Yoğun bir gündü. Gün boyu iş yoğunluğundan zamanın nasıl geçiverdiğini anlamamıştı. Ta ki yan masadaki mesai arkadaşının sorusunu işitene kadar… “ Akşamki yemeğe geliyorsun değil mi?” Her ay şirket, çalışanlarına moral yemeği düzenlerdi. Gerçekten de bu akşam o alışıldık yemeklerin yineleneceği akşamdı. Arkadaşına,” Offf! Tamamen unutmuşum” dedi. “Zeynep’ i arayayım da haberdar edeyim. Akşam yemeğe beni beklemesin.”
Karısına haber verdikten sonra toparlanıp işyerinden çıktı. Yemek için akşam sekizde her zaman gittikleri mekanda buluşacaklardı. O saate kadar biraz gezinmek istedi. Işıklı vitrinlerin önünden geçti. Balıkçı pazarındaki tezgahları turladı. Balık almak için değildi oraya gidişi. İnsan kalabalıklarında kaybolup kendini unutmak istiyordu. Her gün bunu deniyordu. Hayatı ile ilgili gerçekleri öğrendiği günden beri koca evrenin derinliğinde yitip gitmeliydi. Akşam yorgunluğu iyice bastırınca balıkçıların sokağının sonundaki kahveye girip bir çay söyledi. “Keşke karımı tanımadan önce öğrenseydim bu dünyada boşuna yer kapladığımı. Kızın hayatına da hiç girmezdim. Bir de altı ay sonra anne olacağım, diye ne de seviniyor garibim. Gerçekleri bilse beni terk eder miydi? Yalnızca kimsesizler yurdundan evlatlık alınıp iyi bir ailede yetiştirildiğimi biliyor. Ben de yalnızca bu kadarını bilseydim. Ne kadar da huzurlu yaşardım. ” Saatine baktı. Yemek zamanına az kalmıştı. İkinci çayını da bitirdi. Hesabı ödeyip yemeğe gitmek üzere kahveden ayrıldı.
Mekana girdiğinde arkadaşları çoktan gelmişti. Masaları uç uca ekleyip oturmuşlardı. Onu görünce hepsi selam verdi. “ Hoşgeldinler, gel bizim yanımız boşlar” havada uçuştu. Gösterilen boş sandalyelerden birisine geçip oturdu. Ardından yemekler, mezeler, içkiler geldi. İçildikçe gevşediler. Canlı müziğin ritmiyle şirket içi dedikodular, çekiştirmeler başka zamana ertelendi. Sahneye çıkıp oynayanlar, peçete yakanlar, kadeh kıranlar…
Tek tek arkadaşlarının yüzüne baktı. O da sıradan bir iş arkadaşıydı onlar için… Herkes gibi… Arada tartıştıkları, dedikodu yaptıkları, bazen de arkasından konuştukları iş arkadaşlarından birisi sanıyorlardı onu da. Hep öyle sansınlardı. O, bu hayattan göçüp gidene kadar…
Şu an tüm gerçeği öğrenselerdi, diye içinden geçirdi. Ne bu normal bakışları kalırdı üzerinde, ne de o şakalaşmaları. Onu her gördüklerinde yüzlerinin bir anda nasıl değişeceğini düşündü. İçinde kaç sevinç mumunun bir anda söneceğini. Sanki farklı bir gezegenden gelmiş gibi davranacaklarını. Belli etmek istemeseler de tavırlarıyla kendi şanssızlığını her hissettireceklerini. Kafasında kurguladığı her an gözlerinin önünden geçti. Kendini çıkışı olmayan bir korku tüneline girmiş gibi hissetti. Hemen ardından kendine gelip yıktı gözlerinin önünden geçen her bir sahneyi.
Arkadaşlarından izin isteyip erken kalktı. Zeynep’ in hamile olduğu biliniyordu. Ne olur ne olmazdı. Bu zamanlarında çok yalnız bırakılmaya gelmezdi. Bütün arkadaşları ona hak verdiler. “ Zeynep’ e selam söyle” demeyi de ihmal etmeden.
Geçenlerde köyünden aradılar. Dayın hapiste fenalaşıp hastaneye kaldırılmış, demek için. Ömür boyu hapis cezası alan dayısı… Hem dayısı, hem de biyolojik… On üç yaşındayken annesi bir gün abisiyle evde yalnızlarken… Yalvarmış anacığı… “ Abi, yapma! Sen nasıl insansın?” İlk kez o gün olmuş. Sonra belirli aralıklarla… Karnı şişmeye başlayınca ev halkı telaşlanmış. Apar topar saf bir oğlan bulup baş göz etmişler bahtsız kızlarını. Belki ileride gerçekler ortaya dökülür korkusuyla doğan bebeği maddi olanaksızlıkları neden göstererek yetiştirme yurduna vermişler. Sonra her akşam aynı sofraya oturmuşlar. Her şeyi bile bile… Annesi, dayısı, teyzeleri, dedesi, ninesi… Her akşam yediklerini kabul etmiş mideleri. İştahlı, iştahlı yemişler her akşam. Birbirlerinin yüzüne baka baka hem de…
Bir cevap yazın