O zamanlar ben de çocuktum ve bütün çocuklar gibi… Oyuncaklar ve oyun benim de hayatımın merkezindeydi. Mahalleye yaz gelmişti, ilk demleriydi yazın ve bu sıcak demlerin, yazın başlangıç günleri olduğunu uçan balon satıcısının mahallemizin en aşağı ucunda görünmesi ve yukarı ucunda gözden kaybolup gitmesiyle anlardık biz çocuklar. Öyle garip ama o kadar da bildik bir şeydi ki bu; bizim mahalleden fazla bir satış beklentisi olmadığından, mahalleye girdiği andaki gibi, elvan elvan balonlarıyla sessizce yürüyüp geçer ve az yukarımızdaki zengin mahallesine girer girmez yükseltirdi sesini uçan baloncu…
Sanki orada, o yukarıdaki zengin mahallesinde talebin arzdan daha çok olduğunu bilir ve bunun sevincine bir an önce kavuşmak istercesine daha bizim mahalledeyken adımlarını hızlandırırdı. Bir an durup sigarasını yaktığı kısa zaman aralıkları ise onun bu rutin halinin istisnasıydı. Bu kısa anlarda ilkin yarım yamalak ilişeceği bir yer bulur, balonların ipini iyice gevşetir, onların göğe doğru daha fazla yükselmesini sağlardı ki, böylece sigarasını daha rahat içer, ucundaki ateşin şerrinden balonlarını korurdu sanki de. Bu anlarda nasıl da bir dikkat içindeyken görürdük onu. Allah korusun! Kazara yanan sigaranın ateşi birkaç balonu patlatsa belki de günü zararla kapatacak ve boş bir ceple gerisin geri eve dönmek zorunda kalacaktı zavallı baloncu.
Yaşı elliyi çoktan devirmiş, bir deri bir kemik kalmış, üflesen uçacak derecede zayıf bu adamın uçan balon satmasına çoğu insan başta da biz çocuklar anlam veremezdik. O kadar ki, kimileri baloncunun uçup gitmekten korktuğu için fazla balon taşımadığını ileri sürerken kimileri de daha ileri giderek baloncunun balonlarıyla birlikte uçup gitmemek için ceplerini taşlarla doldurduğunu, bütün balonlar bitince de bu taşları ceplerinden çıkarıp bir kenara attığını söylüyorlardı. Delil olarak da sürekli iki yandan sarkıp duran ceplerinin taşlarla dolu olduğunu işaret ediyorlardı.
Elbette bütün bu söylentiler öncelikle mahalle halkının ve başta biz çocukların hayalindeki baloncunun hayatına dair duygu ve düşüncelerin dışavurumundan başka bir şey değildi. Zira içimizde ona acıyanlar onun sıskalığını, uçup gitmemek için ceplerine taş doldurduğunu dillendirirlerken; onun hayatını düşünenler ise sadece balon satarak bir evin geçiminin ne kadar zor olduğunu, baloncunun varlığını dahi bilmedikleri çocuklarını varmış gibi tahayyül edip kederleniyorlardı.
Bu iki uç görüşün temsilcileri genelde mahallenin kadınlarıydı. Bundan olsa gerek çocuklarının ‘Anne balon al…’ tekliflerini önce ceplerini yoklayarak karşılarlar, yeterince bozuklukları varsa çocuklarını balonla sevindirmekten ziyade, aldıkları balonlarla baloncunun çocuklarına aş ve ekmek olma adına evet der, kendilerini de sevindirirlerdi böylece.
Günler böylece geçip giderken bir gün alt mahallenin çocuklarından Bahri’nin ona uçan balon alan dayısının bir balon uğruna öldüğünü duymuştuk. Köyde yaşayan ve şehirdeki bacısını görmeye gelen dayı, yeğeni Bahri’nin hatırını kıramamış ve mahalleden geçen baloncudan bir mavi balon alarak Bahri’yi sevindirmişti.
Büyük bir sevinçle oraya buraya koşarak oynayan Bahri, bir an mavi balonun ipini kaçırmış, uçan balon gide gide mahallenin orta yerindeki elektrik direğine takılmış ve orada öylece kalakalmıştı.
Bahri’nin ağlamasına üzülen dayısı yeni bir balon almak istemiş, lakin baloncunun çoktan mahalleden ayrıldığını öğrenince elektrik direğine takılan balonu indirmek için direğe tırmanınca elektrik çarpması sonucu canından olmuş, olay kısa sürede bütün mahallede duyulmuş, insanlar tanımadıkları Bahri ve dayısına bir hayli üzülmüşlerdi.
Öte yandan mahalle halkı ilk önce Bahri’yi daha sonraları dayısını suçlasalar da nasıl olduysa bir anda olayın baş müsebbibi olarak baloncu da karar kılmışlardı. Bir gün önce acıdıkları baloncu için bir anda hayıf ve nefretle dolmuş biçimde; ‘o satmasaydı; bütün bunlar yaşanmazdı, o saatte oradan geçmeseydi, çocukta heveslenip balon istemezdi…’ gibi bu ve buna benzer akıl yürütmelerle aklın almayacağı vicdanın kabul etmeyeceği gerekçeleri de sözlerine dolayıp çeke uzata baloncuyu suçluyorlardı.
Dahası, olup olmadığından emin olmadıkları baloncunun çocuklarının da olmadığını ya da hayallerinde büyüttükleri o çocukların tümünün de bugün öldüğünü öğrenmişler gibi önceki üzüntülerinin yerini şimdi bitmeyen ilenç dolu suçlamalar almıştı…
Bütün bu olanlardan habersiz baloncu ertesi gün mahalleden geçerken başına geleceklerden habersiz, yine bileğine doladığı kalın ipi çekerek az yukarıdaki zengin mahallenin hayalini kuruyor, annelerinin doğrudan veya dolaylı suçlamalarını işten çocuklar ise evlerin toprak damlarına çıkmış, çevreden topladıkları küçük taşlarla baloncunun gelmesini sindikleri mevzilerinde beklemeye koyulmuşlardı. Onlar için bugün, dün Bahri’nin ölen dayısının intikamını alma günüydü çünkü…
O kadar ki, alt mahalledeki kadınlar; ağız birliği etmişçesine
‘… Dün senin yüzünden dağ gibi delikanlı öldü. Bir daha da mahallemizde seni görmeyelim. Bizden söylemesi geleceğin varsa göreceğinde var demektir. Defol, bu mahalleden çek git! ’ diyerek baloncuyu tehdit bile etmişlerdi. Zavallı baloncu, o an olayın vahametini anlamış, nefes nefese kalarak bizim mahalleye canını zor atmıştı.
Tam da o anda bizim mahallede pusuda, baloncunun gelmesini bekleyen çocuklar onun atış menziline girdiğine kanaat getirince çete liderlerinin hücum emriyle bitmez tükenmez bir taş yağmuru başlatmışlar. Gökten yağan taş sağanağında baloncu patlayan her balonu için içli bir ah çekerek sığınacak bir yer aramış ve nihayet son patlayan balonuyla birlikte ahları da fersizleşmişti…
Sığındığı köşede, bileğine doladığı kalın ipe bağlanmış onlarca ince ip ve bu iplerin uçunda renk renk patlamış balonların parçaları kalmıştı. Çocuklar o gün attıkları taşlarla her gün baloncunun peşine takılıp giden kendi hayallerinin yanı sıra baloncunun da yaşamaya dair bütün ümidini patlatmış, olduğu yere yığılıp kalan baloncu cebinden bir sigara çıkarıp yakmış, olanları anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmıştı.
‘…Çocuklar ben size ne yaptım ki? Hanginiz balon istedi de vermedim ki? Bugün çocuklarımın karne parası için niyetlenmiştim. Şimdi ben eve nasıl gideyim, sizin yüreğinize ne oldu böyle, dün derli topluyken neden bugün böyle kinlendiniz, neden böyle dağıldınız, deyin hele sizi kim böyle fitledi?…’
Böylece ardı arkası gelmeyen sorularına tek bir cevap bile alamayan baloncu, sigarasını yakarken bileğinden çözüp yere fırlattığı ipi yerden almış, bir ara ellerinin içiyle gözyaşlarını kurulamış, onun bu hali uzaktan izleyenlerin tümünü duygulandırmıştı.
Zavallının süklüm püklüm bir halde mahalleden çıkışıyla mevzilerinden çıkan çocuklar zafer kazanmış bir edayla naralar atarak zaferlerini kutluyor,
onların bu taşkın suçuna ortak olmamakla beraber olayın nasıl sonuçlanacağını merakla bekleyen diğer çocuklar da bütün balonları patladıktan sonra beti benzi atan baloncunun halini konuşarak, damlardaki saldırgan çocuklara veryansın etmişler, yakaladıklarında onlara günlerini gösterecekleri tehdidini savurmuşlardı.
Büyüklerin araya girmesiyle olay yatıştıktan sonra herkes evlerine çekilmiş. Çocukların bir kısmı çocukların bir kısmına küskün halde mahalle önce geceye sonra sabaha kavuşmuştu.Sabah olmuştu ama, nasıl bir sabahtı bu?…
Sanki mahallenin üstüne kurşundan bir örtü serilmişti o sabah. Daracık sokaklar titriyor, aşağısı ve yukarısıyla bütün mahalle dün akşamın gecinde kendisini kendi balonlarının ipiyle elektrik direğine asan baloncunun kara haberiyle çalkalanıyordu.
Zavallı baloncu, öyle bir şey etmişti ki, bunu etmesi bir yana hem de Bahri’nin dayısının can verdiği direğe asmıştı kendini.
Balonları uçup giden çocuklar gibi baloncunun canı da uçup gitmişti o kara sabahta.
Patlamış renkli balon parçaları adamın her yanını birer madalya ve nişan gibi süslüyordu…
Bir cevap yazın