Aniden irkilmeme neden oldu o an içimden geçen ürperti. Her gün oluyor artık ve git gide daha fazla hissediyorum. Sanki yapış yapış bir ruh bedenimi ele geçirdi geçirecek. Belki de tam tersidir yaşadığım. Bir limana çapa atmış bir harabedir bu hislerin sahibi ruh ve vademin dolduğunun habercisidir beni dürten. Söz konusu olan yaşamak olunca, hep bu âlemi tercih ederiz. Bu biraz da anı yaşamak değil midir aslında?
Son birkaç işim kalmıştı evden çıkmak için derken hayatımın anlamı olan o ses yankılandı boş evimde. İlk maaşımla kendime doğum günü hediyesi olarak aldığım bir antika çalar saat. Önceleri korktuğum için almıştım. Kendime bir nottu aslında her saat başı çalan bu ses. Asla aynı kalma diye haykırsın istiyordum. Sakın bir kovandaki işçi arı olma, ona gözün kapalı parmağını sok ve bir parça bal çal demek gibiydi başlarda. Ne sistemin zihnini ele geçirmesine izin ver ne de karanlığın ruhunu. Şimdi ise sadece yalnızlığımla dolu boşluğa doğru, evden çık diye fısıldıyor her sabah.
Tüm bu düzen size tanıdık mı geldi yoksa? Kapkara bulutların altında yüz binlerce farklı şekle bürünmüş kar taneleriyken ne için bu kâfircesine yok sayış. Fark etmem neredeyse bir ömrümü aldı. Korkularımı, hayallerimi, arzularımı hatta çoğu zaman benliğimi yok saymamın bir matematiği olmalı beynimde. Farkındalığın tek ihtiyacı dahi bir beyin mi? Yoksa hislerinden kopamayan bir yürek mi bizi hala korkularımıza bağlayan farkındalığın nedeni. İşte tam bu sırada bağırdı bana en bildiğim ses. Bu sefer de raporları geciktirme diyor. Burada, bu dört duvar arasında, önümde onca dosya varken ne gibi bir şey beni oyalayacak ki bir de azar işitiyorum. Ne suçum vardı da bu kahrolası hayvana meze yaptılar beni bilmiyorum ama bana bunu ağır ödetiyor sıfatsızlar. Madem sebepsiz yere verdikleri bu acı, en azından onların nefretine tatlı birkaç neden serpiştireyim.
Ayağa kalkarken dizlerimin uyuştuğunu fark ettim ve aslında yapacak bir şeyimin olmadığı gerçeği ile kafamı kaldırdığımda tuvalette elimi yüzümü yıkıyordum. Neyi değiştirecektim ki, kapana kısılmıştım ve her geçen gün daha da dibe batan çapanın yaydığı metalik örselenmişlik hissi ile başa çıkmam olanaksızdı. Elbette kabul edeli çok oldu bütün bunları ama bazen çayımı yudumlarken, bazen sayfalar arasında göz gezdirirken, bazen de yolda yürürken gördüklerimin bana anımsattıklarıyla açığa çıkıyor bütün gizil duygularım. Onlarsız yaşadığımı düşlediğim bir dünyada ayağıma takılan birkaç taş gibi yoluma çıkıyor ve bu kabullenişten vazgeçip yolumu değiştirmemi öğütlüyorlardı. Ama ne mi oldu? İşte buradayım, işimi yapıyorum ve patronumun da dediği gibi vaktimi kıymetli kullanıyorum(?). Anlaşılan o ki kendi suçumu sıfatsızlara atıyorum.
Tüm bunlar her gün beynimin bir bölgesinde bana eşlik ediyor. Sessiz sedasız sadece oradalar. Ama bugün diğer onca günden biraz farklı gibi. Sanki alarm veriyor beynim ve içinde olduğum zamana meydan okurcasına bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor. ‘’Kötü kaderimin değişeceği anı, kırılma noktasını hissedebiliyorum.’’ derdi yaşlı ben ama şu anda tek bildiğim tedirgin hissettiğim. Daha yapacak çok iş var; eve gidip yemek yemek, raporları düzenlemek, belki de gelen mailleri kontrol edip bugünkü döngüyü tamamlamak. Ve yine aniden ürperiyorum.
Tüm bu duygulardan ve sonu gelmez düşüncelerden beni girdiğim yol uyandırdı. Nasıl olur da hiç kullanmadığım bir yola girerim hiç anlamıyorum. Bunca yıl hep aynı yoldan elimde dosya ile evime yürürken şimdi neden buradayım. Arkama dönüyorum bir anda ama kimse yok, delicesine bakıyorum etrafıma, görünürlerde hiç kimse yok ve en kötüsü de kalbimin sesinden hiçbir şey duyamıyorum. Neyi gözden kaçırdım? O kadar büyük bir dehşet yaşıyorum ki hayatım boyu biriktirdiğim ‘’neden?’’ leri tek tek harcıyor gibiyim. Yaşadığım anın içindeki ben olamam. Tüm korkularımın ve sorularımın arasında adeta gözümdeki perde kalktı ve göz ucuyla bir şeyi fark ettim. Bu ıssız yol şehir dışındaki dedemin evine çıkıyor. Brinstal gölü etrafında kamp ateşinin kokusu canlandı bir anda beynimde. İşte sakinleşmemi sağlayan bu oldu; bilindik bir görüntü ve bilindik bir koku. Merak edeceğim bir şey yoktu, beynimin beni aniden bambaşka bir yola sürüklediği falan yoktu. Yine yeni bir şeye yer yoktu zaten hayatımda, o yaşlarımda bırakmış olmalıyım yeni maceraları.
O kadar uzağa gidemezdim artık en azından nerede olduğumu bildiğime göre eve dönmemin vakti gelmişti. Acaba rapor işimi atlasam da film mi izlesem derken daha önce arabayla geçtiğim için görmediğim bir yeri fark ettim. Fark ettim diyorum ama resmen panik atak geçirecektim. Çünkü tek el silah sesiydi bana bunu fark ettiren. Meğer bir poligonun önündeymişim. Kaçarak uzaklaştım oradan ve kendime geldiğimde artık eve varmıştım.
Yemekte her zamanki çin yemeği vardı. Mikrodalgaya koyduğum o an saat çaldı. Saat 21 olmuş ve ben rutinlerime geri dönmüştüm. O duyduğum sesin sahibi tabancayı boğazımda hissettim. Nefes alamıyor, düşünemiyor ve sadece mikrodalganın dönüşünü izliyordum. Hayır buna daha fazla katlanamayacağım. İçimde verdiğim savaşın galibi ben olmak zorundayım. Düşüncelere dalmış vaziyette kendimi evimde bulmayı umarak yolda başıboş yürümeyeceğim daha fazla. Daha fazla tercihe ihtiyacım var. Korkularımdan kaçarak ardıma bakmadan geçtiğim mavi kapı benim asıl cehennemim oldu. Ne kadar kaçarsam kaçayım bu bataklıkta boğazıma kadar batmış durumdayım. Bedeli her ne olursa olsun değişmek zorunda. Bugün olduğu gibi bataklıktan çıkıp dedemin evine gitmeliyim. Gümüş huş ağaçlarının altında, doyumsuz toprağın üstünde bir yanım güven içinde neşelenirken bir yanım daha fazla yaşamanın heyecanını barındırmalı.
Bütün bunları düşünürken ise hala gerilere attığım bir düşünce, bir his vardı gün ışığından korkan. Anı yaşadığımı zannederek geçirdiğim onca anda kim bilir, ne fırsatları kaçırmıştım?
Zeynep Gül AYTAŞ
Bir cevap yazın