Günümüzde susmak, tepki vermemek, görmezden gelmek ne yazık ki, bir davranıştan çok bir kültür haline gelmiştir. Bu kültürün temel yapı taşı ise içimizde inşa edilen “korku”dur.
Çevremizde ya da toplumda, olaylara veya durumlara karşı susma daha doğrusu genele uyma eğilimi sadece bizim ülkemizde değil, dünya üzerinde en sık görülen davranışlardan birisi haline gelmiştir. Bu yazıyı okuduğunuz zaman belki “hayır ben susmuyorum, tepkimi belli ediyorum” da diyebilirsiniz. Ancak verdiğinizi düşündüğünüz tepkilerinizi gözden geçirmenizi tavsiye edeceğim.
Mesela, sosyal medya araçlarında tepkinizi ortaya koyduğunuzu söylüyor olabilirsiniz. Facebook’ta bir haberi profilinizde paylaştığınızı, ilgili yazıya üzgün surat koyduğunuzu söyleyebilirsiniz. Ya da Instagram’da hayvan hakları ile ilgili bir sivil toplum kuruluşunu takip ettiğinizi, paylaşımlarını beğendiğiniz de söyleyebilirsiniz.
O zaman size bir sorum olacak, bu paylaşımları kimler görüyor, mevcut olumsuz duruma ne etki ediyor? Başkalarından gelen bir bilgiyi başkalarına yaymak dışında ne yapıyorsunuz? Bakıldığında bir görsele eklenen üzgün surat veya paylaşılan bir yazı, tepki ortaya koymak değil, placebo tarzında kendi kendini rahatlatmaktır.
İşte bu bağlamda baktığınızda ayağa kalkıp büyük bir “hayır” ya da “evet” ya da “dur” dediğiniz durumların azaldığını da fark edersiniz. Yapılanlar kendini rahatlatmak dışında etkisi olmayan “hiç” davranışlardır.
Suskunluk Sarmalı ile Sarmalandık
Aslında bu suskunluğun bilimsel bir açıklaması bile var. Literatürde buna “suskunluk sarmalı” deniyor. Bu kurama göre kişi, toplamdan veya çevresinden dışlanma ya da yargılanma korkusu nedeniyle düşüncelerini dile getirmemesi şeklinde açıklanıyor.
İnsan malum toplumsal bir varlık ve toplumun kuralları, düşünce ve görüşleri yaşamına yön veren önemli unsurlar. Hangi coğrafyaya giderseniz gibin her zaman bir toplumun parçası olursunuz.
Ayrıca küreselleşme ve internetin yayılmasıyla iletişim genişlemesi de büyük değişimlerin yerel bağlamdan çıkarak daha büyük kitlelerde gözükmesine de neden olmuştur. Durumlar ve olaylar daha çabuk duyulmaya başlamıştır.
Ancak dünyanın her yerinde toplumun genel kabul görmüş davranışları dışında hareket etmek çok zor. Toplumun üzerimizdeki o görünmeyen baskısı çok büyük. Bu baskı bizi hareketsizleştiriyor. Tepki vermek için ilk önce çevremize bakıyoruz. Çevremizin genel tepkileri ile hareket ediyoruz ki, bu hareket kendi düşüncemiz olmasa bile. Kendi düşüncelerimizi ise silik bir gölge gibi ya yansıtıyoruz ya da üzerini örtüyoruz.
Yukarıda belirttiğim gibi davranışlarımıza hakim olan “korku” o ilk adımı atmamızı engelliyor. Yalnız kalma korkusu, ayıplanma korkusu, eleştirilme korkusu bla.. bla… Bu korkular birikiyor, birikiyor ve sonuçta bir korku kültürü haline geliyor.
Bu korkular, hissizliğin yanı sıra anormalin normalleşmesini de beraberinde getiriyor. Duyulan cinayetler, ölümler veya nicesi sıradanlaşıyor, gazetelerdeki üçüncü sayfa haberinden öteye geçmiyor. Hep birlikte unutkan bir toplumsal hafızaya doğru gidiyoruz.
Bu çerçevede susmayı öğreniyoruz ve öğretiyoruz.
Bir cevap yazın