Tuza, ekmeğe benzemiyordu, barbarların bizden çaldığı
Tavanı tıka basa sokak evimize benzemiyordu
Orada kaç çeşit çağ yıkıldı, bir o kadar da hayatta kalınmışlık
Kaç Kasım gizliydi Lili bavul kayışlarında ?
İşgalci bir sus kuşatmıştı zamanı
Heykellerin yüzünde abartılı bir ciddiyet, sanki bir yere gitmeye hazır
Giden kalan meselesi değildi
Burada yol sadece bir kadastro meselesiydi
Yarasıydı nereye varacağını bilmez atların
Borovitski Tepesi’nden bakıyorum da şehre
Ben sadece bu uçurum kadarım Lili
Ryazan’dan ne varsa önüne katarak akan Volga’da yükselirken sular
Hiç tanımadığım bir güzün ellerinden tutuyordum
Oysa henüz bitmemişti yaz
Ne kadar da benziyordun ihtilâle
Ölümcül kışlar geçti, anlamadım gözlerinin niyetini
Çok birikmiştik iki ıssızlığın içinde
Nereye gitsek bir kuytuluğa çıkıyordu sonsuzluk, bağışla anlamadım
Sana hoş bir ölüm şekli söyleyeceğim, bana deli diyeceksin
Vaatler yüzünü eskitir, güz bir kobra derisidir, soyunur da soyunur yalan
Kurak masallar başlar birden, alınganlıklar uzanır yağmurun erincine
Uzak diye bildiğimiz ne varsa akar ‘pantalonlu bir bulut’tan
Ahşap köprü bir gemi eskisi olur
Batar gelip geçmelerin çivileri
Kıpçak bozkırına ırayan bir tren kırar dallarını
Yara yaradır zaman, bir geçmiş âhı yükler şimdiye
Bir bilsen nasıl da zor gelir yaşamak
Nasıl da zor gelir batmak denize dalga yüksekliğince
Ben seni beklerken büyümedim Lili
Kalma hakkımı kullandım çocukluğumun karanfil bahçelerinde
Yarasaları salıyorum gecenin mağarasından
Denizaşırı alınganlıklara çarpıyor duyargaları
İçimin taylarını salıyorum delice sana koşan
Seni beklerken Lili
Bin dilde susar beni benden uzak tut kuyusu
Rüzgâr öbek öbek tükürür üşüyen soruları:
“Bunca zamandır neredeydin, neden gittin?”
Azalırken omuz ortamdan bin yıllık kanat ağrısı
Aşağılanan zamanı ah bir görebilseydin.
Bir cevap yazın