Sahil şehirlerinin herhangi birinin denizinde intihar eden genç bir kadın hayal etti yazar. O sıralarda sevgilisi onu aldattığı için beni yarattığında böyle bir tasavvura kapılmış olmalıydı. İntihar sebebi(m), hayata aynı zaviyeden baktığına ikna edemediği(m) bir yazardı. Bir kitap fuarında tanımıştı kız onu, her kitabını çıkar çıkmaz okuyan hasbi bir hayranıydı. Yeni çıkmış Mekâna Sığmayan Zamansız Aşklar kitabını imzalatırken göz göze gelmiş ve bir müddet sonra onlar da zamanı unutmuş ve mekâna sığamamışlardı.
Yazar, bu paragrafı yazdıktan sonra gözyaşlarının öyküyü yazdığı kâğıtlara damlayıp mürekkebi dağıtmasına aldırış etmeden ağlamaya başladı. Öyküdeki yazarla değil de onunla göz göze gelmek istedim o an. Mürekkep yerine gözyaşlarını kullanıp yazmaya devam etse, beni o yazarın karşısından kaldırıp hemen yanındaki standa kendi yanına çekiverse veya intiharıma sebep olacak o yazarı karşımdan silip kendini onun yerine koysa ve ikimizin gözleri zamanı unutsa, mekâna sığamasa diye temenni edip bekledim, olmadı.
O gün göz göze hâlim takılı kaldı öyküde. İntihar edeceğimi bilmiyordum kurgunun devamında. Yazarımı öyküye çekme isteğim, beni öldürecek yazardan nedenini bilmediğim bir kurtulma hissine kapılmamı sağlamış olmalıydı. Sanırım tasavvur sürecinde yazarın düşünme silsilesi fark etmeksizin bana intikal etmekteydi. Ancak öyküsünün sonunda beni öldürmek ve bununla sevgilisinden içinde kalan her şeyden vazgeçmek isteyen birinin öyküye dâhil olmasını hangi gerekçeyle istediğimi açıklayamıyordum; neticede gerçek katilim oydu.
Yazar ertesi gün, ondan sonraki gün ve ondan sonra birkaç gün öyküye devam etmek için gözyaşları ve mürekkeple buruş buruş olmuş kâğıtların başına oturmadı. İçinden bir şey yazmak gelmiyordu. Bir gün çok kararlı bir edayla oturdu masa başına. O zaman anladım öleceğimi. Öykünün devamında gelmesi gereken kurguyu zihninde canlandırmadan, şehirlerin herhangi birinin denizinde intihar eden genç bir kadın olarak hayatıma son vereceğim günü yazmaya başladı.
Fuarda tanıştığım yazarla bir süre birlikte yaşamış olmalıyım ki o sahil şehrine kaçamak için gelmiş, ikimiz de yataktan akşamdan kalma bir şekilde güç bela kalkmış ve sahildeki kafelerden birine öğlene doğru kahvaltı yapmaya gitmiştik. Haşlanmış yumurtasını çay kaşığıyla kırarken edebiyata çok sığ baktığımı söyledi yazar. Neden bu cümleyi kurduğunu anlamadım; muhtemelen dün geceki muhabbetimizde edebiyat üzerine konuşmuş ve birbirimize zıt görüşleri savunmuş olmalıydık. Öyle düşünmene şaşırmadım, sen de kadınlar hakkında çok sığ düşünüyorsun, bu sığlıkla o aşk romanlarını nasıl yazdığına şaşırıyorum doğrusu dedim. Aşağılama ve küstahlığı birlikte barındıran bir şekilde sırıttı, sağ yanağının bıyığına yakın kısmını hafifçe yukarı çekerek. Cevabı kendin verdin, dedi. Siz kadınların hakikatini keşfettiğim sığlığınızdan ilham alıyorum, o sığlığa hitap eden aşk yazıları yazıyorum. Birkaç sayfada yatağa uzanan, kadınların en mahrem duygularını onlara öğreten cümlelerimdir kitaplarımın satmasının en önemli sebebi. Benden okuduklarını tecrübe etmek için o gün yanaşmadın mı bana?
O an öyküde her şey durdu; zaman durdu, kafedeki garsonlar durdu, yazarın haşlanmış yumurtasından havaya karışan buharı, çalan müzik, rüzgârın uğultusu, martıların sesi, yürüyen insanlar, hareket eden bulutlar, gemiler ve kayıklar, denizin dalgaları durdu çünkü yazarın kalemi durmuştu. Böyle bir sebep intihar nedeni olamaz diye düşündü. Kimse böyle aptalca düşünceler yüzünden bu güzel hayata veda edemez. O halde yaşama -benim mi yazarımın mı olduğunu anlayamadığım- sevinci(m) neden gitmişti. Kâğıtları buruşturup beni çöpe fırlattığı an anladım nedenini, hissettim. Beklenmedik bir zamanda, kendisinden beklediği duygularını yazdığı bir mektup bırakarak, sevdiği kadın intihar etmişti.
Yazar ertesi gün, ondan sonraki gün ve ondan sonra birkaç gün bir öyküye devam etmek için gözyaşları ve mürekkeple buruş buruş olmuş kâğıtları çöpten çıkarmadı. İçinden bir şey yazmak gelmedi. Bir gece yarısı çok kararlı bir edayla açıldı evin kapısı, çöpten bile hissedilebilecek bir karartıyla beraber gelmişti eve. O zaman bir daha anladım öleceğimi, zihnindeki eskizleri canlandırdığı uzun kahverengi saçlar, iri ve kara gözler, geniş omuzlar, ince bele sahip ve konuşmaya mahal kalmadan al beni diyen bir kadınla eve gelip onu bir çöp gibi yatağa atıp saatlerce buruşturunca anladım. Sabahın ilk ışıklarıyla kadın kalktı, sıcak bir duş aldı; saçını kuruladı ve vücudunu, üzerine elbise dolabından gök mavisi bir gömlek alarak örttü. Çay koydu ocağa, ekmek kızartma makinesine dilimlediği ay çekirdekli ekmekleri, mutfaktaki masaya çörek otlu peyniri, pul biberle kızarmış yeşil zeytini, sırtı kabuk bağlamış eski kaşarı, zahter ve zeytinyağını içine boca ettiği süzme yoğurdu, ceviz reçelini çay bardaklarını dizdi. Mutfağa sabah güneşi vursun diye perdeyi araladı, içerinin havalanması için pencereyi. Çaydanlıktan tüten dem kokusu tütsü misali hava akımına kapılıp balkondan yokluğa uçtu. Martıların sesi geldi ve denizin kokusu. Yazar uyandı, kızı o halde görünce kucaklamak istedi onu, öyle yaptı.
Tüm bunları hemen yanı başımdaki buruşuk kâğıtlardan okumak, yıllarını yüzüne kazımış bir kadının yüzünden okumaktan daha kolay ve daha hissedilebilir bir şeydi. Zihnindeki eskizleri canlandıran bu kadın da çöp olmuştu benim gibi. Peki, neden konuşmuyor, hissetmiyor, yazara serzenişte bulunmuyordu benim gibi? Aşığına boyun eğdiği, onun boyunduruğuna girdiği; kalemin ucundan mürekkep damlayana dek kadınlığını onun hizmetine sunduktan sonra, heyecanı bitmiş kıymetsiz bir aşk gecesinden kalmış beyaz çarşafın kirine ve kokusuna sahip kâğıdın üzerine yakışmayan bir öykünün kahramanı olamadığı için mi? Bana veremediği hayatı, o kadına da bahşedemedi, bir gecelik bir his için kâğıda yatırdı sadece; onu ve onurunu mürekkebiyle çarşafa buladı. Kadın ise yazarın zihninde karşılık vermedi ona, intihar etti; uzandığı kâğıt kefeni, buruşturulup atıldığı çöp ise mezarı olmuş, birkaç satırdan sonra deniz kokulu, hayat dolu o sabahın mutluluk ile bezenmiş sofrasına gelmek istememiş, yazarın hayal giderine akıtmıştı kendini yazarın tahayyülünde.
Yazar bir hafta boyunca, ondan sonraki hafta ve ondan sonra birkaç hafta daha, gözyaşları ve mürekkeple kurumuş ve buruş buruş olmuş kâğıtları çöpten çıkarmadı, onları çıkarıp ilham almak bile aklına gelmedi. Onca zaman tek bir satır bile yazamadı zira. Çok şey yaşadı bu müddet içinde. Bir daha mutfakta kahvaltı yapamadı mesela; banyoda duşa kabine giremedi, yatağına beyaz çarşaf seremedi, serili olanın üzerine uzanıp yatamadı; kapıyı kararlılıkla açıp zihnindeki kadınlardan birine hayat veremedi sonra; yatamadı onunla, dans edemedi, okşayamadı onu; arzusunu onunla dizginleyemedi, tatile gidip deniz kıyısında, kumsalda yalın ayak gezemedi ve sarılıp öpemedi onu. Tatilde kadının eski erkek arkadaşına rastladığını hayal meyal de olsa tasavvur edip bu tasavvurunu kaleme dökemedi. O vakit, belki tanıştıkları şehre dönmeden bir gün evvel kadının hava almak bahanesiyle otel odasından dışarı çıkıp izbe bir pansiyonda eski sevgilisinin elbiselerini tül tül açmasına, saçlarını tel tel okşamasına neden izin verdiğini anlamaya çabalayabilirdi; oysa anlayamadı. Dönüş yolunda arabayı yokuşa sürerken kadını takip ettiğini ve perdelerin onların yaptığını saklamak için çaba harcamadığını, romantizme hava katsın diye yakılan mumun da buna yardımcı olduğunu izah ederken gözlerinden yaş akıtamadı bu yüzden. Evet, çok şey yaşadı bu müddet içerisinde ve içinden çok şey yazmak geldi kadına dair, zihninde mevcut kadınların üzerine serptiği ölü toprağını eşelemek ve deşmek istemiyordu ama.
Derken, hayatın akışı gibi yazmanın akışı da yazarın elinde değildi. Bir gün çöpe eğildi. Buruşturulup kendisi tarafından çöpe atılmış iki müsveddeyi ellerine aldı. Biri sağ diğeri sol elinde duruyor, bir benim müsveddeme bir diğerine bön bön bakıp, yutkunup duraksıyordu. Galiba hangimizin onun için daha şehvet uyandırıcı olduğunu anımsamaya çabalıyordu. Gözyaşları ve mürekkebe bulanmış hâlim benim müsveddemi daha çekici kılmıştı sanırım. Buruşuklukları düzeltmeye çabalarken yaptığı hareketler adeta vücudumun çeşitli yerlerinde gezinip beni şehvetle ona bağlıyordu. Birden karşımdaki yazarın benimle konuşmaya başladığını duydum. Sana demiştim, hepinizin sığ olduğunu. Yazarıma sığınmak istedim ama mümkün değildi. Yazarın kadınlarını hatırladım; bana ister istemez on(lar)dan sinenlerin, sinmeyenlerin her biri öyle düşünüyordu. Özgürlüğünü kendi önüne geçiren bu kadınların kimi insanlığına bakmadan sırf karizması için bir adamın evine gidiyordu. Eve girer girmez, henüz kapını pervazının yanında sırtını duvara yaslayıp adamın avuçlarını nerelerde gezdireceğine dair beden hareketleri yapıyordu. Eve girene dek ürkek bir kedi olarak tasavvur edilen bu kadınlar bir an sonrasında yataktan çıkmak istemeyen şehvet azgınlarına dönüşüyordu. Erkekler sadece onların arzularına yatıştırmaya çalışan vazifelilere dönüşüyordu.
Sabahın ilk ışıklarıyla kadının yataktan çırılçıplak kalkıp duş alması; saçını ve vücudunu kurulaması, ilk birkaç iliği açık bırakılmış bir gömlekten başka bir şey giymemesi; uzun telaşlarla kahvaltı hazırlaması; mutfağa sabah güneşinin vurma saatini seçmesi ve ışık hüzmeleri içeri süzülsün diye perdeyi aralaması; çaydanlıktan tüten dem kokusuna tütsü misali kendi teninin kokusunu ilave etmesi yazar tarafından kadınların sığlığına yorumlanan şeylerdi. Martıların sesi sadece bu sığlığı ilan ediyor, denizin kokusuysa bu anları tüm yaşam suyuna sindiriyordu. Çok sevdiğim bir yazar, dedim karşımdakine, kadınları o halde görünce hep kucaklamak istiyor onları. Bizim sığlığımızın en büyük sebebi senin ve onun gibi yazarlar dedim.
Pis pis sırıttı önce, sonra kahkahalarla güldü tüm dişleri görünecek şekilde. Eskiden yaratıcı yazarın da senin gibi düşünüyordu; beni, bir türlü dışarı çıkmasına izin vermek istemediği tarafını yaşatmaya değer biri olarak görene dek. Anlatmaya devam etti, uzun uzun. Yazarımın hayat verdiği ilk kadınların aslında günahları örtülmüş sevgilileri olduğunu en ince ayrıntısına kadar tasvir etti. O hatırladım, çöpe fırlatılan kâğıtlardan yavaş yavaş açılanların çıkardığı garip iniltileri; yazarın kadınlarının feryatlarından başka bir şey değildi onlar.
Bir cevap yazın