Büyüyünce çok pişman olacaktım bu duruma ama anasınıfına gitmemiştim, daha doğrusu gitmek istememiştim. Çocuk aklı işte, sebebi bilinmez, annem ne zaman anasınıfı dese evde kıyamet koparıyordum. Ağabeyimin okuldan nefret etme nedeni anasınıfı olduğunu düşündüklerinden, ben de asla gitmek istemeyince, göndermek için zorlamamışlardı beni. Ama tabii bir sene sonrasında kaçamayacak zamana gelmiştim, artık ilkokula başlamalıydım. Okula gittiğimiz o ilk gün, hayatı boyunca hiç modelini değiştirmediği dümdüz kısa küt saçlarıyla kürsüde duruyordu, ilkokul öğretmenim Semiha Öğretmen. Tıpkı diğer öğretmenler gibi… Hangi öğrencinin hangi öğretmene düştüğünün açıklandığı o gün, annem eğilerek “Dua et kızım da ağabeyinin öğretmeni Semiha Öğretmen senin de öğretmenin olsun” dedi. O an çocuk kalbimin verdiği tüm saflıkla dua etmeye başladım. “Lütfen, lütfen benim öğretmenim Semiha öğretmen olsun” diye… Çok heyecanlıydım. O kadar kalabalıktı ki okulun bahçesi, sıra ne zaman bana geldi hatırlamıyorum. Ne de olsa altmış kişilik sınıfların birine düşecek, altmış çocuk arasından biri olacaktım sadece. Ya o kalabalık arasında yok olacak ya da kalabalığın içinden sıyrılacaktım. Şehrin en iyisi diyeydi o okulu zorlamamız, oradaki binlerce çocuktan biri olma çabamız. Adım okunduğunda kalbim çıktı sandım ve evet annemin de benim de dualarım kabul olmuş, Semiha Öğretmenin öğrencisi olmuştum. Öğrenim hayatımın ilk beş yılı onunla geçecekti. Sevinçle sarıldık annemle birbirimize. Heyecanla girdim sınıfa, fakat canım annemden ayrılacağımı fark ettiğim an başladım ağlamaya. Alışalım diye bir hafta boyunca hediye edilen çikolatalara kanmıyordum. İlk zamanlar her gün ağladım. Annemden ayrılmak istemiyor, ondan ayrı kalmak düşüncesine dayanamıyordum. Annem için hayatının en zorlu bir haftasıydı galiba, belki daha fazla.
Aradan yıllar geçmişti. Liseden mezun olup, üniversiteye hazırlandığım yıl ağabeyimin asla kabul etmediği özel üniversiteye gitmeye beni ikna etmeye çalışıyordu ailem. Eften püften bir bölüm bitirip işsizler kervanına katılmamamı, olacaksam büyük balık olmamı tembihliyorlardı. Ne de olsa şimdi midesini bile geçmiş ekmek, o zamanlar aslanın daha ağzındaydı… Aslında Anadolu lisesini kazanmış, birçok sınavda derece almıştım. Takdir ve hatta onur belgeleri, kazandığım ödüller ve daha niceleri… Liseye başladığım zamanlar, birçok okul onları tercih etmem için evimizi sürekli arayıp, baskı kurmaya çalışıyorlardı. Bundan dolayı özel üniversiteye gitmeyi kabul edemiyordum. Bu kadar başarının ardından başarısızlık göstergesi olarak görüyordum. Kabulden ziyade hazmedemiyordum belki de… Ama nedense sınava girdiğimde heyecandan ya sonuçları kaydırdım ya da sinirden ağlayarak soruları yapamadım. İki kötü geçen sınavı yani hayatımdan iki yılımı geride bırakmıştım.
“Sınava hazırlık için geçecek bir yılına daha yazık. Onun yerine üniversiteye başlar, orayı başarılı bir şekilde bitirirsin. Üzülmene değmez. Bir yıl daha o stresi ne sen ne biz kaldırırız. Seni o halde görmek istemiyoruz artık. Sen kabul et, gerisini düşünme…” demişti beni ikna etmeye çalışan, okul parasını kazanmak için uğraştığı uzak diyardaki, canım babam. Annem ise bambaşka yerden vurmuştu beni. “Kızım yetmez mi artık bunca hasret, gelelim bir araya. Gidelim artık babanın yanına, istediğin bölümü oku orada.”
Ondan sonraki iki hafta çok düşündüm. Anne babamı hemen hiç bir konuda kıramayan ben kabul ettim. Tercihimi yapmıştık artık mühendis adayıydım. Hangi bölüm olacağı adı o zamanlar YÖK olsa da aslında kaderin atayacağı bölüme bağlıydı. Okuyacağım bölümde dereceyle mezun olacaktım ileride, o günler bunu bilemezdim. Yine de üzülüyordum işte…
Ağabeyime özel üniversiteye gidecek olmamın derdini yakındığım o gün öğrendim asıl gerçeği. Ben hep okulu okumayı sevmeyen biri olarak biliyordum canım ağabeyimi. Ailemin bütün desteğine rağmen zorla okuyan, okumaktan kaçan biri. İşte o gün laf lafı açarken, “Semiha öğretmen nefret ettirdi bana okumayı, okulu” dedi. “Nasıl yani?” dedim, inanamadım. Ben ki yaz tatillerinde öğretmenime olan özlemimden gözyaşları dökerken ağabeyim nasıl nefret ediyordu anlamadım. “Neden söylemedin?” dediğimde “Senin etkilenmeni istemedim. Bizim sınıfa yaşattıklarını size yaşatmıyordu, hep gözlemledim. Eğer yaşasaydın çok tepki verirdim. Ama sen o kadar seviyordun ki, aksi bir şey olsun istemedim” dedi. Sonra yine üstü kapalı anlattı. Neredeyse her gün yedikleri sıra dayaklarını, birine kızıp bütün sınıfı dövmesini… Ağabeyimin annemden babamdan bunu saklamasını… Orasını anlatmadı ama ben anladım o küçücük halinde kocaman yüreğiyle beni korumasını… Aslında o da hiç üzmek istememişti annemi babamı. Usulca yapmıştı, kendince yapması gerekenleri…
Tek bir kadın iki farklı rol modeli nasıl oynamıştı… Hiç bir zaman bilemedim. Her zaman efendi, sessiz sakin ağabeyimin sessiz nefretine karşılık beni kendini sevdirmesini… Kendince kendini affettirme gayretini… İşte o gün bu gündür ben de Semiha öğretmenden nefret ettim. Bir duygu nasıl sevginin zirvesindeyken nasıl nefrete dönüşür, işte o gün öğrendim…
Bir cevap yazın