Kederli bir oturuşu var kapının yanında. Sahibini bekleyen dalgın bir kız çocuğu gibi… Oturduğu yerde, gelinip, giyilmeyi bekler gibi. Bu eve yeni gelmiş, buranın bir parçası olmuş, yüzleri solmuş koltuklara, cilası uçmuş sandalyelere, yol yol akmış duvar kâğıtlarına, bir kulpu kırık fincana karışıp, kaybolmaktan korkuyor.
Bana bakın sevgili dostlar, terlik deyip geçmeyin. Beni de küçümsemeyin. Her ayağa uyarım. Kimi sevmez beni, kimi de bensiz yapamaz. Öyle işe yararım ki, sadece giymek için değil, bazen çocukların kafasına, bazen kocaların arkasına atılıveririm. Geçen gün, pat, küt, dur, atma, demeye kalmadan, kendimi duvarda buldum. O, pis, rengi kaçmış, yol yol akmış duvarda. Kim mi attı beni? Kim olacak, o çirkin ama melek gibi kalbi olan Saniye Hanım.
Saniye Hanım’ a hediye olarak verildim. Sabun köpüğüymüşçesine hafifim, yumuşacık bir deriden yapıldım, tatlı ılıklıkla sardığım ayaklarında sanki hiçbir şey yok hissi veriyorum. Toprak rengiyim, bir de tokam var. Arkadaşı Jale, doğum gününde aldı beni. O kadar beğendi ki, aynanın karşısında, bir sağıma, bir soluma bakarak, “sanki ayağımda yok gibi, yürüyüşüm değişti baksana, çok teşekkür ederim canım, aldığım en güzel hediye bu!”
O günden sonra, iş yaparken, misafir ağırlarken, yemek yaparken, hep ayağındaydım. Neler gördüm, nelere şahit oldum bir bilseniz. Sesi çok güzeldir, ev temizlerken, yemek yaparken, şarkı söyler, bütün makamları bilir. Bazen pop müziği, bazen Türk Sanat Müziği, o buğulu sesiyle içli içli okur. Çalışkan bir kadındır, sabah erkenden namaza kalkar, bir daha hiç yatmaz. Evin bütün yükü omuzlarında, yemek, bulaşık, temizlik, alışveriş, hiç yoruldum demez.
Aslında çok katı, tutucu bir ailede yetişmiş, ne yapsa günah denmiş, şarkı söylemek günah, saçını açmak günah, namaz kılmamak günah, o yüzden beş vakit namazını hiç kaçırmaz. Bol bol dua eder. Çirkin bir kadın dedim ya. Bazen aynanın karşısına geçer, kendini seyreder, hiç de beğenmez, geçen gün arkadaşına kanıp, saçının rengini değiştirdi, kocası çok bozuldu, kıpkırmızı ateş gibi bir renk yapmıştı. Adam, “Nataşalara dönmüşsün” diye bağırdı. Çok gücüne gitti, morali çok bozuldu garibimin, hep ağladı için için. Ona kendini beğendirmek istese de, galiba adamın gözü dışarıda, yaptığı hiçbir değişikliği, giydiği yeni bir elbiseyi, hiç fark etmiyor. Varsa yoksa “bugün ne pişirdin? Yok, bu tuzlu olmuş, yok bunun tuzu az.” Birazda güzel bir söz söyle be adam…
Birkaç gün önce Jale geldi. Epey dertleştiler. Jale, ona, bazı taktikler verdi. Ama yapabileceğini sanmıyorum. Öyle taktik falan uygulayamaz, içten pazarlıklı bir kadın değil bizimkisi.
Lavaboda abdest alırken, gene geçti aynanın karşısına, Jale’nin “sen edalı, işveli bir kadınsın” deyişi aklına geldi galiba. Kaşını gözünü inceliyor, bir adım geri çekiliyor, farklı pozlar takınıyor, hangisinin edalı bir duruş olduğuna bir türlü karar veremiyor.
Olmaz, Saniye Hanımcığım, böyle olmaz! Hem dindarsın, hem kocana sahip olmak istiyorsun. “Allah’ın emirlerini yerine getirmem gerek, namazımı kılacağım” diye adamı yatakta bıraktın, o da çok kızdı sana. Sevişmekte sevap canım, bırak bu günah işlerini, hep bahane, hep bahane, kaybedeceksin yoksa kocanı.
Sürekli dua edip, günahlarının bağışlanmasını istiyorsun, tövbelerinin makbul olmasını… Ne çok günahın varmış. Kocan da sıkılıyor bu durumdan. Ne olur kendine gel artık, bak adam çıktı gitti yine. Yine elin yanağında düşünüp duruyorsun.
Bugün camın önünden hiç kalkmadın, bir şeyler mırıldanıyorsun, anlamıyorum, dua mı ediyorsun? Şikâyet mi ediyorsun, ne yapıyorsun sen?
“Gitmeliyim.”
“Nereye gidiyorsun? Beni bırakıp nereye?
“Zaten parça, parçayım ya, belki de ondandır. Gitmeliyim.”
Kalktın, beni kapının yanına düzgünce koydun. Pardösünü giydin, başörtünü taktın, kapıyı çekip çıktın. Sessizce kalakaldım.
Sen bir hayali mi arıyorsun? Hayatı mı? Senin aradığın hiçbir yerde yok ki!
Bir cevap yazın