Gül, Lale, Nergis, Çiğdem. Nilüfer, Karanfil, Papatya, Fulya. Hepsi de güzel çiçekler mis gibi de kokarlar, sadece çiçekte de değil bizde de yaşarlar. Küçük, tatlı, masum ve sevimli kızlarımıza onların isimlerini veririz. Kızlarımızın bu isimleri hak ettiğini düşünürüz. Oysa gerçekten hak ediyorlar mı diye sorgulamayız. Onlar bizim küçük sevimli kızlarımız, gelinlerimiz, hayallerimiz, sevdalarımız, aşklarımız, özlemlerimiz, bacılarımız, karılarımız, kadınlarımız, analarımız. Onlar yağmurla, rüzgarla, güneşle büyüsün, çiçek gibi açsın, çiçek gibi koksun, çiçek gibi renkli, alımlı, eşsiz ve güzel olsun, hep sevilsin, sevilsin diye…
Oysa birçok çiçek gerçek sevgiyi tadamadan solar biter, kaybolur, söner. Kimisi ılık rüzgarda sallanan ince bir bedene tutunan sarı, narin Kırçiçeği. Öbürü; Tomurcuk dalından koparılan Gül. Biri; Umuda, güne, göğe, güneşe tertemiz bir avuç gibi açılan Papatya. Diğeri; Büyük sarsılmaz bir kayanın gölgesine hapsolmuş Nergis, Menekşe, Manolya, Mine, Yasemin…
Bu çiçeklerden en az bir tanesi ömrümüze girmiştir. Birini beklemişizdir köşe başlarında, biri gönlümüze düşmüştür, sarmışızdır birini sımsıcak tenimize, birinin hala kokusu içimizde kalmıştır, biri rengini vermiştir göz bebeklerimize. Biri yüreğimize işlemiştir adını. Birini hep bekleriz, özleriz, biri hep ulaşılmazlıktır benliğimizde…
Çiçekler; Güzel kokan çiçekler. Temizler, güzeller, duygu dolu, sevgi dolu, aşk dolu yürekler. Hangi birini ansam, yazsam, söylesem; Kalem yetmez yazmaya, zaman yetmez saymaya…
İşte bu insan çiçeklerinden vardır mutlak gerçek aşkı yaşayan, destanları Kerem ile, Mecnun ile, Ferhat ile, Mahmut ile, Kamber ile, Ali ile, Garip ile, Murad ile, Tahir ile; Ellerden ellere, dillerden dillere, gönülden gönüle dolanan. Anıları nice nice bahçelerin kokusuna karışan…
Bir cevap yazın