Bu gün bildiğimiz dünyanın ışıktan tamamen yoksun kaldığını düşünürsek, karanlık odalarımızın anahtar deliklerinden evrensel bir karanlığa düşeriz. Bu karanlıkta bir lider arayışı bizi körlere sürükler. Körler görünene dayalı olmayan bu yenidünyada görünmeyenin yol göstericileri olarak, tutunmayı, koklamayı, dokunmayı öğreteceklerdir bizlere. Platon’un mağarasında ellerimiz bağlı geçip giden kuklaları seyrederken, ışığın bizi kör edeceğini bilmiyorduk. Korku insanı bilmeye, hükmetmeye çağırırken şiirin şuursuz gölgeleri bilinmeyenle sevişiyordu. İnsan kendini doğadan bir parça değil de ölümsüz ve doğal olmayan bir kültürü yaratırken bulduğunda Ortaçağ’ın gecelerinden, Aydınlanmanın gündüzlerine uyumuştu. Uyanmak sanılan bu tek gözlü geçiş derin bir uykunun imkânlı, mümkün ve mekânlı bir hakikatin yaratılışıydı. Mitosun cenazesinde Logosun ateşi yanıyordu. Florenski, Öklidci ve Kantçı uzay şemasını, bir çocuğun resimlerinde olmayan perspektif anlayışını, ehlileşmekte olan insanın eğeri olarak sunarken ‘Varoluş bir kurtuluş, kurtuluş bir varoluş’ diyor. Antik Yunan Var olanların varlığı nedendir sorusunu sorduğunda, yokluğu yadırgamıyordu. Florenski’nin kurtuluş kayığında varoluşun küreklerini yok oluş çekiyordu. Bu kadar aydınlıkta kör oluşumuzu, Florenski, duvar sayesinde duvarın içinden belirli eylemlere -bir bakış- olan Giotto’nun fresklerinde ararken, Florenski ve Nietzche Giotto’nun duvarı önünde buluşuyorlar. Dionysoscu müzik eşliğinde, Grek Tragedya’sında, Ortaçağ’da, Mısır’lılarda var olan sanatı, temel sanatsal süreçlere yönelik öğrenilmiş algılarımızı alt üst ederek görünmeyenin coşkusunda karşılıyorlar. Bir gösteriye dönüşmüş bu günün dünyasından bakınca bu buluşma resmedilen ve satılan bir yanılsamadan başka bir şey olmuyor elbette.
Dünyanın perspektifle yapılan temsilinde özgürleşme ve tinselliğin yolları tıkanırken, Shiner’ın gelip duvar işemesiyle, bir ses duyuyoruz; alınıp satılan şey’e dönüşen sanat tanımlarının ve paranın sesi. Prenslerin Nadir Şeyler Odaları’ndan müzelere ve ters çevrilmiş Pisuara doğru giderken, erke ve iktidara selam vermeliyiz(belki de bir küfür sallamalıyız).Çünkü her şeyle beraber duvarlar ve körlükler, en uzağa işemeye çalışan eril akılla örüldüler. Irıgaray, Nietzche’nin eril öğelerini, denizindeki âşık balıklarının pullarından dökerek, kadının sanatı olarak yalanın, meselesi olarak görünüş ve güzelliğin ortaya konması karşısında, bunların hakikate yabancı olmadığını söyleyecektir. Yaratılan hakikat görünüş, güzellik(e-(ril)-vrensel aklın belirlediği) ve yalandan oluşur.
Dianisos sarhoşluğu sabit değildi, bir sarhoş asla sabit bir yerde durup dünyaya bakamazdı. Florenski büyük sanatçıların şaraptan gizlice içip suyu vaaz verdiklerini hatırlatır bize.
Yaşatan her şeyin aynı zamanda öldürdüğünü bilerek bir kımıldayış arzulayan insan, yanılsamacı görme ezberinin sağladığı iktidar ışığında baktığı yeri çürütürken, sanat yemeğinde ağzında dünyayı çiğniyor gibidir. Bir yüz tükürürken başka bir yüze sessizce, maskeyi ve Oidupus’un kör gözlerini anımsarım. Bazı şeylere göz ile bakamayız, Artaud’u gözle okuyamayız. Kaba’nın ciğerlerini Kutsal’ın kalbini bir tencerede kaynatıp ,’körlerle yemek’te ziyafet sunamayız.
Göz artık gözetim mekanizmasıdır her yerdedir. Coca cola reklamında mobese kameralarının ‘dünyada mutlu olmak için bir milyon neden’i kaydettiği görüntüleri seyrederken gerçekliğin hakikati yerine görünüşün olabilirliğini görev edinen kullanmalık sanatın iktidarla işbirliği, retina kardeşliği açıkça görünüyor.
Orada, duvarda Shiner tuğlaları ustaca yapı sökümüne uğrattığında, Duchamp duvarın üzerine lütfen dokunun yazmıştı, Mayokovski Pantolonlu Bulutuyla duvarın üzerine oturmuştu, Nietzsche Aiskylos’tan Goethe’ye imgeleminde insanlığa biçim veren insanı duvar dibine çekmişti(Irıgaray ona Dionusos’un kamışını hatırlatmıştı) ,Florenski Öklid uzayında bir tur atıp geldikten sonra Kör Bilici ile duvarın görüntüsü üzerine uzun uzun sohbet etti. Bu görüntü anlardan oluşuyordu. Duvarın ötesinden Irıgaray kulağıma fısıldıyordu; Ötekinin doğurduğu görüntüler, çizgiler ya da düşlerden meydana geldiğinden, biçiminde yok edilemez bir maddeden oyulmuş kabuk gibi donmuş durur. Taşın değişmez çizgileri. Belki de gördüğüm duvar sadece taştı, taş, kâğıt, makas oyunundaki taş makası yenerdi ama kağıt onu yutardı. Eylemi yutarak sözün izinde…
Özge Paksoy
Bir cevap yazın