Geçen yaz Ankara’daydım. Her ne kadar yıllar öncesi bıraktığım Ankara olmasa da benim için bu şehrin anlamı çok farklı. Değişen caddeler, yapılaşmanın ilginçliği, toplumun farklılaşması… Kısacası bana eski hâlini özlettiren çok farklı bir Ankara. Özellikle cadde ve sokaklardaki arabaların kalabalığı ve düzensizliği akıl alır gibi değil. Araba fazla olabilir. Eğer kurallara uyulsa, karşılıklı saygı ve hoşgörü olsa kesinlikle hiçbir sorun yaşanmayacağı gün gibi âşikâr. Ne hikmetse direksiyon başına geçen kişi, normal yaşamında her ne kadar mülâyim, melek gibi biri de olsa o andan itibaren sanki başka bir boyuta geçip âdeta canavarlaşıyor ve “Yolların fatihi benim. Önce benim kurallarım geçerli, ben, ben, ben…” diyor. Sanki karşısındaki sadece bir araba, bir metal yığını. İçinde birinin varlığı, o kişinin de kendine göre haklı olabileceği söz konusu değil… Oysa her şey sadece üç-beş saniyelik bir zaman dilimine bağlı. Bu da sabır gerektiriyor. Bir tebessümle karşımızdakine yol hakkını verdiğimizde ne kaybederiz ki? Üstelik bir gönül kazanmanın yanı sıra o kişinin de sizden gördüğü bu güzelliğin, nezaketin yansımasıyla başkalarına karşı davranışılarını etkileyeceğini ve güzelliklerin zincirleme yaygınlaşacağını düşünsenize… Böylesi güzellikleri yaşamak ve çoğaltmak varken hırlaşmak, dalaşmak, kanlı-bıçaklı olmak neden? Sabırsızlık ve hazımsızlık sonucu ortaya çıkan olaylar nedeniyle bir ömür vicdan azabı çekmek ya da türlü cezalara çarptırılmak hoş bir şey mi acaba? Hayır, bunu kimse kabullenemez. Öyleyse birazcık sabır, saygı ve hoşgörü diyelim.
Konu trafikten açılmışken bununla ilgili olarak tatil döneminde işittiğim, dil bilincinden nasibini almamış bazı söylemleri aktarmak istiyorum. Böylece, neden olayı uzattığım ve konuyu dönüp dolaşıp buraya bağladığım eminim daha iyi anlaşılacaktır.
Ankara’nın en işlek caddelerinden birindeyiz. Araçlar tabiri caizse birbirine girmiş. Bu arada acı bir siren sesi işitildi ve arkasından bir uyarı (anons diyorlar ya, işte o) sesi. Trafik polisi mikrofonu eline almış bas bas bağırarak hatalı park etmiş araçları ve kural bilmez şaşkınları hizaya sokmaya çalışıyor.
“Duraklama yapmayın, duraklama yapmayın!”
“Bu da neyin nesi?” diye şaşkınlıkla kulak kabarttım. Evet yanlış duymuyordum. Polis son derece ciddi bir şekilde “Duraklama yapmayın!” diyordu. Hemen arabadan inip yanına gitmek istedim. Fakat o yoğun trafikte bu olacak iş değildi. Üstelik gitsem bile o curcunada beni kesinlikle tersleyebilirdi. İçim içimi yiyordu. “Bu nasıl bir söylem?” diye homurdanmaya başladım. Tam o sırada yine aynı ses tonuyla bir uyarı daha yükselmez mi?
“Sollama yapmayın, düz devam edin, sollama yapmayın!”
Aman Tanrım, bu da ne? Ben daha birinci söylemin yani “Duraklama yapmayın!” söyleminin şaşkınlığından kurtulamamışken üstüne bir de bu eklendi: “Sollama yapmayın!” Bu nasıl bir söylem, bu nasıl bir aymazlık akıl erecek gibi değil. Bu polisler acaba Türkçe kullanımında kendilerince yeni bir çığır(!) mı açıyor yoksa sırf cahilliklerinden, dil bilincinden yoksun olduklarından dolayı mı böyle söylemler geliştiriyordu? Bunun cevabı çok basit: Eğer ki bir kimse dilinin özelliklerini bilmez, kurallarını özümseyemezse işte olacağı budur. Birazcık dil bilinci ve bilgisi olsaydı eminim ki bu kişiler ve buna benzer söylemlerde bulunanlar dilimize saygısızlık niteliğindeki bu tür söylemleri dillendirmezlerdi.
Daha önceki yazılarımızda, “Türk dilinin kuralları çok açık ve tartışmaya mahal vermez niteliktedir.” demiştik. O halde adama “Bu tür saçma söylemleri nerenden uyduruyorsun, hangi kural gereğidir?” diye sormazlar mı? Elbet bir Molla Kasım çıkar ve sorar. Sormak da gerekir.
Dilimizde “etmek, eylemek, kılmak, olmak, buyurmak” gibi yardımcı eylemlerin (fiillerin) kullanım yerleri, kuralları bellidir. Bu tür eylemler ad (isim) soylu bir sözcüğün arkasında kullanılarak yeni bir eylem oluşturur. Örneğin: Yardım etmek, göç etmek, razı olmak, saygılı olmak, davet etmek, doğum yapmak, namaz kılmak, nazar eylemek, kabul buyurmak… gibi.
Görüldüğü üzre yardımcı eylemlerin önündeki sözcükler ad veya ad soylu sözcüklerdir. Kesinlikle bir eylem yoktur. Oysa yukarıda bizi kızdıran söylemlerde polisin eylem (fiil) olarak kullanılan, kullanılması gereken “duraklamak” ve “sollamak” sözcüklerini hiçbir mantığa sığmadan “yapmak” yardımcı eylemiyle kullandığını görüyoruz. Basit bir deyişle işin doğrusu “isim + yardımcı eylem” olacakken “eylem + yardımcı eylem” birlikteliği ortaya çıkıyor. Bu, dil kurallarına tamamen aykırı olup hiçbir tutar tarafı olmayan bir uygulama rezaletidir. Dolayısıyla bu tür söylemler kesinlikle yanlıştır ve dilin özüne zarar verecek niteliktedir.
O halde işin aslı nedir, ne olmalıdır? Çok basit. Zaten dil kendi mantığı çerçevesinde bu olayın cevabını vermektedir:
“Duraklama yapmayın!” diye zorlamanın yerine “durmak” eyleminden güzel ve doğru bir söylemle “Durmayın!” demenin kime ne zararı olabilir ki? Ya da “Sollama yapmayın!” diyeceğine “Sollamayın!” dese kıyamet mi kopar? Yine polislerden işittiğim bir başka cevher(!) “Bekleme yapma!” diyorlar. “Bekleme” demek yeterliyken arkasından “yapma” demenin gereği nedir dersiniz? İşin ilginci bu sözü yazılı olarak da pek çok yerde gördüm. “Burada bekleme yapılmaz!” diye tabela asılmış. Bunu yazan yazıyor, asan da asıyor. Bir kişi de çıkıp buna tek çift laf etmiyor. Kimse kusura bakmasın. Bu durumda suç, kesinlikle sessiz kalarak dilini savunmaktan aciz olan bizlerdedir.
İş bu kadarla bitse yine iyi… Yeri gelince birileri polisleri uyarır, toplumun kulağını tırmalayan bu tür yanlış söylemlerin örnek olmasını engelleyebilir. Peki TV sunucularının, politikacıların, dizilerde boy gösteren süslü, yakışıklı kişilerin buna benzer söylemleri ne olacak? Onlara kim haddini bildirecek?
İşte birkaç örnek:
Oyuncu karşısındakine “Sinir yapma!” diyor. Oysa dilimizde kurallar doğrultusunda ad soylu olan “sinir” sözcüğünden “Sinirlenmek!” eylemi var. Bu doğrultuda “Sinirlenme!” dese ne olurdu ki?
Bir başka örnek. “Heyecan yapma! Şimdi herkese duyuru yaparız, gelme isteği olanlar eminim bize katılım yapacaktır.” Benim gibi yazma özürlü zavallılar ise bu cümleyi şöyle yazardı: “Heyecanlanma! Şimdi herkese duyururuz, gelmek isteyenler eminim bize katılacaktır.”
Maalesef bunlara benzer pek çok örnek sıralamak mümkün. Önemli olan bu çirkin ve dile saygısızca söylemleri sıralamak değil, bunların önüne geçmektir. Eğer herkes üstüne düşeni yaparsa bu tür söylemlerin önüne geçilebileceği kesindir. Bu da dile yapılacak en büyük hizmet olacaktır.
Birimiz hepimiz, hepimiz dilimiz için…
Tahsin MELAN
Bir cevap yazın