“Haklı olmak mı? Mutlu olmak mı?” sorusuna takıldım kaldım. Önce kendime sordum, sonra birkaç yakınıma. Herkesin yanıtı farklıydı. Bu soruyu sizinle de paylaşmak istedim. Hem haklı hem de mutlu olabilsek keşke. Ne yazık ki bu her zaman mümkün olmayabilir. Haklılığımızı kanıtlamaya çalışmak doğal ve saygın bir davranış tabii ki. Gerçi anlaşılmadığımızda üzülebiliriz, olumsuz bir sonuç mutluluğumuzu gölgeleyebilir. Bununla birlikte çaba sarf ettiğimizde, kendimizi iyi hissedebiliriz ama ahengi bozmadan hakkımızı aramak en güzeli. Haklı olmak uğruna mutluluğu feda ederken ödenebilecek bedeller önceden düşünülmeli. Bir adım attığımızda gelecek bir sonraki adımı hesaplamalıyız.
Madalyonun öbür tarafını da düşünelim, karşımızdaki kişi haklıysa egomuzun esiri olmamaktan yanayım. Ne dersiniz? Hak yiyerek üstünlük sağlamaya çalışmak bir insanı kısa vadede memnun etse de uzun vadede ona olumsuzlukla geri dönebilir zira evrensel yasaların karşısında durmak mümkün değil. Ayrıca o kişiye hakkını vermekle yücelir, üstelik onu mutlu etmiş oluruz, biz de mutlu olabiliriz. Haklılık, haksızlık tartışmasının çatışmaya dönüşmemesi gerektiğini inanıyorum. Onun yerine kişiler birbirlerini özenle dinlemeyi seçip karşılıklı empati kurmaya çalışsalar daha etkili bir iletişim içinde olabilirler. Bu tutum çözüme ulaşmayı olumlu yönde etkiler. Dikkat ediyorum, ilişkilerde sevgi ön plana çıkmışsa haklılık ikinci planda kalıyor.
Bazı özel durumlarda haklılık tartışmasına girmek çözüm getirmez çünkü koşullar gereği yaşanması gerekenler yaşanmıştır, artık bir şeylerin değişmesi söz konusu değildir. Bazen bir adım hatta birkaç adım geri durduğunuzda neleri koruyabileceğinizi düşünün bence. Duygusal konular daha fazla duyarlılık gerektirir. Edebiyatımızın özgün kalemlerinden Füruzan’ın Parasız Yatılı adlı öyküsünde kocası ölen bir kadın sekiz yaşındaki kızıyla yapayalnız kalır. Bu beklenmeyen ölüm sonrasında büyük bir yoksulluk çekmelerine rağmen anne gelecekten umutludur. Hem anne hem de kız çok çalışkan ve gayretlidirler, birbirlerinden başka kimseleri yoktur. Kız sorumluluk sahibi bir çocuktur, annesi hastanede iş bulduğunda, yaşından beklenmeyen bir olgunlukla ona destek olur. Anne, kızının parasız yatılı sınavına girip kazandığı takdirde öğretmen olabileceğini, nereye tayini çıkarsa birlikte gidebileceklerini söyler. Kız, bu okula gireceklerin hepsinin kendisi gibi yoksul çocuklar olacaklarını öğrendiğinde, annesine üzülmemesini, sınavı kazanacağını, orada arkadaşları da olacağını, haftada iki gün eve birlikte geleceklerini söyler. Sınav kapısına doğru yürürken çocuk dönemeçte arkasına bakar, dış kapıda annesi yağmur altında gülümseyerek durmaktadır. Bu öyküde büyük bir yaşam mücadelesinin yanı sıra yaşama bağlılık söz konusudur. Şimdi birlikte hayal edelim, yıllar sonra bu anne çocuğunu yatılı okula gönderdiği için suçlansa, çocuğun haklı gerekçeleri olsa bile bu haklılıktan mutlu olabilir mi sizce? Ya da tam tersi çocuk meslek sahibi olduktan sonra anneye gereken özeni göstermese, böyle bir durumda annenin haklılığı mutlu olmasını sağlar mı? Yani geçmişte bir haksızlık yapıldığı düşünülse bile bazı durumları dillendirmemek, görmemek yıpranmamak ve yıpratmamak adına iyi olabilir.
Kişilerin ve toplumun yararına olan bazı durumlardaysa haklı kalabilmeyi sürdürebilmek en az haklı olmak kadar önemli. Tutarlılık da öyle bir faktör yaşamda. Bugün dudaklarımızdan dökülen sözcüklerin yarın arkalarında dimdik durabilmeliyiz. Sözlerimizle davranışlarımız birbirini tutmalı. Her gün farklı bir tutum içinde olduğumuzda, dışarıya yansıyan halimiz dengeli, güvenilir olmaz. Bir mücadele verildikten sonra ondan vazgeçercesine tutarsız davranışlarda bulunmak, başlangıç noktasında haklıyken uzun vadede haksız konumuna düşürebilir insanı.
Yirmili, otuzlu hatta kırklı yaşlarımda haklı olmak benim için inanılmaz derecede önemliydi. Sürekli haklılığımı kanıtlamak için uğraşan müthiş bir savaşçıydım. Ellilere gelince, o kadar değiştim ki kendim bile inanamıyorum bazen. Mutlu olmak haklı olmanın önüne geçiverdi. Çok ilginç, geçenlerde bir akranıma bu soruyu sorduğumda, o da tam tersine ellisine kadar mutlu olmanın daha önemli olduğunu, artık haklı olmayı savunduğunu söyleyince, geçtiğimiz yolları düşünüp bugünlere nasıl geldiğimizi konuştuk. Sonrasında önce kendimize, ardından birbirimize güldük.
Filozof ve toplum eleştirmeni Bertrand Russell’ın bir kitabından aklımda kalan bir cümle: “İnsan, kendine gülmeye başlarsa bu bir olgunlaşma işareti olabilir.”
Haklı olmak uğruna ödediğiniz en büyük bedel nedir?
?
Bir cevap yazın