Tıpkı bedenin aldığı fiziksel şiddete dayalı yaralar gibi ruh da duygusal şiddete dayalı mermi yaraları-kırıklar-yanıklar-kesikler-boğulma izleri ile yaralanır. Öyle ki an gelir ruh yaraları sonsuza açılır ve beden görünmez olur. Ve bazen söylenmeyen tek bir söz tüm zamanların en acı sözü olduğunda yeni ve derin bir kesikle sessiz bir çığlığa vurulur sabah.
Bir bakarsın uyumadan görülen rüyanın duvarları varmış. Aklında bir oraya bir buraya savrulan düşünceler içinde hep duvarsız yalansız bir piç olarak babasız dişi kurdun pençelerini bileyeceğini anlıyordu. Otobüsün içinde onlarca kadın vardı ve birbirlerini tanıyorlardı. Polisler otobüsün kapısında gülüşüyor kendini daha da uzak ve yabancı hissetmesi için hava bile farklı kokuyordu. İşemesi lazımdı. Tuvalete gitmek istediğini söylediğinde dışarıdaki polislerden biri arabaya işesin diyor diğerleri de çirkin kuklalar gibi sallanarak gülüyorlardı. Saçları jöleli, bakışları kapana kısılmış bir hayvan gibi üzerine yıkılan polis hadi yürü dediğinde ruh yaralarının görünür olmadığına içten içe seviniyordu. Polisle birlikte adımlarını ona uydurmaya çalışarak ilerlerken kendi şiirinden sürgün edilmiş bir şair gibi başını dik tutmaya çalışıyordu.
Burada bile farklıydı. Hep birilerinden olmak gerekiyordu. Diğer kadınlarla arasında bir köpeklik mesafe vardı. Bu mesafe bin ışık yılı kadardı ve kadın polislere olan mesafeyle aynıydı. Sokakta selam verdiği kediler ve köpekler hep daha yakın geliyordu ona. Acıdan öte bir yazgıydı her zaman her yerde başka olmak. Günah satmak kolaydı hiçbir zaman bir satıcı olamazdı. Otobüse geri döndüğünde diğer kadınların şakalaştığını gözaltı maceralarını anlattıklarını gördü.
Biraz sonra otobüs hareket etti darp raporu için hastaneye gelindiğinde kapıdaki kadın polislerin ‘onlar darbı bizden değil başka yerlerden almışlardır’ diyerek güldüklerini duydu. Bu alaya eşlik eden el hareketinde takılı kalan gözleri uzak bir ülkede kan kaybından ölen bir kadına ıslık çalıyordu. Damarlarında bir sızlama hissetti ama hiçbir kadın onunla göz göze gelmiyordu. Her yerde her zaman olduğu gibi marjinalin dramında bir baht dönüşü yaşanacak yakınlık yoktu. Zaman boşluğuna şiirler düşürebilir bir soytarının gözyaşını sahiplenebilir ve ben de sizdenim diyebilirdi. Ama biliyordu birlikte dövülmek bile onlardan olmasını sağlamıyordu.
Pencereye alnını dayadı zamana üfleyerek dışlanmışlığı içinden şunları geçirdi; oysa ölüyormuşum onların kıyılarında. Benim bir kıyım olmadığından, çırpınmayı da bıraktım. Su beni kaldırmıyor. Onların hayatları var. Gemileri var. Günler ve duygular sadece intiharın haylaz sesi. Bana bir şey oldu, karanlık ama serin bir şey. İçine doğduğu belleksiz toprakların, bastırılmış arzuların maskeleri otobüsteki kadınlarda dışarıdaki polislerde bir bir yüzüne çarpıyordu. Pornografik bir yıkımdı yeniden ve yeniden yaşadığı. Kafasına aldığı darbeler, kollarındaki çürükler hiçbiri aslında kaydedilmiyordu. Zaten bu fiziksel yaralanmaların hiçbir önemi yoktu. Aynı yaraları aldığı bir otobüs kadınla bir anlık olsun buluşamamak acıtıyordu canını. Modern köleliliğin çiçeklerini bir bir koklayabilirim aynı değiliz ama birlikte nefes alabiliriz demek istese de hayatının her çırpınışında nasıl daha uzağa düştüğünü hatırladı ve sustu. Bir kertenkelenin geçişi kadar hızlı kayboluyordu ölümler.
Geceleri kâbuslar çöküyordu adına. Adına yazılmış kâbuslardı gece. Gün ise düzdü. Düzen, düzülen, düzülmekte olan gündüzdü. Bir mağaranın karanlığından daha karanlıktı şu medeniyetin ışıklı evleri, avmleri, okulları, şirketleri, camileri… Zehir yiyip bok içiyordu millet. Kesik damarlarından açılan kökler gözlerinde birkaç damla yaş olsa da kimse bunu görmedi. Parmak izi alma vakti gelmişti. Herkes sırayla hiçbir sorun çıkmadan parmak izi veriyordu. Sıra ona geldiğinde ellerinin terlemesi bir türlü parmak izi alınmasına olanak vermiyordu. Ellerini sil birinci komut. Ellerini sil ikinci komut. Doğru düzgün sil şu ellerini üçüncü komut. Biraz zaman aldı biraz da hırpalandı ama parmak izi alındı. Otobüse döndüler.
Otobüste radyo açıktı ve duruma katiyetle aykırı olacak şekilde caz çalıyordu. Gülümsedi. Polislerden biri radyoyu kapattı. Otobüs hareket etti. Herkes çok yorgundu. Bir gözaltı nasıl oluyor da onu daha da dışlanmış hissettiriyordu? Çalıştığı yerlerde, sokakta, gözaltına alındığı otobüste her yerde başkaları ve o vardı. Saçları mıydı, gözleri mi yoksa sözleri mi? Neden hep yabancıydı? Böylece zaman kırılıyor otobüsün tekerleklerinde bu dünyadan olmadığına dair acıklı bir şarkı dönüyordu. Bir şekilde birileri, birileri ile aynıydı. O ise uzaylı yumurtası gibi parlıyordu aralarında. İkinci kez hastaneye gelindi ve artık buradan herkes serbest kalacaktı. Duvar yoktu, makinelerin hep birlikte çalıştığı bir gökyüzü fabrikasının içinde onlarla birlikte yürüdü. Sarhoş babalar gibi kokan sokaktan yalnız ve bir köpeklik mesafe daha uzağa atılmış olarak yürüdü.
Bir cevap yazın