Özlem dolu bir bakış, kuru sevgi ve yamyaş benlik…
Çocukluk anıları her gece rüyasına geliyordu. Sanki onu rahatsız etmek istermiş gibi… Hiç gitmemişti ki! Benliğinde kaybetmediği tek şey bu çocukluk anılarıydı. Gözlerini kapattığında o anılar, o kabuslar…
Unutmak istiyordu.
Leyla 14 yaşında kaybetmişti benliğini. Tanıdığı bir adama bıraktığı benliğini geri almak için uğraşıyordu şimdilerde. Onun tek derdi: Çocukluğunda yaşadıklarını intikam alarak unutmaktı. Ama intikam kelimesi ona o kadar yabancıydı ki! Merhamet dolu yüreğine sığdıramıyordu intikamı. Yüreğinde hançerlenmiş bıçak darbesi hissediyordu. Gün geçtikçe boğuluyordu. Boğulmasının tek sebebi ise, çocukluğunda yaşadığı o travmaydı. Her günü kinli duyguları düşünmekle geçiyordu ve o bundan yeteri kadar rahatsızdı. Nasıl kafasından yaşanılanları silebilirdi ki?
-Silemedi.
Ne yaşananları hafızasından silebildi, ne de kin dolu nefret duygusunu kalbinden atabildi.
Geçmişine kızıyordu Leyla. Neden ailesinin genlerini taşıyordu ve onların travmalarını hissediyordu, bilmiyordu. Aklından ‘neden’ kelimesini bir türlü çıkaramıyordu. Zor bir çocukluk anıları taşıyordu yüreğinde. Babasının hayatını zehir ettiği o günleri ise hatırlamak istemiyordu. Karmakarışık duyguları vardı işte. Bu duygular, her gün biraz daha onu intihara sürüklüyordu. İntihar sözü tabii ki onu korkutuyordu ama ya benlik duyguları…?
Benlik duyguları taşımak çok ağır geliyordu ona. Bu duygular yeteri kadar onu boğuyordu ve boğmaya da devam edecekti.
Leyla küçük bir çocukken, babasının o alkolik tavırlarını hatırlıyordu. Alkolik bir baba, evde yaşanılan huzursuzluk iklimi… ‘Ne zor günlerdi o günler. Her gün eve sarhoş gelen bir babanın nazını çekmek de kolay bir şey değildi. Peki ya anne?’ Anne, babasının gerginliğini çocuklarına yansıtabilen bir tipti. Babadan alınamayan hırs, nedense çocuklardan alınıyordu. Babasından görmediği şiddeti, annesinde buldu Leyla.
-‘Belki de, onu da anlamak gerekiyordu. Belki de, o da istemezdi çocuklarına böyle davranmayı’.
Leyla bir nevi kendini avutmak istiyordu. Annesini affetmek ve annesine olan saygısını sürdürmeye devam etmek için kendiyle savaşıyordu.
‘Kayınvalide ve kayınbaba’nın yanında kalan bir anne, nasıl evlatlarına karşı şefkatli olabilirdi ki!
Leyla, bunları düşünmeye başladığında iğreniyordu kendinden. İğreniyordu benliğinden. Bir zamanlar beceriksiz, salak olduğuna inanmaya başlamıştı. Çünkü hiçbir şeyi başaramıyordu. Hayal ettiği hiçbir şey gerçekleşmiyordu ki!
Tam 16 yaşında kaçtı kocaya. Ailesinden kurtulmanın yolu kaçmaktı. Okumak ise ondan uzak bir hedefti. Okumadı ve hemen de kocaya kaçı verdi bir akşamüstü. Tanımadığı adamın koynuna girdi. Ne benliğinden utandı ne de ailesinden. Eşi de kendisi gibi birisiydi. Onu da yok saymıştı ailesi, Leyla gibi o da bir evde yok sayılmıştı. Tanımadan evlendiği bu adamın çok eziyetini çekti Leyla. Ailesinin aptal damgası peşini bırakmayacaktı ve bunu biliyor olmak Leyla için fazlasıyla kötü bir durumdu. Babasının o alkolik halleri eşinde de vardı. Ama o alışmıştı alkolik bir babaya alıştığı gibi. Annesinden gördüğü şiddete alışkın olduğu gibi eşinin dayaklarını aldırmıyordu bile. Nasıl olsa, kendi isteğiyle kaçmıştı bu adama ve cezası neyse çekmeye razıydı. Bu sözcüklerle kandırıyordu kendini. Başka türlü nasıl tutunabilirdi ki hayata? Hayat zorlu bir mücadeleydi ve Leyla bu mücadelenin fazlasını veriyordu. Kocaya kaçtığından dolayı, ailesi konuşmuyordu onunla. Hoş konuşsa da, nasıl faydaları dokunabilirdi ki?
18 yaşında hamile kaldı. Kendi çocukluğundan bir parça taşıyordu bedeninde. Annesi ve babasından gelen genleri, bu çocuğa aktarmak istemiyordu. Karnında taşıdığı o küçük bedeni öldürme kararı aldı, bir gece vakti. Bu bebek hayata gözünü açsa bile mutlu olamayacaktı ki. Mutluluk nasıl kendisine haram edildiyse, bu çocuğa da haram edilecekti. Bu düşünceler içerisinde gününü zehir etmeyi başarabilen Leyla, son derece kararlıydı. Neden annesinin ve babasının genini, kendi benlik duygusunu bu çocuğa aktarmalıydı ki? İşte bu yüzden aktarmamalıydı ve bu çocuğun hemen şimdi ölmesi gerekiyordu. Bir yandan da çok üzülüyordu. Çocuk katili olamayacak kadar merhametli bir insanken, hayat onu ne hale getirmişti. Eşi yanında sarhoş bir vaziyette uyurken banyoya girdi ve uzun uzun düşüncelerine o gün başladı. O kararı aldığı gün, ecza dolabından bir sürü ilaç içti. O gece hastanelik oldu ama en azından bir hayat kurtardığına sevindi.
Bebeğini dünyaya getirmediği için o kadar mutluydu ki! Benliğini bile unutmaya başlamıştı. Eşinden gördüğü şiddet, onu artık çok mutlu ediyordu. Her gün eşinin onu dövmesini istiyordu. Mutluluk anca böyle kazanılabilen bir duyguydu. Bebeğini bilerek öldürdüğü o günü hafızasından silmek için yapmadığı şey kalmadı. Eşi gibi o da içkiye başladı. İçki içmek benliğini unutmanın tek adresi gibi geliyordu. Bir süre sonra da uyuşturucuya başladı. Eşi sağ olsun. Sonunda o da bir işe yaramıştı. Sonraları mal olarak başka adamlara satıldı. Leyla yine mutluydu ve mutluluk buydu. Sonunda kazanmıştı bu duyguyu. Sonunda mutlu olmayı başarabilmişti.
Zamanla kendi kendine konuşmaya başlayan Leyla, dünya ile bağlantısını kesip katil olduğu günü hafızasından silemedi. Unutamadı hiçbir şeyi. Unutamadı ne eşini, ne de annesi ile babasını. Küçükken en sevdiği arkadaşı geldi hatırına. Onun o kadar güzel ailesi vardı ki! Bazen imrenirdi ona. Bazen de kıskanırdı onu. Adaletsiz bir dünyanın eşitsizliğinde yanıp tutuşurken, sesini hiç kimse duymadığı için kendine kızardı. Bedenini satıyordu ve bedeni üzerinden eşine para kazandırıyordu. İğrenç dünyanın iğrençliğinde her gece kusuyordu. Kimileri kusmalarının psikolojik olduğunu söylüyordu, kimileri de;
-‘Hamilesin sen’ diyorlardı.
Herkes bir şey söylüyor ama kendisine söz hakkı verilmiyordu. Kendisi hakkında bile düşünmesi yasak edilmişti ona. Bugün doğum günüydü. Doğum gününde mutlu olması gereken insanlar arasında, kendisini görmüyordu. Doğum gününde bile başka adama gidiyordu. Oradan oraya savruluyordu. Ölümü düşlüyordu. Bebeğini öldürdüğü gün ölmeliydi zaten. Ama hayat onu öldürmek yerine, çektirmeyi tercih etmişti. İnsan kendi anne-babasını seçemiyordu. Eşini kendi elleriyle seçmişti ancak bunda anne ve babasının da suçu vardı. Kader denilen şey tam da buydu. Leyla, doğum gününde ölmenin de kader olduğuna inandı. Bu yüzden bu akşam kendi acısına son vermesi gerektiğini düşündü. Bu düşünceler bebeğini yaşatma hakkı tanımadığı gibi kendisini yaşatma hakkını da sunmayacaktı. Elinde bir avuç dolusu hap varken, son kez İstanbul’un o güzel manzarasına selam çaktı ve karnındaki ikinci bebeğini de, kendisi ile birlikte ateşe attı.
Bir cevap yazın