeki sancıyı
göstermeden okşadı. Üçü de gülümsedi, ölümü yenmiş olmanın mutluluğu yüzlerinde
gezerken.
Bir zaman sonra eş, dost akraba doluştu hastaneye. Kadın onların yanına çıktı. Oğlu
yorulmasındı onca insanın sorusuyla. Yanından geçen iki beyaz önlük; “ölçülemiyor mu”
demişti demin. Yok canım. Koca hastane. Kim bilir kim?
Eş, dost, akraba tek tek okşuyor onu. Ölümü uyandırırız diye kimse tek kelime etmiyor.
Güneş tüm yangınlarını toplayıp çekilmiş. Sağır eden bir sessizlik. Bir metal sesi bozuyor
sessizliği. Bir tekerlekli sandalye ve yaşlı bir kadın içinde. Kim bilir nesi var garibimin, diye
bakıyor boş gözlerle. Boş gözler hemen Elvan’la doluyor. Başını sallıyor,huzuru bedenine
yaymaya çalışarak.Elvan iyi, diyor. Elvan iyi. Oturuyor merdivene. Kaygılı yüzler de gelip
oturuyor yanına. Yine onlara dudaklarındaki gülümseyişle;
Elvan iyi, diyor.
İyi olacak, diyor herkes.
Kocası yanına gelip; hadi oğlumuz bizi çağırıyor, dediğinde ona şöyle bir bakıyor; dev
adamın gözlerine ulaşınca, anlıyor.
Feryatları ay’dan önce düşüyor geceye. Ondan sonrasını başkaları hatırlıyor.
Sensizlik benden önce uyandı bu sabah. Her yerde senin gözün. Bana bakıyor. Her
yerde senin elin, kapatıyor kapıyı güneş girmesin, diye. Karnı burnunda yine senli günlerim.
Geziyorsun, halıda ayak izlerini bırakarak. Sancılı gözyaşlarımı tutuyorum, gözlerim bebeğini
düşürmek üzere. Kimin adını söylesem, sen gelip oturuyorsun içime. Radyo’yu açıyorum, bir
türkü doluyor evin içine. Türküdeki ses, sensin. Nefesim burnumun direğine saplanıp kalıyor.
Senin anlayacağın kuzum, her sabah uyanınca yangınlarım artarak öpüyorum yokluğunu. Sen
yattığın yerde rahat uyu diye zemherilerimi yakıyorum her gece.
ŞÜKRAN ENGİN ATMACA
Bir cevap yazın