Evvel zaman, kalbur saman içinde bir solucan dünyaya gelmiş. İsmi Mofin*. Solucanın anası Senegal, babası İngiltere. Bir gün alıyor baba Araplar’dan, bir hazine kokusu. Belki de altın… Durmuyor elbette, işte o zaman tanışıyor o kadınla. Bizim Mofin böyle dünyaya geliyor. Bakmayın siz, kimliğinde Gambiya diye kaydedilmiş. Olsun, kimliği fareler yer, fareyi kediler…
Velhasıl şapkadan hazine çıkmıyor, baba kölecilikten yürüyor. Ve palazlanınca terk ediyor Mofin’i. Ne yapsın, başka bir sürü evladı var. Pek de üzücü bir hikaye değil. Mofin’in umrunda bile olmuyor. İngiliz çocuğun derdini Afrikalı çocuk tespih yapıp çekiyor. Malum Afrika’da aileler büyük, çoluk çocuk kalaba. Ana taşır, doğurur; babanın evladı zaman zaman pelte gibi attığı olur. Biz dönelim solucana. Bir baba gidiyor, diğeri geliyor. Gelen gideni aratıyor. Uzun süre Yahya sahipleniyor Mofin’i. Yahya, nam-ı diğer, ‘Ekselansları Şeh Profesör Hacı Doktor İnanç Muhafızı Nehirlerin Fatihi Yahya Jammeh’. Bakmayın siz, kimliğinde bu ünvan kaydedilmiş. Olsun, kimliği fareler yer, fareyi kediler…
Mofin fakir. Anadan da babadan da fakir. Rüşvetle doyuruyor karnını. Özellikle ziyaretine gidecek yabancılara duyurulur. Hazırlıklı gitsinler. Rivayetlere göre Mofin’in bahçesini muhafız kılıklı avcılar korurmuş. Bu avcılar profesyonel hikaye anlatıcılarıymış. Hikaye vize. Önce keseciklerini gerçekten yalandan hikayelerle doldururlar, sonra ziyaretçiyi kabul ederlermiş. İşte şimdi Yazar niyetini beyan ediyor, bu hikayeyle de o kesesini dolduracak. Gelelim avcılara… Bunların başka meziyetleri de varmış. Mesela hikaye zayıf kalırsa, ziyaretçinin çantasına bir tutam çimen atar, eve boş dönmezlermiş.
Bir gün Yazar kendini işte bu sınır kapısında buluyor ve burayı çok seviyor. Gerçekten yalandan hikayeler anlatmayı sevdiği gibi… Baştan başlayalım. Yazar Senegal’den yola koyulmuş, Solucan Mofin’in kapısını çalmış. Hazırlıklı gitmiş kapıya. Avlanmayacak. Önden gardını almış zaten. Vize şart mı? Evet mi hayır mı? Birkaç ‘arkadaş’a sormuş önden. Kiminden cevap alamamış, sinirlenmiş, çekmiş sifonu. Kiminden cevap almış, çekmiş burnundan şükran kokusunu. Gelsin, ‘evet’, ‘hayır’lar. Mofin’in huzuruna çıkmış iki gezginden, ‘hayır’. Henüz onunla tanışma fırsatı bulamamış bir gezginden, ‘evet’. İnternet yetkililerinden ‘hayır’. Elçilik yetkililerinden, bir ülkede ‘evet’, diğer ülkede ‘hayır’. Duygusal cevaplar, ruh haline göre değişiyor. Yazar, bu yüzdendir, sevmiş elçilik yetkililerini, gerçekten yalandan hikayeleri sevdiği gibi.
Bekletmeyelim Yazar’ı daha fazla sınır kapısında. O gün tüm bileziklerini kullanmış, belgelerle kapıya dayanmış. ‘Hayır’da diretmiş. Olan olmuş, kovulmuş. Gitmemiş fakat, gönlü rahat, yüzü yüzsüzmüş. Açmış sefer tasını, kaldırımda afiyetle sefa etmiş. Çiğnerken bir teneke sardalya, ekmek ve yer fıstığı, avcı kılıklı bir öğretmen gelmiş, büyük bir hediye bırakmış ve gitmiş. Yazar’a on dakikada yeni bir dil öğretmiş. Bu tatlı dilin sihri yılanı deliğinden çıkarırmış. Kurallar oldukça basitmiş. Muhalefet etmek, inkar etmek yerine usulca yalvarmak ve yardım istemek…. Bilgi yerine minnet… Yazar’ın dillerle arası zaten iyiymiş. Bu yeni dili de sevgiyle karşılamış ve hemen pratik etmeye girişmiş. Büyük avcının huzurlarına çıkmış tekrar. Af dilemiş, yerlere kapanmış. Ne zor durumda olduğundan girmiş, fakirliğinden çıkmış, yardım dilemiş.
Jim Jam Jom Jili Jili Jom
Açıl susam açıl
Susam açılmış. Yazar o gün en iyi hikaye anlatıcısı seçilmiş. Parayı fareler yemiş, fareyi kediler… O elini kolunu sallaya sallaya kapıdan geçmiş ve solucanın kucağına oturuvermiş. Üç saat sürmüş bu merasim, ama değmiş. Yeni bir dil öğrenilebiliyorsa üç saatte, ne ala imiş!
Mofin açtıktan sonra kapılarını, Yazar’ı hem şehrinde hem köyünde misafir etmiş. Yazar şehri sevmemiş, sevebilene de şapka çıkarmış. Köye kaçmış, okyanus kıyısında. Burada muhteşem bir teneke sarayına misafir oluvermiş.
Derken anaya, Senegal’e dönme vakti gelmiş. Tekrar vize mevzu bahis olmuş, gerçekten yalandan hikayeler kuşağı başlamış. Sınırda vize alınabilir mi? Evet mi hayır mı? Araştırmalar başlamış. İnternet yetkililerinden, ‘hayır’. Seyyah bir dosttan, ‘hayır’. Elçilik yetkililerinden, ‘hayır ama evet’, son olarak da ‘bilmiyorum’. Yazar bu sonuncuyu pek sevmiş. Ve hikayenin aslını kendi kendine öğrenmeye karar vermiş.
Önce Senegal Elçiliğine gitmiş, muhalefet etmiş, kovulmuş. Fark etmiş ki tatlı dilin sihrini ancak ustalar bilezik etmiş. Solucandan ayrılmış, anasının kapısını çalmış.
Jim Jam Jom Jili Jili Jom
Açıl susam açıl
Susam açılmamış. Haydi, dön geri solucana, vizeni al, tekrar gel. Yeniden Mofin’in huzurlarına çıkılmış.
Jim Jam Jom Jili Jili Jom
Açıl susam açıl
Susam açılmış. Yazar elini kolunu sallaya sallaya içeri girmiş. Derken, otostop vakti gelmiş. Önce ağaçlar, börtü böcek, çalı çırpı durmuş.
Sonra bir Protestan rahip. Sormuş rahip:
– Kalacak yeriniz var mı?
– Yok.
Rahip hemen bir Hristiyan misyonunda yer ayarlamış. Yer stüdyo daire. Elçilik yan sokak. Yazar çok şaşırmış ve paylaşmış hikayesini rahiple. Rahip Yüce İsa’ya dua etmiş, ‘bu tesadüfün değil, onun işidir, solucanın daveti işte bu yüzdendir’ demiş. Yazar ağzını ertesi gün kapatabilsin, tekrar Elçilik’in yolunu tutmuş ve başlamış gerçekten yalandan hikayeler. Mevzu bahis, vize ücreti. Ne kadar? Bir seyyahtan, ‘5.000 Frank’. Elçilikten, ‘10.000 Frank’; birden değişmiş halet-i ruhiye, ‘12.000 Frank’. Yazar bu sefer öğrenmiş itaatin tatlı sihrini ve ödemiş 12.000, bir bardak da soğuk su içmiş.
Gün batımında bir ağaca selam çakmış ve yoluna devam etmiş.
Bir cevap yazın