Kerem’in ismi, sözlük anlamı olarak “büyüklük, ululuk” demekti. Kerem’in babası oğluna bu ismi koyarken kendisi gibi bir işadamına ve köklü bir ailenin veliahtına da bu isim yakışır diye düşünmüştü.
Kerem, gerçekten çok tatlı bir çocuktu. Kirpikleri göz alıcı derecede uzun ve kahverengi gözleri eskilerin çok etkileyici anlamında kullandığı sıpa gözleri gibi iriydi. Uzun boyu ve atletik vücudu daha çocukken bile göze çarpıyordu. Çocukluğu diğer zengin çocukları gibi bol oyuncaklı ve en seçilmiş gıdalarla beslenerek geçti.
Ne yalan söylemeli ki, pek çok çocuğun özeneceği bir çocukluğu olmuştu maddi açıdan. Ama, manevi açıdan yoğun iş temposu altında ezilen babası ile sosyal projeler peşindeki annesi yüzünden sadece onlarla beraber yaşayan ve evlenmemiş olan, bu yüzden de evlat hasreti ile yanan halasından gördüğü ilgi ile yetinmek zorundaydı. Dadıları hem bilgi, hem de görgüsünü arttıracak deneyime sahip olsa da kalbine sevgiyi sokmaya güçleri yetmiyordu maalesef.
Kerem, babasının ilerleyen yaşı ve bozulan sağlığı nedeniyle genç yaşta ve başka bir iş yerinde fazla tecrübe edinemeden hızla işlerin başına geçmek zorunda kalmıştı. Şirketlerin yöneticilerinin bazıları, onun toyluğundan ve ihtiraslı karakterinden istifade ederek, şirket zararına ama kendi menfaatlerine uygun pek çok riskli kararın altına girmesini teşvik ediyordu. Verileri biraz dolambaçlı yollardan ve çarpıtarak iletiyor, olayların farkına varmasını engelliyorlardı.
Kız kardeşi ise akademisyen olmayı seçip, aile işlerinden uzak durduğu için kendisine yardımcı olacak güvenilir kimse de yanında maalesef yoktu. Halası ise ona moral vermek dışında bir destek sağlayamıyordu. İşler ters gittikçe zaten önerilere ve eleştirilere de dayanamaz hale gelmişti.
Kerem, kendisi gibi zengin bir ailenin gerçekten güzelliği dillere destan, film artisti gibi alımlı, kaşı ve gözü Kraliçe Süreyya kadar baştan çıkarıcı, cilveli ve işveli Ayşenur ile evlenmişti. Ayşenur güzelliğinin fazlasıyla farkındaydı. Hayatı hem ailesinden, hem çevresinden gelen iltifatlarla geçmişti. Okul ve iş hayatındaki tüm erkekler hayranlıkla yaklaşıp, iltifat ve hediyelere boğmuştu kendisini. Ayşenur da Kerem ile evlenerek, ona bir nevi ayrıcalık tanıdığını ona hissettirmeyi unutmamış, şansının farkında olmasını sürekli hatırlatmaktan geri kalmamıştı.
Evliliklerinin ilk yılları hakikaten güzel geçmişti. Ayşenur kendi evindeki konfor ve mutluluğu bu evde de yakalamıştı. Yakışıklı kocasının üzerine titremesi de çok hoşuna gidiyordu. Aradan geçen yıllar içerisinde Kerem iş hayatında zorluklar yaşadıkça Ayşenur’un tanıyıp, evlendiği Kerem olmaktan çıkmıştı. Kerem, artık Ayşenur’un gözünde sert, asabi, çabuk kızan ve iltifatları unutmuş kaba bir erkek haline dönüşmüştü.
Araları kısa sürede netameli hale gelmişti. Hele işler iyice bozulup, ekonomik sıkıntılar da baş göstermeye başlayınca hayat Ayşenur için çekilmez bir hal almaya başlamıştı. Bir de Kerem’in gayrimeşru bir ilişkisi olduğunu öğrenmesi bardağı taşıran son damla olmuş, iki çocuğunu da alıp baba evine dönmüş ve boşanma davası açmıştı.
Kerem de fazla direnmemiş, önüne koyulan boşanma sözleşmesini imzalayıp, konuyu sonlandırmıştı. Güzel bir kadını taşımanın bu kadar ağır bir yük olacağını hiç düşünmemişti. Bütün diğer erkeklerin arzulu bakışları ve iltifatları canını yıllarca sıkmıştı. En sonunda bu durumdan kurtulmuş oluyordu.
Ayşenur ise kısa bir süre sonra kendisine hala hayran olan okul arkadaşı Selim ile evlenmiş, hayatına kaldığı yerden mutlulukla devam edebilmişti. Sanki Kerem onun hayatının üzerindeki silik bir izdi. Sis dağılmış yine güneş açmıştı Ayşenur için. Bazılarının kendi de bahtı da güzel olabiliyordu demek illa çirkin şansı gerekmiyordu.
Kerim ise, güzel ismini yani büyük, onurlu, soylu anlamına gelen adını annesinin ısrarı ile edinmiş bir çocuktu. İngilizce öğretmeni annesi ve fabrikada makine mühendisi olan babası belki ona çok fazla oyuncak alamamışlardı. Ama, hep temiz ve güzel kıyafetleri olmuştu. Ayrıca, iki kalp dolusu sevgiyi de adeta ona akıttılar. Kerim sevgi ile büyüyen ve insanlara sevecen yaklaşan bir çocuk olarak yetişti.
Belki dadıları yoktu. Ama, ona ihtiyaç duyduğu bilgileri ve görgüyü sağlayacak iki tane dünya tatlısı canlı örnek yani ebeveynleri vardı. Kendini çok şanslı bir çocuk olarak görüyordu. Anne ve babası gibi onun için de paranın fazla bir önemi yoktu. Para ihtiyaçlar için gerekli araçtı sadece.
Kerim de Kerem’in gittiği Anadolu Koleji’nde burslu öğrenci olarak okumuştu. Liseyi takdir belgesi alarak tamamlamış, okul üçüncüsü olarak İTÜ Elektronik Mühendisliği Bölümü’nü kazanmış, daha sonra ABD’de MIT’de İşletme master eğitim almıştı. Hem vizyonunu arttırmış, hem de eğitimine çok boyutluluk katmıştı.
Kerim, en büyük hayallerinden birini gerçekleştirerek, anne ve babasına güzel bir yeni araba almak istiyordu. Anne ve babası emekli maaşları ve birikimleri ile kendilerine yetecek bir eve sahip olmayı başarmışlardı. Kerim de işe başladığı Çok Uluslu Şirketteki dördüncü yılında, o güne kadar yaptığı tasarruflarla anne ve babasına orta halli bir otomobil anahtarını verdiği gün kendini çok mutlu ve huzurlu hissetmişti.
Kerim üniversite yıllarında tanıştığı daha sonra master zamanında ABD’de de aynı üniversitede dirsek çürüttüğü Yasemin’e işe girdikten bir yıl kadar sonra evlilik teklifinde bulunmuştu. Yasemin de sevinçle bu teklifi kabul etmişti. Yasemin’in babası sosyoloji alanında akademisyenlik yaparken, annesi de Sulh Ceza Hakimi idi. Aile yapıları ve sosyo-ekonomik durumları birbirlerine yakındı.
Yasemin ile Kerim’in iki kız ve bir erkek çocukları olmuştu. Yasemin, çocukları yuva çağına gelene kadar kariyerine ara verip, annelik görevlerini yapmış ve daha sonra kariyerine devam etmişti. Belki arkadaşlarına göre akademik alanda biraz geriden gelebilmişti. Ama, o azmi ve çalışkanlığı ile arayı nispeten kısa sürede kapatmıştı. Okulun sevilen, sayılan ve alanında ciddi makale üreten akademisyenlerinden birisi olmuştu. Çocukları da kelimenin tam anlamıyla annelerine doymuşlardı. Yasemin adı gibi güzel kokulu, narin yapılı bir kızdı. Kerim bu kadar güzel olan ve huyları da harika olan bir kadına ve eşe sahip olduğu için Allah’a ne kadar şükretse az olduğunu düşünüyordu.
Kerem ve Kerim uzun yıllar sonra Kolejin bir pilav gününde karşılaşmışlardı. Kerim arkadaşına sevgi ile sarılıp, hal hatır sormuştu. Kerem ise hafif utangaç bir şekilde aradan geçen yıllar içerisinde başından geçenleri bir çırpıda anlatıvermişti.
Kerem, işleri bozulduktan kısa bir süre sonra boşanmıştı. Eski eşi çocukları da görmesini engellemek için yeni kocası ile İtalya’ya yerleşmiş ve Como gölü civarındaki evlerinde zevk ve sefaya dalmıştı. Kerem ise her alanda yaşadığı sıkıntılar sonucu depresyona girmiş, kendini alkole vermişti. Elindeki imkanlar bitince de sokaklarda yatar hale gelmişti. Neyse ki, geçenlerde okuldan bir arkadaşı rastlantı eseri onu görmüş ve tanımış, şirketinin yabancı misafirleri ağırladığı misafirhanesine götürmüştü. Kendisine yiyecek verilmiş, banyo yaptırılmış ve artık ölene kadar ücretsiz olarak orada kalabileceği söylenmişti. Kerem “Benim gibi kibirli bir kişi bu iyiliği hak etmek için ne yapmış olabilir ki” diye düşünüyordu. Kerim ise hemen atılıp, “Halanın kıymetlisi için yaptığı hayır dualarını çok çabuk unutmuşsun. Sen özünde iyi bir çocuk ve insandın aslında. Ailen maalesef seni kötü yönlendirdi” demişti.
Kerem, biraz soluklanıp, morallendikten sonra “Eee Kerim, biraz da sen anlat. Sen neler yaptın bunca yıllar boyunca” demişti. Bunun üzerine, Kerim, kısaca tahsil ve iş hayatını anlatmıştı. Kerem, hemen araya girip, “Senin zaten inek olduğunu biliyoruz. Başarılı olman zaten kaçınılmaz bir sonuçtu” demişti. “Neyse lafını kestim. Lütfen devam et” diye de eklemişti.
Kerim, iş hayatında artık kendi şirketini kurduğunu, otomotiv sanayiine parçalar ürettiğini belirtti. “Ama, beni asıl mutlu eden anne ve babamın adına yaptırdığım küçücük anaokulu ve oradaki çocuklarla ilgilenmek” dedi. “Bu arada, on kadar çocuğa da ortaokuldan üniversiteye kadar bütçemin imkanları ölçüsünde burs veriyorum. Bana okulumun tanıdığı şansı ben de onlara tanımak istiyorum” demişti gözleri ışıldayarak büyük bir iç huzuruyla.
Daha sonra birbirlerine sarılmışlar, telefonlar verilmiş ve en kısa zamanda tekrar çay içme sözü alınmıştı bile.