Aşk; söz olur, düşer kiminin kalbinden, kimine göre saçmalıktan başka bir şey değildir. Kimine göre kalbin kan pompalamak dışında yapabildiği ve hayatı daha anlamlı kılan duyguların en özeli ve en güzelidir. Yalnızca yaşanmaya değer değil aşk… Yazılmaya, okunmaya ve anlatılmaya da değer. Herkes de bilir o kısacık üç harfi n içine neler sığdırabileceğini, insana neler yaptırabileceğini…
O değil midir ki; söz söz kaleme
mürekkep olabilen, şiirlere ve romanlara en güzel anlamları getirebilen,
şarkı olup dinlendiğinde yaş olup gözden akan, anıları canlandırıp sevdiğini
getiren aklına… Yahut Mecnun
olup çöllere düşüren, Aslı olup küllere döndüren de, destanlar yazdıran da yine
o değil midir? Veysel Karani’nin aradığı aşk neydi? Şems’in Mevlana’yı araması
nedendi peki? Ya Yunus Emre’nin güneşi
Tapduk Emre için yaptıkları? Sezai Karakoç’a Monna Rosa’yı yazdıran mesela?
Cemal Süreya’ya o dizeleri söyleten; Aşık Veysel’in, Aşık Reyhani’nin saza
döktükleri nedir? Akif’e İstiklal Marşı’nın son kıtasını tırnaklarıyla duvara
kazıyarak yazdıran nedir? Bunca şairin, bunca ozanın yazdığı, söylediği şeylere
ilham olabilen bu denli güçlü ve anlamlı bir duyguyu sıradanlaştırmak
ahmaklıktır. Aşkın şöylesi böylesi olmaz. Zaten gerçek aşk, manevi olandır.
Katıldığı her şeyi anlamlı kılandır.
Böyledir aşk. Üç harfin de ötesidir. İster gerçek aşka aşık olun, ister kağıda, kaleme ya da aşka… Ama aşık olun. Kalbiniz her zamankinden farklı atsın bu sefer de. Korkmayın ondan, hatta bulduğunuzda sımsıkı sarılın ona. Çünkü kolay kolay bulunmaz kendileri ama bulduğunuzda, bir ömür yanı başınızdan ayrılmaz.
Gerçek aşkı arayanlara…
Bir cevap yazın