Nefes alıp verebildiği her bir güne çeşitli anlamlar yükleyebilen, yeni bir günün sabahına gözlerini açabildiği için defalarca kez şükreden; her bir gününü sanki hayatının son günüymüşçesine doyasıya yaşamaya çalışan biri değilim. Hayatımın hiçbir döneminde böyle birisi olamadım. Olamayacağım da. Ama bugün…Başka bir gün bugün…Öylesine şahane…Öylesine kıymetli…
Oya’yla evliliğimizin ilk yıl dönümü bugün. Her şey harikulade olmalı; takdire şayanlığın sınırlarını zorlamalıydı ve ben son derece tertipsiz, başıboş ve müphemliğe bürünmüş hayatımı sırf Oya’nın mutluluğu için bir günlüğüne de olsa yerle bir edebilmeliydim.
”Erken kalkan yol alır.” atasözünün anlamını benliğimin her bir kıvrımına insanüstü bir şevkle kabul ettirircesine sabahın erken saatlerinde hızlıca hazırlanıp evden ayrılıyorum. Unutulmaz bir akşam ve en önemlisi de Oya’nın mutlu olabilmesi için yapılması gereken ne de çok şey var. Vapura atlıyorum. Aldığım sıcacık simidimden parçalar kopararak martılarla paylaşıyorum. Denizin insanı ehlileştirip dinginleştiren mis gibi kokusunu da tam içimde hissediyorum. Son derece keyif aldığım vapur yolculuğu son buluyor ve iskeleye varıyorum.
İskeleye vardıktan hemen sonra, bu akşam için özenle hazırladığım alınacaklar listeme ihtiyaç duyuyorum. Elimi ceketimin cebine atıyorum. Liste, biraz buruşmuşluğu, biraz da yırtılmışlığı dışında gayet okunaklı görünüyor. Karaköy iskelesindeki şuursuz kalabalıktan seri adımlarla kurtulabilmeyi başardıktan sonra kendimi Beyoğlu’nda buluyorum. Ayaklarım beni Oya’yla ilk kez şarap içtiğimiz şarap evine götürüyor.
Kapıdan içeri girmemle o gün Oya’yla beni saatlerce etkisi altına almayı başaran aynı müziği yeniden duyuyorum. Bu müziğin tıpkı o günkü gibi bende uyandırdığı romantizmi, heyecanı ve tutkuyu bir kez daha içimde hissederek mekanın içerisinde dolaşmaya başlıyorum. Çok geçmeden Oya’yla o gün oturduğumuz masamızı da hatırlamayı başarıyorum. Masamıza baktığımda üzerindeki ‘rezerve’ yazısını görüyorum. Garsonlardan biri yanıma gelip beni başka bir masaya yönlendirmek istediğinde oturmayacağımı söylüyorum. Oya’yla o gün içtiğimiz şarabın aynısından bir şişe alıp şarap evinden ayrılıyorum.
İkinci durağım, Beyoğlu’nun tenha sokaklarının birinde yer alanbir kadın giyim mağazası oluyor. Haftalar öncesinden siparişini vererek en özel kumaşlarla dikilmesini istediğim, Oya’ya evlenme teklif ettiğim gün Oya’nın üzerindeki kırmızı elbisenin aynısını teslim alıyorum. Dışarıdaki işlerimi tamamlıyor ve eve vapurla dönmeyi tercih ediyorum.
Yemek yapmak konusundaki beceriksizliklerimin, mutfaktayken ardı arkası kesilmez sakarlıklarımın evliliğimizin ilk yıl dönümüne en ufak bir gölge dahi düşürmesini istemediğimden, Oya için hazırlayacağım sofranın siparişlerini de veriyorum.
Vapurdan inip iskeleden eve doğru adımlarken telefonum çalıyor. Arayan Oya’dan başkası değil. Fazla mesai yapması gerektiğini ve saat 20:00’ye doğru evde olabileceğini söylüyor. Tüm hazırlıklarımı tamamlayabilmek ve muazzam bir geceye hazır olabilmek için neredeyse bir saatim var.
Eve girer girmez ilk işim masamızı hazırlamak oluyor. Bir şişe şarap, kadehler, mumlar ve yemekler… İşte hepsi tamam. Üzerimi değiştiriyor ve Oya’ya evlenme teklif ettiğim gün giydiğim takım elbisemi bir kez daha giyiyorum. Evimizin kapısını açık bırakarak Oya için aldığım elbiseyi kapıya asıyorum.
Apartmanın merdivenlerinden sesler duyar gibiyim. Biri, topuklarını merdivenlere sertçe vurarak üst kata çıkıyor. Eminim; gelen kesin o. Oya yorgun olduğunda topuklarını sertçe vurarak merdivenleri çıkar. İvedilikle evdeki tüm ışıkları kapatıyor, masamızın üzerindeki mumları teker teker yakıyorum. Biraz sonra içeriye girecek olan Oya’yı görebilmek ve en önemlisi de sürprizim karşısındaki ilk tepkisini net bir biçimde gözlemleyebilmek için en uygun konumdaki sandalyeyi seçiyor ve sandalyeye kuruluyorum. Kapıda asılı duran elbiseyi gördüğünde yüzünde daha önce hiç görmediğim bir tebessüm oluşuyor. Onu daha öncesinde birçok kez tebessüm ederken görmüştüm elbette ama bu kez bende bırakmış olduğu o tutkulu etki tüm ruhuma ve bedenime öylesine hükmetmişti ki bana baktığında birkaç dakika ağzımdan bir harf dahi çıkaramamıştım. Kapıda asılı duran elbiseyi alıp salonun ortasına geldiğinde yönlendirici bir tebessümle “E, haydi ama!” diyorum. Bu seferki son derece içten gülümsemesine bende aynı şekilde karşılık veriyorum. Çocuksu bir heyecanla, hazırlanmak için yatak odamıza doğru yöneliyor. Hazırlanması tahmin ettiğimden birkaç dakika uzun sürse de Oya tüm ihtişamıyla karşımda beliriyor.
Sandalyemden kalkıyorum. Bana doğru geliyor ve sarılıyoruz. Ama ne sarılmak… Hiçbir şeyin bizi ayıramayacağını birbirimize ispatlarcasına kenetleniyoruz. Durmaksızın öpücükler konduruyorum boynuna. Dudaklarımız olağanüstü bir şehvetle birleşiyor. Nefeslerimiz birbirine karışıyor. Bir süre sonra elini yeniden nazikçe kavrıyorum ve masamıza geçiyoruz. Şarap kadehlerimizi dolduruyorum ve ilk kadehler evliliğimizin birinci yıl dönümü için kalkıyor. Romantik bir müziğe de hiç ihtiyacımız yok. Çünkü biz bu gece sadece birbirimizi duymak ve hissetmek istiyoruz.
Zaman, gecemizin biricikliğine aldırış etmeden hızla akıp geçiyor. Oya’nın gözlerinin içine baktıkça etkisi altında olduğu mutlu ruh halini kalbimin en derinlerinde hissediyor ve bundan inanılmaz derecede haz duyuyorum. Oya’ya yıl dönümümüzün hediyesini vermenin tam zamanı! Sandalyeden usulca kalkıp hemen döneceğimi söylüyorum. Çalışma odamdaki kasanın içerisinden bugün için özenle hazırlamış olduğum fotoğraf albümünü alıyor ve salona dönüyorum. Oya da elindeki hediye paketiyle karşılıyor beni. Birbirimize sıkıca sarılıyor ve hediyelerimizi veriyoruz. Hediye paketini sabırsızlıkla açıyor ve oldukça şık görünümlü kol saatini hiç vakit kaybetmeden koluma takıyorum. Oya’nın da benim hediyem olan fotoğraf albümünü dikkatlice incelemeye başladığını görüyorum. Çok geçmeden titreyen bir ses tonuyla albümü beraber incelemek istediğini söylüyor. İsteğini geri çevirmiyorum tabii. Oya ve ben o anlarda çocukluğumuzdan bugüne kadar biriktirdiğimiz en şahane anların tadına yeniden varıyoruz. Hem bugünlerde çokça özlemini duyduğumuz geçmişlerimizi hem de içerisinde bulunduğumuz bu muhteşem anları aynı zaman diliminde haklarını teslim ederek yaşamayı başarabiliyoruz.
Dördüncü şarap kadehlerimizi de bitirip şişenin dibini görüyoruz. Oya’nın göz kapaklarının ağırlaştığını fark ediyorum. Tam da tahmin ettiğim gibi her zamanki o içten gülümsemesiyle uyumak istediğini söylüyor. Ani bir hareketle, fakat canını hiç acıtmadan, Oya’yı kavrıyorum. Sevinç çığlıkları eşliğinde onu kucağımda taşıyarak yatak odamıza götürüyorum. İkimiz de yatağımıza uzanıyoruz. Çok geçmeden uykuya dalıyor bile. Ben ise onu uyurken seyretmenin tadını çıkarıyorum. O kadar güzel uyuyor ki bende ona eşlik etmek için gözlerimi kapatıyor ve uyumaya çalışıyorum. Fakat olmuyor. Uyuyamıyorum. Oya’yı uykusundan etmemek için yavaş hareketlerle doğrulup salona yöneliyorum. Masamızda henüz yanmakta olan tek mumu söndürüyorum. Koltuklardan birine oturup tüm gün boyunca yaptığım hazırlıkları ve gecemizi düşünüyorum. Oya’nın mutlu olabilmesi için var gücümle çabalamış ve onu mutlu edebilmeyi başarabilmiştim. Bunu bilmek ve onun mutluluğunu kalbimde hissedebilmek bana muazzam bir derecede güç veriyor. Şu an uyuyor olsa da gecemiz burada bitmemeli. Biricik gecemizin tam olarak hakkını verebilmek adına yerine getirmem gereken son bir şey var.
Koltuktan kalkıyorum. Salonun ışığını söndürdükten sonra ceketimi giyiyor ve evimizin bahçesine iniyorum. Bahçemizdeki papatyalardan bir demet hazırlayıp taksiye biniyorum. Taksici bana nereye gitmek istediğimi sorduğunda şimdilik sadece devam etmesini söylüyorum. Alkolün de etkisiyle başımda hafif de olsa bir ağrı var. Biraz hava almanın iyi geleceğini düşünerek taksiciden beni müsait bir yerde indirmesini istiyor ve taksiden iniyorum. Buz gibi bir rüzgar esiyor şu an. Esintisi sert sert çarpıyor suratıma. Ceketimin yakalarını hızlıca kaldırıp şehrin loş ışıkları altında bir başıma yürüyorum. Bir süre sonra sokak köpeklerinin acı acı havlamaları da eşlik etmeye başlıyor bana. Daha fazla vakit kaybetmemem gerektiğini fark ediyor ve adımlarımı daha hızlı atmaya başlıyorum. Tahmin ettiğimden daha da kısa bir süre içerisinde elimdeki papatya demetiyle kendimi olmam gereken yerde buluyorum.
Telefonumun ışığından yardım alarak Oya’nın mezarını bulup, papatya demetini mezarının üzerine bırakıyorum. Oya’yı ve evliliğimizin ilk yıl dönümünü düşünerek İstanbul sokaklarına doğru adımlamaya başlıyor ve sabaha kadar bir başıma sokaklarda dolaşıyorum…
Bir cevap yazın