Gözlerimden yüzüme akan hüzünlerle uyuya kaldım o gece. Artık içinde benden başka kimsenin kalmadığı kocaman evde. Sessizdi. Sessiz ve nefessizdi her şey. Cam kırıklarıyla doluydu salon. Beyaz mermerlerde kırmızı lekeler çarpıyordu göze ve benim bileğimde hafif bir acıma hissinin yangını sürüyordu. Sayısız kitabın arasında ve esansla dolu sayısız beyaz taş kutunun,cam şişenin içinde gül kuruları vardı. Asıl rengi kırmızıydı her gülün. Kan kadar kırmızıydı gül. Ve mermer zeminin üstündeki kan kadar beyaza zıttı gülün rengi. Aynı zamanda da zıt olan her şeyin birbiriyle uyumlu olması kadar da uyumluydu. Ama asıl renginde değildi gül. Kanamıştı. Tükenmişti. Tükenince incelmişti gülün yaprakları. Kanayınca ve aynı zamanda kuruyunca çok şey eksilmişti gülün renginden. Her gül gibi kuruyunca onun rengi de siyaha dönüşmüştü. Gülün hali buydu. Evin hali buydu. Benim halimse tüm hallerden ayrıydı. Belki biraz rengini kaybeden güle benziyordum o kadar. Belki biraz da kırgınlığımla o beyaz taş kutunun üstüne düşüp kırdığı cam şişeye benziyordum. Ve ben her gece bir yıldız kaysın diye beklerken uyuya kalıyordum. Gecelerden öyle bir geceydi gene,yıldız kovalarken gözlerim gökyüzünde,nefessiz kalmıştım bende öylece. İçimdeki sızı bileğimdekini geçmişti. Derin bir yara vardı içimde. Kanıyordu hep. Bense yerini keşiften acizdim o yaranın. Can acıması, canın acıması değildi. Başka, bambaşka bir şeydi bu. Ellerim titrerken gül ve ağaç kokulu sayfaların üstünde, ben biliyordum gene de kan kaybından olmayacaktı ölümüm. Düş kaybından olacaktı. Uyudum o gece. Kayboldum düşlerin içinde. Uykunun derin,kasvetli mahzenlerinde gezindim durdum aylak aylak. Neden sonra U-yandım. Vakit alaca kar’ an’lıktı. Her şey bir an’lıktı. Bir an’da doğuyordu Güneş sonra yine bir an’da batıyordu. Nasıl ki gülmek kardeşti ağlamakla. Öyleydi gece. Öyleydi gündüz. Tüm kahkahaların en şiddetli anında ağlamaya dönmesi gibi gece de en karanlık anında sabaha dönüyordu. Vakitlerden o vakitti bütün yangınlardan u-yandım. Semadaki binlerce yıldızın ahenkle dansına şahit oldum. Binlerce,yüz binlerce yıldız vardı kayan. Benimse tek ve biricikti dileğim. Rüya mıydı bu? Uyanıkken düş görür müydü insan? Dedim ya tekti benim dileğim. Başka da yoktu bir di(le)yeceğim. Onu da di(le)yemeden yana yana u-yandım gündüz gördüğüm gece düşünden. Bir ses çağırmıştı sanki beni. ”Uyan. Yan. An. ” Diye seslenmişti sanki. Nasıl oldu da uyandım bilmiyorum. Nasıl olduysa öyle oldu u-yandım işte. Yandım. Ve düştüm kendi düşlerimden. Bir uçurumun kıyısına indim bir anda. Dedim ya her şey bir an’a bakıyordu bu hayatta. İşte bende öyle bir an’da düşüverdim kendi kurduğum düşlerden. Kanat çırpmaya kalktıkça yere çakılan yavru kuşlar gibiydim. Avuçlarımda kan. Elim yüzüm yara bere. Üstüm başım toz toprak içinde. !
Nerdesin anne?
Sanki annemin sesiydi beni uyandıran “kapıyı aç” diyordu. Kapı çalınıyordu. Koştum. Açtım kapıyı. ”Anne” dedim. Bir büyük sessizlikle karşıladı beni rüzgar ve yalayıp geçti soğuk yüzümü. Tenimi acıdı. Orada, kapının dışında karanlık vardı. Soğuk vardı, Annem yoktu. Rüzgarın uğultusu kulaklarıma doldu. Her yanım karanlık bir kuyuydu. Yıldızlar karanlığa boğuldu. Akan sular duruldu. O an yeryüzünde tek bir çocuk bile “anne” diyemedi.
adıma bakıyordu her şey ve bir an’a. Bir adımla düşecektim o kuyuya. Kayıplara karışacaktım derinliğinde kuyunun ve suyun. Kolaydı bunun olması. Çocuktum çünkü ben. Çocuk değilsem bile çocuk kadar saftım nihayetinde. Gökyüzündeki yıldızlardı kuyunun dibindeki bir avuç suya yansıyan. Birileri taş atıyordu kuyuya. Suda kavisler çizince taş,ben onu yıldız kaydı sanıyordum. Oysa hiçbir yıldız kaymıyordu. Her şey yerli yerinde ve sabitti. Benim gece sessizliğinde,beyaz mermerlerde param parça olurken hiç ses çıkarmayan düşlerim dahil değildi buna sadece. Esen rüzgarı annem sanmıştım. Onun sesi, nefesiydi sanki. Oysa yanılmıştım bir büyük yanılgıyla. Değildi. Öyleyse ben neden bekliyordum hâlâ ve hâlâ üstümde mine çiçekleri taşıyan incecik pembe elbisemle neden duruyordum burada. Çıplak ayaklarım mermer kadar beyazken şimdi. Titriyorken ben,ve ellerim kavramışken demir kapıyı sımsıkı. Ki soğuktu ve benim düşlerimden daha ağır değilse de ağırdı demir kapı. Neydi beklediğim nihayetinde? Karanlığın içinden bir el beni O’na götürsün diye miydi benim tükenmek bilmeyen umudum. Öyle olmadı. Vakit geceden sabaha dönerken demir kapı olanca ağırlığıyla kapandı. Umut bir kandil oldu kapının önünde. Rüzgar esip haince son kandilin ışığını da söndürünce. Beyaz,soğuk yastık göz yaşlarımla ıslandı. Annem gelmedi. Kimse, hiç kimse gelmedi. Ben gittim onlara. . .
Anneme ve tüm sevdiklerime. Başımı o soğuk yastığın üstüne koyduğum anda onlarla buluştum düşlerimde. Bilmedi. Bilemedi. Hiç kimse benim bildiklerimi. Ve görmedi,göremedi kimse. Hiç kimse benim gördüklerimi.
Anneme uzattım düşümde ellerimi. Gülümsüyordum.
Elini uzattı o da. Gülümsüyordu.
Az bir zaman geçti. Bana asırlar gibi geldi.
Parmaklarım onunkilere değecekti.
Parmakları benimkiler değecekti
Az bir zaman geçti. Bana asırlar gibi geldi.
Tam tutacaktım elimden ve o da tutacaktı elimden
Olmadı !
Yandım. Yandım. U-yandım !
Tam o anda. U-yanıp da bir daha hiç uyuyamadığım zam’ an’da. Bir yıldız kaydı. Sadece tek bir yıldız. Bir tek dilek tuttum bende. Zor değildi. Kolaydı. Gerçek olsun diye dileğim beklemedim. Yolu vardı. Yordamı vardı. Bir kez uyumalıydım. ve bir daha u-yanmamalıydım. Hepsi bu. Hepi topu bu. Ve bu da,bir daha asla u-yanamayacağım bir rüya demekti. Bu kadarcıktı. Yegane ve tek dileğimin hükmü:Bir kalp atışının bir daha duyulmamasıydı. . Değil mi ki iki ezan arasındaydı hayat. Kulağıma okunan ezanın hükmü ardımdan okunacak olan ezanla sona erecekti. Zor değildi. Kolaydı. Yolu yordamı vardı. Mümkündü.
Beyaz mermerin üstündeki cam kırığına bakardı her şey bir de henüz kurumamış, kanayanrengini kaybetmemiş güle.
Bir cevap yazın