“Nakş-ı sun’un remz eder hüsnünde rü’yet perdesi
Hace-i hükm-i ezeldendir hakikat perdesi,
Sireti surette mümkündür temaşa eylemek,
Hail omaz ayn-i irfana basiret perdesi,
Her neye im’an ile baksan olur iş aşikar,
Kılmış istila cihana hab-i gaflet perdesi,
Bu hayal-i alemi gözden geçirmektir hüner,
Nice kara gözleri mahv etti suret perdesi,
Şem’-i aşka yandırıp tasvir-i cismindir geçen
Ademi amed-şüd etmekte azimet perdesi,
Hangi zılla iltica etsen fena bulmaz aceb,
Oynatan üstadı gör kurmuş muhabbet perdesi,
Dergeh-i Al-i Aba’da müstakim ol Kemteri,
Gösterir vahdet elin kalktıkta kesret perdesi.”
Bursa’da bulunan ve Karagöz’e ait olduğu kabul edilen mezarın, taşının üzerinde yazan bu dizelerde, Kemterî mahlaslı şair, (sadeleştirilmiş olarak) şunları söylemektedir:
“ Görünen perdedeki güzellikler, (Tanrı’nın) yarattığı şekillerin sembolüdür; hakikat perdesi, Tanrı’nın ezeli hükmünden başka bir şey değildir. – Dış görünüşte iç görünüşü seyretme olanağı vardır, kalp gözüyle görülen perde, anlayan [= Tanrı sırrını ve gerçeklerini kavrayan] göze engel olmaz. – Gaflet uykusu perdesi dünyayı kaplamış, (fakat) her neye dikkatle baksan iş meydana çıkar. – Marifet, bir hayalden ibaret olan dünyayı [ ya da dünyanın karagöz perdesindeki hayalini] gözden geçirmektir, bu dış görünüş perdesi nice kara gözleri [ ya da: Karagöz’leri] mahvetti. – Aşk mumuyla yanıp geçen (şey) senin vücudunun tasviridir, bu gidiş perdesi [yani:dünya], insanı gelip gidici etmektedir. – Hangi gölgeye sığınsan yok olmaz acaba? (Sen) muhabbet perdesi kurup oynatan üstadı gör, (ona sığın). – Ey Kemteri, Muhammed soyunun dergahında [dolaylı olarak Bektaşilik’te] doğru ol, çokluk perdesi ortadan kalkınca, birlik [=”tek varlık”, Tanrı], gücünü gösterir..” [1]
Aynı zamanda, “Bahçe” adlı karagöz oyununun girişinde ‘perde gazeli’ olarak okunan bu dizelerde, insanın dünyayı ve içindekileri bir perdenin ardından görebildiği, ve görebildiklerinin “Hakikat”in ancak bir sureti olduğu ileri sürülmektedir. Karagöz oyunlarının hemen başında, Hacivat’ın dile getirdiği perde gazellerinin pek çoğunda rastlanan bu yaklaşım, karagözün ve genelde gölge oyunlarının, perde arkasından seyredilme mantığıyla örtüşen bir yaklaşımdır. İnsanla gerçek arasında yer alan ve gerçeğin (hakikat) görünmesini engelleyen perdeler olduğu fikri, değişik düşünce ve inanç akımlarınca benimsenmiştir. Platon’un “Devlet” eserindeki “mağara mitosu” da buna benzer bir görüşü dile getirir:
“ ‘Şimdi’, dedim, ‘bilgi ve bilgisizlik bakımından insan tabiatını şöyle tasarla: bir çeşit yeraltı mağarasında yaşayan insanlar düşün. Bu mağaranın kapısı boydan boya ışığa açık olsun. Bu insanlar çocukluklarından beri orada ayaklarından ve boyunlarından zincire vurulmuş olarak oturuyorlar, öyle ki ne bir yere kımıldayabiliyorlar, ne de (zincir, başlarını döndürmelerine engel olduğu için) önlerinden başka bir yeri görebiliyorlar. Arkalarında ve uzakta bir tepenin üzerinde yanan ateşin ışığı sırtlarına vuruyor. Bu ateşle mahpuslar arasından yüksek bir yol geçiyor. Bu yol boyunca alçak bir duvar örülmüş, kukla oynatanların önlerine yerleştirip üstünden hünerlerini gösterdikleri bölmeye benzer bir duvar.’
‘Tasarlayabiliyorum bunları’ dedi.
‘Şimdi de bu alçak duvarın arkasından geçen insanlar düşün: Bunlar türlü türlü eşya, taştan, tahtadan, her çeşit maddeden yapılmış küçük insan ve hayvan heykelleri taşıyorlar. Duvarın üstünde yalnız bu eşyalar görülüyor. Geçen insanlardan da kimi konuşuyor, kimi konuşmuyor.’
‘Doğrusu garip bir manzara, mahpuslar da garip!’
‘Bize benziyorlar’ dedim. ‘Önce şunu sorayım: Böyle bir durumda bu adamlar kendilerini ve yanınakileri şimdiye kadar sadece dışarıdaki ateşin karşılarındaki mağara duvarına yansıttığı gölgelerle tanımışlardır; başka bir şey görmemişlerdir, değil mi?’
‘Nasıl görsünler?’ dedi. ‘Bütün hayatları boyunca başlarını bir yana kımıldatamıyorlar ki!’
‘Duvarın üstünden gelip geçen eşyayı da öyle tanırlar, değil mi?’
‘Elbette.’
‘Peki, aralarında konuşabilselerdi, gördükleri gölgeleri gerçek eşya sanıp ona göre konuşmazlar mıydı?’
‘Zorunlu olarak.’
‘Mağaranın dip duvarı da yankı yapsaydı, geçenlerden biri konuştukça, konuşanın önlerinden geçen gölge olduğunu sanmazlar mıydı?’
‘Zeus hakkı için öyle sanırlardı’ dedi.
‘Bu adamlar herhalde gelip geçen eşyaların gölgelerini de gerçek şeyler sayarlardı.’
‘Elbette.’
‘Peki şimdi bunları zincirlerinden ve bilgisizliklerinden kurtarırsak, ne olacağını düşünelim. Bu mahpuslardan birini çözelim, zorlayıp hemen ayağa kaldıralım, başını çevirtelim, yürütelim, aydınlığa doğru baktıralım: bütün bu hareketler ona acı verecek, gözleri kamaşacak: bu yüzden de biraz önce gölgelerini gördüğü o nesneleri seçemeyecek. Ona şimdiye kadar gördüklerinin boş görüntüler olduğunu, şimdiyse gerçeğe daha yakın, gerçek nesnelere daha dönük bulunduğunu, daha doğru gördüğünü söylersek; üstelik, gelip geçen şeyleri birer birer gösterip bunların ne olduğunu söylemesi için kendisini sıkıştırırsak, ne cevap verir dersin? Apışıp kalmaz mı? Demin gördüğü şeyler ona şimdi gösterilenlerden daha gerçek gelmez mi?’
‘Çok daha gerçek gelir’ dedi.” [2]
Platon’un ileri sürdüğü bu düşünce, İslam inancında da benimsenen ve sufilerce
sık yinelenen bir düşüncedir. Bu çalışmada, karagöz oyunlarındaki perde
gazellerinin pek çoğunda işlenmiş olan bu düşüncenin, tasavvufla olan bağı
araştırılacaktır.
[1] Cevdet Kudret, Karagöz, Yky 2004, 1. cilt s. 125-126
[2] Platon, Devlet (çev: Hüseyin Demirhan), Sosyal Yayınlar, İstanbul 2002, s.257-258
Bir cevap yazın