Parka doğru sakin sakin yürüyordu. Piyango bileti çekmenin ne zararı vardı ki… Kırkına gelmişti bile. Çabucak geçivermişti zaman… Üzülmemek elde miydi, amorti bile düşmemişti kısmetine. Yine de hayal şatolarından vazgeçmedi hiç. Onları yıllardır şiirlerindeki imgelerle inşa ediyordu. Böyle bir görüşme eskiden olsa heyecan verebilirdi. Kendisindeki farkı görmek hem hoşuna gitti hem de gitmedi.
Köşeyi döndüğünde, parkın giriş kapısına doğru yürüyen adamı dikkatle incelerken içi susmuyordu. ‘Bak sen, fotoğraflarda daha uzun boylu görünüyor, omuzları da biraz çökük. Acısının üstünden dört mevsim geçmiş ama taşıdıklarının yükü bedenine sinmiş. Eh, belki de yanılıyorum. Duyduğuma göre, bir yıl önce biricik eşini kaybettikten sonra ciddi anlamda sarsılmış. Kızının da kapısı ayrıymış. Yapayalnız kalmak kalbini daha da kanatmış olabilir.’ Uzaktan adamın saçlarının bembeyaz ışıltısını gördüğünde, duydukları aklına geldi. ‘Ellilerinin tam ortasındaymış. Yaşadıklarını iyice hazmetmiş birine benziyor doğrusu. Yazık, kaybının ardından çok ağlamış. Serap öyle söyledi. Başkalarına göre bu pekâlâ zayıflık olabilir. Hâlbuki bana göre, gözyaşı acının incecik bir iz düşümü.’
Gülümseyerek giriş kapısının tam ortasında el sıkıştılar.
“Merhaba,” derken adam, kadının tahmin ettiğinden daha kısa boylu olduğunu fark etti. Fotoğraf onu yanıltmıştı. ‘Sevimli ve cana yakın hali yatağa nasıl yansıyor acaba?’ Hayal dünyasına daha fazla ışınlanabilmesi için bir kafede oturmaları iyi olurdu. Üstündeki o kocaman anorakla onu çırılçıplak hayal etmek kolay değildi.
Kadın da “Merhaba,” dedi. Elini sıktığında, acının izini hissedemese de bu duygusunun üstünde durmadı. Ses zihninden mi yoksa kalbinden mi gelmişti? O an adama odaklandığı için sorunun cevabını net olarak duyamadı. Neyse, tanımadığı bir insana önyargılı olmamalıydı.
Yürürken adımları pek uymasa da sohbet etmeye çalışıyor, hafifçe gülerek birbirlerini inceliyorlardı. Kendileri ortada yoktu oysa. Adamın maskesi gösterişli, kadınınkiyse sadeydi. Tanışmalarını ayarlayan ortak arkadaşlarından konuştular önce.
“Serap’ı otuz yıldan fazla tanırım. Harika bir aşçıdır. Kocası çok şanslı vallahi.”
Esin, “Gerçekten öyle…” derken şaşırdığını belli etmedi. Arkadaşını sadece iki yıldır tanıyordu ama o güzel ve yetenekli insan için söylenmesi gereken ilk özellik bu mu olmalıydı yani. Böylesine sıradan bir niteliğin çok önemliymiş gibi söz konusu edilmesi sinirine dokundu. Her neyse ilgiyi başka tarafa çekmek geldi içinden.
“Şu ağaca bakın, baharı ne güzel kucaklamış.”
“Evet, bu bahar bambaşka. Her şey farklı. Tomurcuklar kuş sanki.”
‘Vay, vay! Söylediklerinden iyi bir imge çıkar. Hiç beklemezdim doğrusu. Fazla mı aceleciyim? Belki de o yüzeyselliğin altından ince bir ruh çıkabilir…’ diye düşünerek duygulandı Esin ve merakla sordu.
“Sanatla aranız nasıl?”
“İlgi alanım çalışmak ama belli olmaz ki… Belki bundan sonra hayata daha değişik yönlerden bakarım. Belki de siz esin kaynağım olursunuz.”
Gülümsedi Esin. Böyle bir cevap neyi gösteriyordu? Besbelli, adam ondan hoşlanmıştı. Bu yaşa gelmiş bir insan farklı hissetse böyle şeyler söyler miydi? Tabii, söylemezdi. Kendisine gelince, sözcüklerle evliydi ancak dopdolu olsaydı yaşamı o parkta ne işi vardı…
Adam, “Şuradaki kafede oturalım mı?” derken orada onu daha bir alıcı gözle inceleyebileceğini düşündü. Konuştukça güzelleşiyordu aslında. Bembeyaz teni yumuşacık görünüyordu. Keşke boyu biraz daha uzun olsaydı.
Kafeye doğru yürürken ikisi de sessiz, ikisi de düşünceleriyle baş başaydı. ‘En son birlikte olduğum adam gerçek bir entelektüeldi. Bilmediği şair yoktu. Ne güzel şiir okurdu. Dinlerken kendimden geçerdim. Eee, ne oldu sonra? Başım göğe mi erdi? Her şeyi o biliyordu. Üstüne üstlük pintiydi. Bunun masmavi gözleri güzel bakıyor en azından. Dur bakalım, şöyle bir oturup konuş biraz. İyi biri olabilir, hemen karar verme.’
‘Bugüne kadar hayatıma giren bütün kadınlar uzun boyluydu. Belki de onu ilk gördüğümde o kadar küçük görünmesi ondan. Başı neredeyse kulağımın hizasında. Ayağındakiler topuklu değil ama. Bu işler ısmarlama olmuyor ki… Rahmetli de orta boyluydu. Off! Onu düşündüğümde bir tuhaf oluyorum. Ben gitseydim, o kalsaydı farklı davranırdı. Beni görüyor mu acaba?’
Kafeye geldiklerinde şöyle bir etrafa bakındılar. Adam içeriyi, kadınsa bahçeyi tercih etti. Dışarıda bir masa seçip tam oturmuşlardı ki adam sandalyesinin yerini telaşla değiştirdi.
Esin ondaki tedirginliği hissetti. “Böyle oturunca güneş yüzünüze vurdu, rahat mısınız?”
“Evet, evet! Gayet iyiyim.” Deminki neşesi kayboldu.
Kadının gözleri gökyüzünde, adamın gözleriyse ağaçlardaydı… Oysa ne kadın gökyüzünü ne de adam ağaçları görüyordu. Ilınmaya başlayan hava birdenbire soğumuştu.
Düşüncelerine daldı Esin. ‘Yürürken daha iyiydi. Neden yerini değiştirdi? Ne oldu buna böyle? Onda görmeyi umduğun hüznü de bulamadın. Hüznü seviyorsun kızım sen! Yıllarca kimseleri kendine yakıştırmadın. Dostun tavsiye etti diye uzağında hissettiğin biriyle yan yana olman şart mı yani? Herkes evlenmek zorunda mı?’
Adamın da içi durmuyordu. ‘Hay aksi şeytan! Hay kahpe felek! Nereden geldin buraya? O anda başka bir yere gitmeyi teklif etmek de tuhaf olurdu. Hadi bakalım, çık çıkabiliyorsan bu işin içinden. Nedir bu başına gelen? Tam da işler iyi gitmeye başlamışken…’
O sırada bir karga ağzında özenle taşıdığı cevizi masalarına düşürdü. İkisi de birbirinden şaşkındı yine de memnun oldular. Konuşacak bir konu çıktı çünkü.
Kargaların zekâsından söz ederken adamın arkasındaki masaların birinden esmer uzun boylu bir kadın hışımla onlara yöneldi. Gözlerinden fırlayan simsiyah kıskaç adamı yakalamaya hazırdı.
“Oo! Beyefendi, maşallah ne kadar meşgulsünüz öyle! İşte, insan arkasına bakmadan kaçsa da bir yere kadar. Yakalanır sonunda. Seni herkes tanısın. Dur hele! Dur! Senin ne mal olduğunu anlatayım.”
Kadın, Esin’in yanına bir sandalye çekip rahatça oturdu. “Bu gördüğün ikiyüzlü, yalancının teki. Kart zampara! Neyse, şansın varmış. Sayemde onun kim olduğunu öğreneceksin.”
Esin kadına dik dik bakıp, başını karşı tarafa çevirdi. Adamın gözlük camlarında kendi yansımasını gördü. Yüzü camların üstünde küçücüktü. Ayağa kalktığında, camlarda gittikçe büyüyordu. Boyu bile uzadı sanki.
Adam, telaşla gözlüklerini çıkardı. “Nereye? Dur bir dakika! Nereye gidiyorsun? Konuşmamız lazım.”
“Tanıştığımıza memnun oldum.”
Kumral, dalgalı saçlarına vuran güneş onun kendine özgü ışıltısını o an daha güçlü ortaya çıkardı. Adam ayağa kalktığında, boyu fazla yıkanmaktan çekmiş gibiydi. Elinde gözlükleri, hangi yöne gideceğini düşünürken Esin’in hızlı adım atmayı seven ayakları onu parkın çıkışına doğru uzaklaştırıyordu.
Bir cevap yazın