Banyodan çıkarken hâlâ çalışan sifonun gürültüsüne rağmen sesi duydu, sanki hafif bir fısıltı. İyi de onun evinde, hem de gecenin bu saatinde fısıltı da neyin nesiydi? Yine kendi kendine mi konuşmuştu acaba? Ama o kendiyle konuştuğu zaman fısıldamazdı ki, öyle gür bir sesle konuşurdu ki bazen etrafındakilerin “ Deli mi ne!” bakışlarıyla karşılaşırdı. Kendi olmadığına göre bu fısıltı kime aitti? Bu gece tuvalete kaçıncı kalkışıydı? Daha öncekilerde de vardı da farkına varmamıştı? Kulak kabarttı, içerideki odadan geliyordu, yavaşçacık ilerleyince kapalı kapının altından sızan ışığı fark etti. Allah allah, onun evinde, hem de gecenin bu saatinde bu ışık da neyin nesiydi?
Hızlıca ilerleyip kapıyı açıverdi. Genç bir delikanlı korkuyla sıçrayıp elindeki kitabı düşürdü.
-Abi, ödümü patlattın ha!
Adam delikanlıya şaşkınlıkla baktı.
-Sen de kimsin? diye sordu.
-Abi, kusuruma bakma, gece gece de evine girdim ama hırsız değilim, valla bak, aslında mesai saatindeyim ama işte baktım penceren aralık, dayanamadım, gireyim de beybabanın kitaplarına şöyle bir göz atayım dedim. Seni rahatsız etmeyeyim diye kapıyı da kapadım ama ben içimden okuyamıyorum be abi, kaptırıp gidince sesim sana kadar ulaştı demek. Aslında lambayı da yakmayacaktım ama elimdeki fenerle okumak zor oluyor be abicim.
-Oğlum, kimsin sen yahu?
– Ha, haklısın abi, kendimi tanıtmadım. Adım Mustafa.
Yaklaşıp şaşkın adamın eline sarıldı, hararetle sıktı.
Üzerinde “Sana içimi döksem, beraber toplar mıyız? “yazan tişörtünü düzeltti, uzun saçlarını at kuyruğu yapmış, siyah pantolonun paçalarını ayak bileklerinin üzerine kadar kıvırmıştı. Beybabanın bakışlarını görünce, “Ayakkabılarımı pencerenin hemen önünde çıkardım abi, evin kirlenmesin. “diye kısa bir açıklama yapıp yerdeki kitabı kaldırdı.
-Abi, ne çok kitabın var, ben genelde buralardaki sokaklarda işe çıkıyorum, ha, haklısın sana ne iş yaptığımı söylemedim, ben atık topluyorum abi, bak arabamı evin önüne park ettim, şu brandası kırmızı olan, ben yaptım arabamı, elimden öyle şeyler gelir abi, sabahları çöp kamyonları gelmeden işi bitirmemiz gerekiyor, yanlış anlama, ben evleri asla gözetlemem ama birkaç kez perden aralıktı da kitaplarını görmüşlüm var, bir göz atayım dedim, yanlış anlamadın değil mi abi?
– E biraz yanlış anlamış olabilirim çocuğum, insan gecenin bu saatinde evinde yabancı birini görünce başka şeyler düşünüyor tabii.
– Yok abi, ben bıraktım o işleri.
– Hangi işleri?
– İşte hırsızlık filan, yalan yok, üç beş eve girmişliğim var ama her seferinde kitaplara, gazetelere filan dalınca, baktı olmayacak babam beni bu işe verdi.
– Hırsızlık için girdiğin evlerde kitap mı okuyordun?
-Sorma abi ama evlerin çoğunda kitap ne gezer, bırak kitabı, iki satır okuyacak bir gazete, bir dergi alır insan. Baktım okunacak bir şey yok, hemen çıkıyordum o evlerden. Ama çok şükür, şimdiki işimde iyi ekmek var abi.
-İyi kazanıyorsun yani.
-Yok abi, o manada değil, çöplerden ne kitaplar çıkıyor aklın durur. Ben de hepsini topluyorum, evde meyve sandıklarından bir kitaplık bile yaptım kendime, görsen, onlarca kitabım oldu, gerçi senin kitaplığının yanında benimki ne ki. Bir de abi, o güzelim kitapları nasıl çöpe atarlar, hiç aklım almıyor. İnşallah okuyup da atıyorlardır.
– Çok mu seviyorsun okumayı?
-Çok abi, okuyorsun okuyorsun başka dünyalara gidiyorsun, türlü türlü insan tanıyorsun, yoksa nasıl gideceksin, nasıl tanıyacaksın. İlkokulu bitirdim ama sonrasında mecbur, ekmek parası, beş kardeşiz biz, babam nasıl geçindirsin hepimizi. Ama bir gün bir kitap okudum, hepimizin hayatı değişti.
– Hangi kitapmış o?
-Böyle tuğla gibi bir kitap, yazarı uzun isimli, sen bilirsin, Dos- Dosto…
-Dostoyevski.
-Hay yaşa abi, yazarın adını aklımda tutamıyorum ama kitabın adı hep aklımda. Suç ve Ceza. Abi var ya, o kitabı bir okudum, aklım şaştı, oradaki Raskol abinin çektikleri neydi öyle? Oturdum düşündüm, bu hırsızlık ne fena dedim, gerçi biz hiç can almadık, can almak Allah’a mahsus ama hırsızlık da kötüymüş, herkesin parası pulu, malı mülkü kendine, bir daha işe çıkmadım, hatta inanır mısın, babamla, abilerimle da konuştum, konuştum, hak verdiler biliyor musun, artık ailecek sadece atık işindeyiz abi.
– Bravo size.
– Hah, geçenlerde bir abla da böyle dedi. “Bravo size, çok faydalı bir iş yapıyorsunuz, aslında geri dönüşecek çöpleri belediyenin toplaması gerekir ama nerdeee, siz hallediyorsunuz ne güzel!“ dedi, gittim ellerini öptüm. Önce vermek istemedi, üstümüz başımız biraz kirli tabii ama sonra uzattı yine de. Arada bizi de anlayan çıkıyor be abi.
-Ben de çok severim Dostoyevski’yi.
-Sen de yazar mısın abi?
-Eh, arada karalıyorum bir şeyler.
-Karikatür filan mı abi? Ben öyle dergileri de çok seviyorum, hatta ayıptır söylemesi hırsızken girdiğim evlerden birinde okuyup okuyup öyle sesli gülmüşüm ki az daha yakalanıyordum.
– Yok, çizer değilim, kısa öyküler yazıyorum ama bana yazar denebilir mi bilemiyorum.
– Yazıyorsan yazarsındır abi, daha ne, kitabın filan çıktı mı?
– Kitabım yok ama yazılarım dergilerde yayınlanıyor.
– Vaay, müsaadenle bir gün okumak isterim abi.
– Dur, sana bir soru sorayım.
-Buyur abi?
– Bu aralar üzerinde çalıştığım bir konu, senin de fikrini almak isterim.
– Benim mi? Estağfurullah abi, benim ne fikrim olacak?
– Yok yok, sen akıllı bir delikanlısın, belli. Vampirler hakkında ne düşünüyorsun?
-Ne düşüneceğim abi, gece gece dolaşıp insanların kanlarını emen beyaz suratlı, sevimsiz tipler işte. Sarımsak sevmezler, kara kara giyinirler, tabutta uyurlar, ıyy. Benim bildiğim kitaplarda, filmlerde filan olurlar. Hayırdır, niye sordun ki?
– Peki, şimdi sana bir cümle okuyacağım: “Sivri kazıklar vampirler için neyse, gerçek de çoğunlukla hayal gücü için odur “, bu konuda ne dersin?
– Haaaa, işte orada dur abi, bak bu konuda iki çift lafım olacaktır. Şimdi vampirleri bir tek bu kazıklar öldürüyor ya, o da sadece kalplerine saplanırsa, bazı gerçekler de bizim hayallerimizi öyle öldürüyor be abi. Mesela şu arka sokakta bir kız var, nasıl güzel, nasıl hanım, üniversiteye gidiyormuş, arkadaşıyla konuşurken duydum. Şimdi bu hanımefendi benim gibi ilkokul mezunu bir atıkçıya yâr olabilir mi, al sana kazık abi, hayal bile kuramıyorum, öyle sivri bir kazık işte, onu her gördüğümde kalbime saplanıyor be abi.
– Birer kadeh içer miyiz beraber? Uzun uzun konuşulacak bir konu bu.
-Sağ ol abi, mesai saatlerinde içmiyorum. Ama bir çayını içerim bak. Hatta dur ben demleyeyim, mutfağın şu tarafta biliyorum, yanlış anlama, perde aralığından gördüm ha, hatta orada da gazete yığınların var da içim gitti.
-Tamam, hadi, sen çayı demle ben de bir tuvalete gideyim. Çay kavanozu sağdaki dolapta, demlik de ocağın üzerinde.
– Abi ya, bak ne diyeceğim, okumaların bittiğinde o gazeteleri alabilir miyim? Günü geçmiş de olsa okuyorum ben onları.
– Tabii tabii, hatta sana ödünç kitap bile verebilirim.
-Vallaha mı, abi büyüksün, ne diyeyim. Okur okur geri getiririm ben onları. Sen hiç merak etme. Ne güzel bir gece ya, kalbe giren kazıklar bile daha az acıtıyor. Hatta öldürmüyor, güçlendiriyor. Bunu biri söylemişti ama kim söylemişti? Dur abi gelsin de sorayım, bilir o.
Bir cevap yazın