Güneş çok cömert bugün. Hiç evde durasım yok. Eşofmanlarımı giydim alelacele. Attım kendimi sokağa. Yürüdüm, yürüdüm dudaklarımda bir şarkı. Baharı görmeden yaz geldi geçti…
Doğa çıldırmış olmalı bugün. Gökte tepsi gibi bir güneş. Nasıl da yakıcı. Güneşi gören fırlamış dışarı. İnsanlar sokaklarda, parklarda, sahilde, kırlarda.
Sokaklardakiler rahat adımlarla ilerliyor kaldırımda. Telaşsız, gülen yüzlerle. El ele mutlu çiftler. Güneşin tadını çıkarıyorlar.
Parklardakiler, dünden ayarlamışlar işlerini. Bugün ondan bu sakinlikleri. Yayılıvermişler çimenlerin üstüne gençler. Sere serpe. Öylesine özgür. Öylesine pırıl pırıl… Her yaştan mutlu insan parklarda gülümsüyorlar birbirlerine. Ard niyetsiz, hesapsız, kurgusuz …
Sahilde ayrı bir sevgi seli. Sevgililer göz göze. Umurlarında değil dünya. Denize taş atan şu minik kız nasıl da mutlu… Güneşi görünce aklına deniz gelen minikler, kumdan kaleler yapıyor kumsalda. Keyiflerine diyecek yok. Kayalıklarda onlarca balıkçı. Oltalarını atmış, balık bekliyorlar sabırla. Daha profesyonel balıkçıları denizin ortasında görmek mümkün. Bir tekneyi demirlemişler açık sulara. Onlar da avlarını bekliyorlar gözleri oltanın misinasında. Rasgele diye bağırasım var kıyıdan.
Kırlar da cıvıl cıvıldı bugün. Papatyalar gelin olmuş, yeşil kadife donlarının üstünde kar beyazı gelinlik çok yakışmış hepsine. Sarı sarı taçlar takmışlar üstelik. Sanki aralarına kırmızı, mor, beyaz lâleleri de almışlar da halaya durmuş gençler gibiler. Sanki papatyaların kına günü var. Rengârenk kır çiçekleri de gelinlerin sağdıçları.
Bir adım ötenizde kocaman bir kekik kümesi. Dalıyorsunuz mis kokulu yapraklarını toplamaya. Güzelce yıkayıp kuruttuktan sonra, cam bir kavanoza doldurun. Yıl boyu gönül rahatlığıyla kullanırsınız yemeklerimizde.
Aman Yarabbi! Adaçayı mı o? Arkadaşım dağ çayı olduğunu söyledi. Çok benzermiş adaçayına. Hatta daha da güzel olurmuş çayı. Az ilerde teyzeler iki büklüm ilerliyorlar otların arasında. Her birinin elinde kocaman poşetler var. Birer de bıçak vardı öteki ellerinde. İyiden iyiye merak edip sordum ne yaptıklarını.
– Ot topluyoruz, dedi, öteki teyzelerden daha genç olanı.
– Ne otu? Dedim merakla.
– Bizim buralarda çok çeşitli otlar vardır. Sen yabancısın galiba. Bak buna turp otu deriz. Haşlarız, sonra zeytinyağı ve limonla tatlandırır tarator gibi yeriz. Şu da gelincik otudur. Hani gelincik çiçeği açar ya kırmızı bayrak gibi! İşte o çiçeğin otu tazeyken çok lezzetli olur. Çiğ de yenir, pişmiş de. İster salatasını yap, istersen böreğini. Kavurmasını yapıp yoğurtla yersen tadına doyamazsın. Ebegömeci, iğnelik, sarı ot, çoban kavalı, radika, ballık, hardal ve daha niceleri… Bizim insanımız çok sağlıklıdır bacım. Pek öyle şehirliler gibi her öhö dediğimizde doktora koşmayız biz.
Sevda türkülerine kuşlar korosu eşlik ediyor cıvıltılarıyla. Kelebekler renk renk kanatlarıyla uçarken, bir yürekten ötekine sevda taşır gibiydiler. Onların pırpırına kapıldı yürek çarpıntıları.
Ben kır çiçekleri topladım, teyzeler yemeklik otlar. Herkes mutluydu bugün. En çok da çocuklar. Parklarda salıncalarda sallanırken, kaydıraklardan kayarken çınlatıyordu kahkahaları evreni. Parklarda, kırlarda en güzel çocuk oyunlarını oynuyor, yemyeşil çimenlerde yuvarlanıyorlardı. Ah güneş, özlemiştik uzun zamandır seni. Üşüyen kalplerimizi ısıttın, sevgi dolduk tepeleme. Unuttuk kırgınlıkları, dargınlıkları.
Hafiflemiş gibi tüm insanlar. Arınmışlar olumsuz duygulardan. Hepsi mutlu şu an. Güneş parladığı sürece de mutlu olacak genç, yaşlı, çoluk, çocuk. Ne var hiç soğumasa hava. Soğumasa yürekler. Ayrılıklar, kırgınlıklar olmasa. Hep güneş olsa gökte, hep sevgi olsa yüreklerde…
Ama olmasa şu kucağında bebesiyle dilenen kadın. Önüne koyduğu karton kutudaki kağıt mendilleri satmaya çalışan şu görme engelli kardeşim olmasa. Yürek yangını görüntüler de var bunca mutlu bakışın, gülen yüzün arasında. Yaşıtları askere alınırken, zihinsel engelli diye askerlikten muaf olan şu delikanlı. Sabahtan akşama dilinde farklı ezgilerle dolaşır sahilde bir o yana, bir bu yana. Zararsızdır. Tanıyanlar kısa konuşmalar yapar, para verir de tanımayanlar ürker ilk bakışta. Kaçarlar. Hem de çocuklarıyla birlikte.
İyi-kötü, güzel-çirkin, zengin-fakir bir arada yaşamak zorunda. Bu doğanın emri sanırım. Gücümüz değiştirmeye yetmiyorsa, olduğu gibi kabullenip mutlu olabilmenin formülünü aramak, bir ömür.
Bir cevap yazın