Traktör görevini yerine getirip dinlenmeye çekilirken, çalışma sırası bizdeydi. Gece karanlık olduğu için lüks dediğimiz piknik tüpüne takılan seyyar lambayı takıp köfünün üzerine koyduk. Gecenin üçü her yer kapkaranlık ve aklımızda tek soru saat ne zaman onbir buçuk olacak? Uykunun en tatlı yerinde sıcacık yatağını bırakıp gelmişsindir ve lüksün ışığı gece lambası gibi çağırır seni uykuya. Çok uyuklayıp tütün dalı yerine toprak avuçladığım oldu. Ama her defasında dizime gelen sert bir darbeyle kendime geldim. Benim gibi çocuklar genelde annesinin yanında durur, uyuklarsa veya geri kalırsa diğer insanlar tarafından fark edilmesin ve laf yemesin.
Gece öyle kolay geçmezdi ama en sevdiğim şey sabah ezanını beklemekti. Ezan vaktini iple çekerdik, çünkü ezan başladığında işe ara verilip oturulurdu. Artık hocanın insafına kalmış ne kadar süre oturacağın, bazen hızlı okur bazen de çok yavaş. Ama biz çocuklar özellikle hiç bitmesin isterdik, bitmesin ki şöyle ağız tadınca kestirelim. Şu an bile gözümde canlandı o an. Ezan başladığında en konforlu yer, sana en yakın köfüne sırtını dayamaktı. Sırtını daya ki rahat rahat uyukla. ‘Hadi kalkın ezan bitti’ sesi bütün büyüyü bozardı her defasında. Hatta bazen hoca ezanı okumazdı ya da geç kalırdı, o da insan nihayetinde, ama olmaz olmamalı. Hemen imamın telefonu çaldırılır duymazsa duyana kadar çaldırılır ve imam uyandırılırdı.
Ezandan sonra yavaş yavaş şafak sökmeye başladığında anlardık ki gece nöbetini gündüze devrediyor. Ve bunun en yakın tanıkları bizlerdik. O kızıllık her defasında içimi bir tuhaf yapardı. Gökyüzünün bir tarafı simsiyah iken diğer tarafı nasıl olur da kızıl olur, aydınlık olur, çocuk aklımla her sabah bunu sorgulardım. Yavaş yavaş gün ağarmaya başladığında lüks kapatılır ve tarla sahibi hemen çay koymaya gider. O ara en telaşlı zamanlar olurdu tarlada, hani otobüs molada durur da herkes ihtiyacını karşılar ya tam da öyle bir ortam işte. Tarla sahibi o arada çayını demlemiş sofrayı kurmuştur. Kulaklar gelecek sestedir. Ve beklenen o an gelir. Hadi gelin sofra hazır. Gecenin verdiği uykusuzluk ve yorgunlukla karınlar acıkmıştır ve sıcacık çay ilaç gibi gelecektir. Yer sofrasının etrafında toplanılır ve sofranın üzerinde sadece ekmek ve yağ vardır. Ekmeğin üzerine sürmek için, salçayı da unutmamak lazım. Menü bundan ibaret ekmek, yağ, salça ve çay. Şu an çok az gelebilir ama en kallavi sofralardan bile daha iyiydi bizim için bu. Her şeyden önce yediğimiz ekmeğin tadı vardı. Sohbet muhabbet vardı, paylaşmak vardı. Aynı tastan su içmek vardı, aynı tastan su içmek…
Hayatım boyunca o sofralarda yediğim salçalı ekmeğin tadını unutmam, bir de o sofralarda sırt sırta verip oturmayı. Sofra faslı da çok uzun sürmezdi bu arada. Tarla sahibi hemen çayın altını kapatır ve herkes çayın altının kapanmasının bir kalkma uyarası olduğunu anlardı. Bunun gibi kendine ait kuralları vardı tütün tarlasının, yazılı olmayan ama herkesin bildiği kurallar. Mesela oturarak tütün kırılmaz veya ayakta uzun süre durulmaz. Kahvaltıdan sonra asıl zor olan bölüm başlardı. Gecenin uykusuzluğu yerini temmuz sıcağına bırakmış ve o kavurucu sıcak altında bitiş saatine kadar artık herhangi bir mola da yoktur, durmadan tütün kırmaya devam. Bir yandan maniler türküler şakalar yapılır bir yandan da çalışılırdı. Bunlar da olmasa zaman nasıl geçerdi ki.
Şimdi düşünüyorum da yolda karşılaştığımızda selam vermediğimiz, görmezden geldiğimiz insanlar bir zamanlar aynı sofrada yemek yiyen aynı ekmeği bölüşen insanlar. Ne oldu da böyle oldu, nasıl bu hale geldik anlamak gerçekten zor. Zaman bir şekilde geçmiştir ve saat gelmeye yaklaşmıştır. Demiştim ya yazılı olmayan kurallar var diye işte onlardan bir tanesi de tarlada bulunan erkelerin saat yaklaştığında dolan köfünleri arabaya yüklemesidir. Bu da önemli işler arasındadır çünkü ağırdır ve erkek kuvveti gerekmektedir. Köfünler taşınıp bitirildiğinde saat onbir buçuğa çoktan gelmiştir. Herkes saatin geldiğini bilir ama kimse saat geldi diye işini bırakmazdı. Tarla sahibi ne zaman bırakın derse o zaman bırakılırdı. Saat geçtiğinde çok sinir olurdum ve hakkımın yendiğimi ezildiğimi düşünürdüm sanki gece uyuklayan ben değilmişim gibi. Tarla sahibi hadi bırakın dediğinde hemen arabaya koşardık ve en rahat köfünün üstüne oturma yarışı başlardı özellikle biz çocuklar arasında. En rahat en konforlu köfün römorkun ortasındaki olurdu hep. Orayı kapan diğerlerine nispet yapardı.
Eve dönüş vaktidir artık. O yorgunluğun üstüne dünyanın en güzel yolculuğudur bu. Böyle geçerdi bizlerin yaz tatilleri böyle geçerdi çocukluğumuz. Deniz kum güneş bilmezdik, sosyal ve sportif aktiviteler tarla da ne yapıyorsak o işte. Pişman mıyım kesinlikle hayır. Hatta özlüyorum o günleri desem yeridir. Sabah yediğim o salçalı ekmeği, tütün zehrinin bulaştığı o çay bardağını, sabahın o kızıllığını ve daha sayamadığım içinde buram buram samimiyet barındıran anları.
Selam olsun çocukluğuma, tüm yaşanmışlıklara…
Bir cevap yazın