Resimleyen: Beste Köker
Denizin ortasında buzdağından kopan bir parça. Beş metrekare üzerinde bir koltuk, sırtı destekli. Önünde birikmiş yazılacaklar, ruhtan süzülüp çamaşır ipine asılacaklar. Bir kahve makinesi, müzik, kedi ve dalgaların sesi.
Koltuktan sıkılınca ayakta denize karşı duran kadın. İleriyi görmeye çalışıyor, çok yakına bakmaktan körleşmiş gözleri. Ufukta ise bir şey gözükmüyor. Buzdan parça eriyor gün be gün. Alan daralıyor. Buz eridikçe yer kalmıyor hiçbir şeye. Tartıyı fırlatıp atıyor. Boş şişeleri. Ütüyü yolluyor sonra. Karanlık sulara. Sırayla kırmızı paltosunu, yeşil montunu, gri stilettosunu. Birer birer yolluyor. Buz eriyor, alan daralıyor.
Güneş tam tepede. Isıtıyor. İlk aşk misali. Yakıyor. Terler boşalıyor ensesinden sırtına… Anıları da atıyor dalgaların ortasına. En çok yer kaplayanları özellikle.
Geçmişten gelen kırık dökük duyguları yığıyor üst üste. Bir süre atmaya kıyamıyor çocukluktan beri sakladıklarını. Ayırıyor önce işe yarayacaklar, birine aktarılacaklar, ömür boyunca saklanacaklar… Bir süre oyalanıyor onlarla. Oynuyor, sökükleri dikiyor. Sonra fırlatıp tek tek yolluyor derinliklere.
Sular yükseliyor, ay dolunay. İçinde öfkenin ayak sesleri. Medcezir var. Birinci dalga vuruyor kıyılarına. Geçeceğini bilerek sakinleşmeyi bekliyor. İkinci, üçüncü…
Bir kürek olsa keşke, istediği yöne ilerlese. Ama yok. Mecbur akıntıya bırakıyor kendini buzuyla.
Bikaç sayfa kitap, biraz çay…Yatıp uyuyor, koltuğa büzüşüyor.
Kapalı gözlerinin üstünde güneş. Kirpiklerin üstünde incecik bir kırağı. Bir dilek tutarak açıyor gözlerini. Kıyı gözüktü uzakta. Umut muydu o? Uzun uzun, buzun üstünde yaşadığı tutsaklıkta. Son kalan parçaları da attı suya, koltuğu, hatta kahve makinesini. Bir kedi, bir o kaldı. Sabırsızlığı artık pik noktadaydı. Gelsin artık şu kıyı.
Bir cevap yazın