Her kapı zili çaldığında irkiliyordu Selin.
“Bu nasıl bir ses yahu, yok mu başka daha hafif çalanı?”
“Yok” dedi Gülten kapıyı açarken, “işte yıllar önce takılmış, kaldı öyle.”
Burada bu evde kalmazdı da işte seviyordu parayı, kıyamazdı otele vermeyi. Babasıyla küskünlük olmasa gider baba evinde kalırdı ama o ev, o küçük salon alt katta ki sobalı oda hep üstüne üstüne geliyordu. Odaların her biri yoksul zamanları, işten güçten başını kaldıramayan annesinin ilgisizliğini, çift dikiş zar zor bitirdiği okul yıllarını, Hristiyanla evlendi diye babasının o derin kederini anımsatıyordu. Zaten orda kalsa istediği saatte girip çıkamaz istediği gibi fellik fellik gezemezdi ki.
Ablasının orta halli, mütevazi memur evinde bulunmak hoştu, ama yine de sabahları kahvaltıdan sonra hemen sokağa fırlamak eski okul arkadaşlarıyla buluşup Beşiktaş’a, oradan Beyoğlu’na gidip 2 tek atmak ve hazır kocası ve oğlu yokken izninin her dakikasını, her saniyesini doldurmak istiyordu.
Onun yaşındakiler gurbetten geldiler mi, ev ahalisiyle oturur, hoş beş eder özlem giderirdi, kısmen gelenek buydu. Çoğu gurbetçiler aileyle çok zaman geçirir, hatta arabayla gelmişlerse herkesi arabaya tıkıştırıp gezdirirdi. Selin’in böyle özlemleri yoktu. Bir keresinde babasını ambulansla hastaneye kaldırmışlardı da dönüş tarihini bile değiştirmemiş, onu merhametsizlik ve vicdansızlıkla suçlayan abisini zorla sürükleyerek alem kallem edip kendini havaalanına bıraktırmıştı.
Bu eski ama şehrin en merkezi yerindeki bu evde kalmak özlem gidermekten ziyade daha rahat gezebilmek, arkadaşlarıyla daha kolay buluşabilmek için idealdi. Havaalanından direkt buraya Füsunun oğlu getiriyordu. Zengin, asil, çifter çifter villası, yalısı ve yatı olan çocukluk arkadaşının oğlu.
Hep utanmıştı ailesinden özellikle de annesinden okuldan eve geldiğinde sobası yanmamış, ama temiz evin anası hep meşguldü.
“Selin sen misin?”
“Evet anne, yukarda mısın?”
“Çık çık bak akşama dolma hazırlıyorum.”
“Off anne bu kadar çok biber, yaprak, lahana doldur doldur akşama bitmez ki.”
“Mutfakta da yenecek lokma yok sobada yanmıyor.”
“E napalım evde otur da yardım et, her iş bana bakıyor, yetiştiremiyorum.”
Halbuki Füsun öylemiydi. Paşa dedenin torunu tek çocuk Füsun, eli sıcak sudan soğuk suya girmeyen. Hayrandı zenginliklerine, annesinin vakur ve sakin haline, çay porselenlerine, minik minik kimi kremalı kimi cevizli en iyi pastanelerden alınmış kurabiyelere, kahvaltıda domuz jambonu yemelerine, babasının altı bile pırıldayan gıcır gıcır siyah makosen ayakkabılarına.
Tuhaf bir şarkı mırıldana mırıldana kahverengi gür saçlarına fön çekerken içeri seslendi.
“Gültencim çıkmadan kahve yapta içelim”
“Aa akşama yemeğe gelmez misin?”
“Yok, Füsun’un doğum günü, boğazda bir yalı varmış bilmem ne hanım yalısı hem otel hem restaurant orda kutlayacağız.”
Sesini çıkarmadı Gülten beli lastikli eteğini çekiştire çekiştire mutfağa seyirtti cezveye kahve koydu. Karışmazdı ona evde otursun oturmasın yeter ki gelsin, sitemde etmezdi kardeşiydi netice de hem misafir, hizmetinde noksanlık olmasın. Küçük dar mutfakta buram buram kahvenin kokusu genzine dolarken, kardeşinin vurduymaz halini düşündü, onu kara kaşı kara gözü için değilde her yere yakın semtte evi olduğundan “sever” gibi yaptığının farkındaydı, onunla derin sohbetlere dalıp, dertleşemeyeceğinin de.
Yarım yamalak hoşcakal diyerek caddeye attı kendini Selin. Açıldığında büyük sükse yapan bilmem ne hanım yalısının restaurantına merakla girdi, iştahla yenilen sosyetik yemekler ardından Füsun’un doğum günü pastası da bitti.
“Seni biz bırakırız” dedi Füsun otoparkın kenarında beklerlerken, yarına hazırlan Ağva’ya gideceğiz. Tam yarının ince ince telaşına kapılmışken geri gelen arabanın fren sesiyle kendini taş zeminin üzerinde buldu Selin.
Ertesi gün öğlene doğru sızım sızım sızlayan burkulmuş bileğinin ağrısıyla uyandı. Heyhat, sabah çıkıp gece yarıları geldiği bu evde şimdi izni bitene kadar tıkılmıştı. Füsun’un telefondaki teselli dolu sesi bile içindeki boğucu karamsarlığı hafifletmedi. O bahardan sonra bir daha gelmedi Selin bu eve, geldiğinde Füsün’un villarından birinde kalıyor ailesinden de hiç kimseyi ne arıyor ne de soruyordu, ne zaman kararmıştı kalbi ne zaman bilemedi…
Bir cevap yazın