Can, Bursa’da tahsilini tamamladıktan sonra memleketi Eskişehir’e geri dönmüş ve iş başvuruları için evraklarını hazırlaması gerekiyordu bir an evvel. Okuduğu Orman Mühendisliği Fakültesi’ni dereceyle bitirmiş hayallerindeki mesleği gerçekleştirebilmek için girişimlerine başlamıştı. İletişim araçlarına hakim, teknolojiyi mesleğiyle birlikte etkin kullanabilen biriydi. Daha yeşil bir dünya için ‘‘Ekolojik Kalkınma Ve Köy Halkının Önemi’’ adlı projesini hayata geçirip sürdürülebilir tarım, topraksız tarım, susuz tarım yenilikleri, teknik gerektiren bilimsel süreçleri takip ediyordu. Eskişehir’e ailesinin yanına döndüğünde ihtişamlı bir şekilde anne ve babasının ellerini öpmüş, ailesi ise komşularına karşı nispetten uzak, mağrur ve gururlu bir edayla salına salına yürür olmuşlardı. Can arkadaşlarına haber salmış, tüm sosyal medya hesaplarından mezuniyetini, diplomasını, okulunu yayınlamıştı. Herkes kendisine mühendis bey diyecek, ofisine gidecek, çalışma sahasını kontrol edecek ve projelerin takibini sürdürecekti. Can bu esnada arkadaşlarında buluşmak için iletişime geçti. Evvela hepsine mesaj yollayarak, mesajına karşılık yanıt vermeyenleri ise arayarak buluşmak istediğini aktardı. ‘‘Herkesin müsait olduğu gün çıkalım, özledik birbirimizi’’ dedi. Uygun günde de çıktılar Porsuk Çayı’nın kenarında bir kafeye. Hoş gittin beş geldin faslından sonra iş güç konuşulmaya başladı. Can ilk okumayan arkadaşlarına biraz ver yansın etti ancak işlerinin güçlerinin yolunda olduğunu anlayınca ‘‘ Her şey para değil. Kariyer ne olacak? ’’ diye sordu. Bir süre okuldan, mesleğinden bahsedince arkadaş grubunda bir oflama, puflama hissetti. Sıkılma başlamıştı. Bir süre sonra konu Can’dan uzak kaldı. Söz hakkı ne zaman Can’a gelse bir şekilde uzaklaştırıldı muhabbetten. Can, dostlarının biraz cahil olduğunu düşünüyordu. Bir şekilde ya ticarete atılmışlar ya da çalıştıkları yerlerde ortalama maaşlarından memnun şekilde hayatlarına devam ediyorlardı. Aslında mesleki hayal kırıklığına ilk burada uğramıştı. Aynı mesleğe sahip olmayanların mesleki konuları pek tabi insanları sıkabilirdi. Herkesin onunla aynı akademik bilgi, birikime sahip olmasını da beklemiyordu. Dost meclisi güzelce dağıldı o akşam. Yine görüşelim, tekrarlayalım sözleriyle. Ertesi sabah güzel bir özgeçmiş hazırladı Can kendisine. Ailesinden bir miktar para alarak güzel bir takım elbise aldı. Çünkü iş görüşmelerinde önemliydi takım elbise. Can hakkında güzel düşüneceklerdi. Bir liste çıkarttı bir kağıda tek tek aradı önce sonra randevu talep etti. Görüştüğü yöneticiler insan kaynaklarına yönlendirdi çoğunlukla. Kimi yer güvenliğe bırakın özgeçmişinizi dediler. Kimileri internet üzerinden başvuru yapabileceğini söylediler. Birkaç şirket ‘‘Buyurun, hemen başlayabilirsiniz.’’ diyerek asgari ücret teklif ettiler. Kimi yer sigorta primleri için üç ay bekleyeceksiniz, kimi yer bir süre stajyer olarak görev yapabilirsiniz dedi. Can’ın moralleri biraz bozulmuştu. Bir süre düşünmek için zaman istedi. Can kendisi için en iyisinin stajyer olarak başlayıp görevinde yükselme hedefi olduğu fikri aklına yattı. Daha gerçekçi olabileceğini düşündü. Hemen görüşüp başladı bir orman, tarım ürünleri şirketinde. İlk haftalarda Can arazi alanında çalıştı ama bir gariplik de vardı bu işte. Kimse fikrini sormuyor, kimse kendisini dinlemiyordu. Bir süre ormanda bekçilik yapıyormuş gibi hissetti ama orman bekçileri de vardı. Ustalara sorduğunda ise ürünlerin çalınmalara karşı korunması gerek cevabını aldı. Can bir süre getir götür, bekle, yap, et işlerinden sonra dayanamıyorum diyerek alacaklarını bile almadan işi bıraktı. Babası olsun daha iyileri her zaman olur diye desteğini belirtti evladına. Ama sonrası hiç babasının istediği gibi olmadı. Hangi şirkete girerse girsin olmadı. Bir şirkette tarım arazisine uygun fidanları ziraat mühendisleriyle birlikte belirledikten sonra rapor halinde sundu ancak tedarikçi firma ile şirket arasındaki anlaşma bu ağaç türlerini kapsamadığı için elde ne varsa onu dikmişlerdi.Can, isyan etmeye kalktığında ise ‘‘Diktik işte Allahtan belanı mı istiyorsun, amaç yeşillik değil mi?’’ cevabını alıyordu. Tüm bu olanlara katlanayım yeter ki üç kuruş kazanayım dediğindeyse kendi kendine ay sonunda ya eksik para alıyor, ya da sigorta primlerinde pürüzler çıkıyordu. Fazla mesai yaptırılıp mesai ücretleri yatmıyor, binbir bahanelerle maaşı kesintiye uğruyordu. Bu durum Can’ı iyice yıpratmıştı. En son işi bırakmayı düşündü ama daha ağzını açmadan işten çıkarmalar başlayınca bir yolla tazminatsız kapının önüne koymuşlardı. Dayanamayıp bağırıp çağırıp ‘‘Sizi mahkemeye vereceğim görürsünüz’’ diye haykırdı ama yöneticiler pişkin pişkin ‘‘Nereye verirsen ver on sene mahkeme sürer kimse de senin için şahitlik yapmaz’’ cevabını alıyordu. Can bir süre evden dışarı çıkmadı. Saçı sakalı birbirine karışmış bakımsız bir adam haline gelmişti. Babası ‘‘Var mı bir yerlerden bir haber’’ diye her soruşunda psikolojik olarak daha kötü hissediyordu. Artık kendi alanından olmayan sektörlere başvuru yapmaya başlamıştı. Bir yöneticilik olabilir miydi acaba? Ama ilanlarda en az beş senelik deneyim istiyordu. Fabrikalara başvurdu ancak fabrika da bir üretim bandında hangi parçayı nereye takacağını bile bilmiyordu. Tezgahtarlık yapayım dediyse olmuyor, kasiyerlik yapayım dese beceremiyordu. Can iyice kapanmıştı evin içinde ki küçük göz odaya. Tüm gününü internette birbirinden alakasız videoları izleyerek geçiriyordu. Ailesi de yavaş yavaş ümidi keser hale geliyordu oğullarının iş hayatına atılacağından. Onlara kalsa değil bir şirkette yönetici bir fabrikada işçi olarak başlasa şükür edeceklerdi artık. Can günden güne kirli pencere camından, cam kenarına konan kumrulara baka baka sakallarını kaşıyordu. ‘Bu dünyaya neden gelmişti? Varlığının amacı neydi? İnsan ne için yaşar?’ soruları dönüyordu kafasının sulak bölgelerinde. Yine birden gece olmuş zaten uzanmakta olan bedenini uykuya geçirebilmek için bu sefer cep telefonundan hikayeler izliyordu. O sıralar ülkedeki tüm türküleri yemek videolarından öğrenip ezberlemişti. Sakatat videolarına türkü yerleştirip, ciğer videolarını uzun havayla bütünleştiriyordu yurdum insanı. Can o gece çok acayip rüyalar gördü. Kalbi git gide sıkışıyor bir türlü rüyadan ayılamıyordu. Rüyasında ak sakallı yaşlı bir teyze gördü. Can’a bir miktar bulgur veriyor, Can ise korkup kaçıyordu. Can kayboldum diye irkildiği sırada bir tabela ile karşılaşıyor tabelada ‘‘Satlık Köy’’ yazıyordu. Oradan hızla uzaklaşmaya kalktığında babasını görüyor ağzını açtığı sırada kıpkırmızı biber salçası kusuyordu. Can, kan ter içinde kalıyordu. Gökyüzünden yağmur yerine baharat yağıyor, annesi kendisine beddua ediyordu. Arkadaşlarını görüyordu türlü yeşillikler içinde. Koşuyordu durmadan, soruyordu insanlara ‘’Neredeyim ben?’’ diye. İnsanlar bir Adıyaman’ dasın, bir Urfa’dasın diyorlardı. Can hayır, hayır, haaayıırrr diye bağırarak uykusundan uyandı. Balkona attı kendini hemen rahat bir nefes alabilmek için. Oturdu plastik tabureye düşündü uzun uzun. Bana bu şehirde ekmek yok anlaşıldı, ekmek büyük şehirlerde.
Gördüğü rüyayı kendisine gönderilen şifreler bütünü olarak kafasında tekrarlamış hatırladıklarını kağıda bir bir yazmıştı. Ak sakallı yaşlı kadının verdiği kırık bulgur, satılık köy Züğürt Ağa filmi, gökyüzünden yağan baharatlar, babasının kustuğu salça, arkadaşları yeşillik getiriyor, bir Adıyaman, bir Urfa. Daha ne olsun bu rüya çiğ köfte rüyası. Daha açık nasıl olabilirdi. Ak sakallı yaşlı kadın Can’a çiğ köfte haberi getirmişti göklerden. Kurtuluşu çiğ köftedeydi. Can öyle aceleyle cahilce bir hareket yapmamalıydı. Tüm eğitimi, bilgi, birikim, global bakış, halk nabzı, fenomen hareketler hepsini bir rapor halinde yine onay makamı olan kendine sunmalıydı. Masanın bir ucunda bunları doküman olarak kendisine sundu. Masanın diğer ucuna koşarak geçti raporu inceledi ve bir takım yargılara vardı. Önce bekar bir arkadaşının evini kullanacaktı Can ailesinden bu durumu gizlemek için. Arkadaşına durumu açıkladı arkadaşı da kendisine soru dahi sormadı ‘‘Muhakkak bir bildiği vardır’’ diye. Sonra kendi kendine söylenmeye başladı ‘‘Can diye çiğ köfteci olmaz.’’ Hemen bir isim düşündü, gözlerini kapattı ve kafasını tavana kaldırarak derin nefes aldı. Tahmini on saniye sonra ‘‘Beşir, evet Beşir olmalı’’ diye gülümsedi. Yüzlerce çiğ köfte videosu izleyip en güzel çiğ köfteyi yoğurmaya başladı. Yoğurdukça, yoğurdu, bir domates kattı bir buz, bir ketçap attı, bir nar ekşisi. denedikçe denedi uzun günler. Tattırdı gördüğü herkese. Kiminde acısı az, kiminde bulgur diri kalıyor ama Can vazgeçmiyordu. Beşir ismini içine iyice sindirmiş kendisine yedi baharat belirlemişti belirli ölçülerle. Salçaları Kahramanmaraş’tan sipariş veriyor Adana’dan bakır tepsi yaptırıyordu kendisine. Urfa’dan isotu, güvendiği kasaptan sinirsiz, yağsız etini. Yaptığı çiğ köfte en son içine sinmişti. Ne çok acı, ne de mideyi yakıyordu. Porsuk Çayı civarında dolaşmaya karar verdi. Öğrencilere ucuz ucuz veriyordu ilk günler. Öğrenci ucuza karnını doyurmalıydı ama etli çiğ köfte ucuza kurtarmıyordu maliyetini. Eti çıkardı içinden öyle devam etti. Eline üç beş kuruşta para geçiyordu. Yine durup bir şeyler eksik dedi benim adım madem artık Beşir ama konuşmam Beşir gibi değil dedi. Önce harfleri bozdu sonra gırtlaktan konuşmaya başladı. Nereli olduğu belli değildi. Ülkemizde şivesi böyle olan yöre yoktu ama bu konuşma Can’ı daha motive ediyordu. Can bir miktar para biriktirdi bir emekli maaşı kadar fazladan. Anne babasını karşısına aldı. Anne, baba ben gidiyorum dedi. İstanbul’da bir şirketten teklif aldım. İhale usulü çalışan bir şirket yeni projeleri için orman mühendisi arıyormuş. Babası çok sevindi bu habere ‘‘ Hele şükür’’ dedi. Annesi gözyaşlarını tutamadı. Hazırladı bir bavul, bir oda bir salon ev kiraladı kendisine hemen. Tuttu İstanbul’un yolunu. Gitti yerleşti hemen arkadaşını aradı bakır tepsisini yollamasını istedi vereceği adrese. Beşir diye sosyal medya hesapları açtı kendisine. Konuşmasını bozdu saç sakal birbirine karışık aynaya bakarak ‘‘ Yav Gurban Höşgelmişsen İstagnbülag’’ diyordu. Malzemeleri alıyor yoğuruyordu hiç durmadan akşam üzeri çıkıyordu Beyoğlu’na caddesine. Taksim, İstiklal, Asmalımescit, Nevizade, Galata, Beşiktaş Çarşı ve Sahil oradan da Ortaköy, Bebek, Nişantaşı, Şişli ve Etiler. Anadolu yakasına geçiyor İskele Sokak, Bahariye Caddesi, Kadife Sokak ve Caddebostan Barlar Sokağı. İstanbul’ u tabiri caizse dört dönüyordu. Kendi güzergahını belirlemişti. Hangi saatlerde kaç para kazanıyor, yoğun bölgeler, talep edilen bölgeler diye kendisine bölgeler edinmişti. En iyi para kazandığı bölgeler Ortaköy-Bebek, Etiler’deydi. Mekanlarda duran görevlilere rüşvet ve dürüm ikram ediyor bu sayede müşterileri dolaşabiliyordu. Eğer tepside çiğ köfte kalırsa Sulukule’ye gidip az fiyat kırıp tepsiyi bitirebiliyordu. Can epey para kazanıyordu. Kendisine en iyi evi tutup son model cep telefonları alıyor. Çiğ köfte yaparken videoya çekip klip haline getiriyor arkasına türkü ekliyordu. Hatta nar ekşisini ağır çekim modunda ejderha ağzından döküyor efekti yapıyordu teknolojinin nimetlerini kullanarak. Beşir adlı sosyal medya hesapları binlerce takipçiyle buluşuyordu. Can kazandığı paralardan bir kısmını ailesine yolluyor, onlara da hayallerimde ki mesleğe kavuştum diye haber veriyordu. Artık zamanının geldiğini hissetti. Bir dükkan kiraladıp, bir süre vergiden kaçak çalışacak sonrasında işler iyiye giderse vergi verecekti. Tabela bile yaptırdı ‘‘Çiğ Köfteci Beşo’’ gelen müşterilere ‘‘ Hoş Gelmişşen Ağam’’ , ‘‘Vay Benim Cigerim, Sağolasan’’ diyerek muhatap oluyor, kendi yaptığı yoğurdu ayran haline getirip bakır bakraçlarda ikram ediyordu. Artık dolaşmıyor, müşteriler Can’ın dükkanına gidiyordu. Aradan altı ay geçince dükkan da küçük gelmeye başlamıştı yoğunluk karşısında. Hemen taşındı büyük, geniş bir dükkana. Sedirler, keçi postları koydu. Sıra gecesi müzikleri çalıyordu sürekli dükkanda. Beşir artık çiğ köfte kralı olmuştu kendince. Lavaşlarını bile özel sipariş yaptırıyordu anlaşmalı fırınlara. Herkes Çiğ köfteci Beşo’dan bahsediyordu. Sosyal medya hesapları için bir üniversite öğrencisi almıştı yanına. Bu genç öğrenci Can’ a daha ilgi çekici fikirler veriyor, Can ise daha çok kitlelere ulaşmak için bu öğrencinin söylediklerini uyguluyordu. Havalara isot atıp, balonların içinden patlattıkça sumak çıkıyordu. Beşo kendi çevresinde dönerken suratına limon sıkıyor, kafasına marul yerleştiriyordu. Nar ekşisi banyosu yapıyordu kliplerinde. Bir gün kar yağdığı zaman karda çiğ köfte tepsisiyle kaydığı bile oldu. Can artık tümüyle Beşir olmuştu. Beşir Eskişehir’deki ailesini az arıyor ancak düzenli para yolluyordu. Ailesi ise Can çok yoğun zannediyorlardı. Can artık mutluluğu Beşir olarak bulmuştu. Mahkemeye başvurdu ismini Beşir olarak değiştirdi. Artık kazanıyordu. Belki hayalindeki projeler gerçekleşmemişti ama başarılı olmak Can’a haz vermişti. Mutluluğu yıllarca okuduğu okulun sayesinde kurdurduğu hayallerde değil, binlerce senelik medeniyetin çiğ köftesinde bulmuştu.
Bir cevap yazın