Bugün bir kadına öpücük atıp kaçtım. Yakalanmaktan korkmadım mi? Yoo. Yakalansam ne olur ki? Benim arkamda milyonlarca insan var, çoğunluğu da kadın. Sağolsunlar, onlar varken para verip de avukat tutmaya lüzum yok. “Kadın kuyruk sallamıştır” derler. “Açık saçık giyinmiş, bu yüzden hak etmiş” derler. “Makyaj yapmış, adamı tahrik etmiş” derler. “Issız yerlerde ne işi varmış, besbelli yolun yolcusu imiş” derler. “Sesini çıkarmamış, demek ki gönlü varmış” derler. Derler de derler. Ohhh, misss. Benim kendimi savunmama gerek kalmaz. Onlar söylerler, ben kıs kıs gülerim. Allahın enayileri, süzme salaklar. Bilmezler ki kadının bu işte bir rolü yoktur, ister cıscıbıl, anadan üryan olsun, ister kara çarşafa girip yüzünü peçe ile örtsün. Bizim için, cinsi sapıklar için yani, kadının giyimi kuşami, saçı başı değildir ki sebep; içimizdeki, kafamizdaki engel olamadığımız dürtüdür. Bir arkadaşım vardı, tahmin edeceğiniz gibi kendisi bir sapkın. Sokaktaki heykellere dadanmisti, canlı olan hiçbir şey onda ilgi uyandırmıyordu. Bir başkası da vitrinlerdeki cansız mankenlerle mutlu olabiliyordu. Biri de damacanaya düşkündü. Hele 17 yaşında birini tanırım ki, çevresindeki genç kızlara, kadınlara kati surette bakmaz, yaşı 90′ ın üstünde olan ninelerden aşırı derecede tahrik olur, sırf seyretmekle bile tatmin olurdu. Birisi de koku sevdalisiydi ama güzel kokuya değil; ter ile karışık kir kokusuna. Bir başkası da ağız kokusuna, ama temiz, fircalanmis, mis gibi kokan bir ağız değil. Bolca çürük barındıran ve hoh denildiğinde insanı öldürmekten beter eden bir ağız kokusu vardır ya, ışte o kokuya… Bu koku gerekli olan tüm zevkleri verirdi kendisine. Bir başkası da ince bel ve geniş kalça meraklısıydi. Ama nasıl? Bel 60 cm ise kalcanin genişliği 120 cm olmalıydı ki zevklenip mutlu olabilsin. Nasıl bir göz zevki ise artık… Bir başkası da kara carsaftan müthiş zevk alırdı. Carsaftan kadın vücudunu görmek mümkün değil tabii, o sadece hayal etmekle bu zevke ulasirdi. Bir gün anlatmıştı bana, çarşafın altında sütun bacak ve fişek meme olduğunu düşünürmüş hep. Bu da başka bir sapkın işte. Belki bir yağ tulumu gizli, ne belli? Ya da içindeki kadın bile değil, sakallı bir kart teke, ne belli? Yaşı 50 ye yakın bir tanışim da rüzgarlı havaların sapığıydi. Rüzgar esecek, kadının etekleri ucusacak, bizim ki de bacak seyredecek. Başka birseyden zevk alamazdı. Geceleri don avına çıkan da vardı, evlerin balkonlarina serilmiş iç çamaşırlarını kapıp kaçıyordu. Bunların kirli olanlarını çalabilse daha mutlu olacaktı şüphesiz. Pantolon giyen kadınların apış aralarına bakmayı kendine ilke edinmiş çok tanıdığım var. Yine birisi var ki, kendisi esnaftir, boş vakitlerinde dükkanın önündeki sandalyeye oturur, yoldan geçen kadınlara bakar ama yüzlerine değil. Sadece kalcalarina. Yürürken oluşan kalça hareketi adamı gün içinde defalarca cunup yapar ki, kendisi en az 70 yasindadir…
Ay başılı kadınlar dışında hiç kimseye dokunamayan biri vardı ki.. Dudağında kırmızı ruj olan herkesin, genç yaşlı demeden, peşine takılırdı. Bu salak, nerede okumuşsa okumuş, tuttururdu dudağına kırmızı ruj süren kadın adet dönemindedir diye. Neymiş efendim, kırmızı ruj ilk kez 18. yy. da kırmızı fenerli evlerde çalışan kadınlar tarafından kullanılmış, “biz muayyen günümüzde olduğumuz için çalışamayız” demenin kibar yoluymus bu. Hem sapkın hem salak işte, artık ay başı ay sonu mu kalmış, ruj her kadının çantasında, 10 dakikada bir çıkarıp çıkarıp sürüyorlar, bunun adı makyaj oğlum makyaj, zamanın modası da bu. Biri de boyasız kadın meraklısiydi ki bana sorarsanız en zavallımız da bu idi. Çünkü bu devirde suratında, saçında gram boya bulunmayan kadın bulmak, denizde kum aramak gibiydi. Bütün gün aradığı kadını bulabilmek, uzaktan da olsa bir kez gorebilmek için sokak sokak dolaşırdı zavallı.
Yine bir başkası da tenha köşelerde kistirdigi kadınlara şeyini gösterip kaçardı. Teşhirciydi sözde. Ama her vukuatindan sonra saatlerce ağlama krizine girer, aylarca depresyondan çıkamazdı. Çünkü şeyi sadece 2 cm di. Tabii, bunu gören kadınlar, korkup çığlık atmak yerine gülme krizine girdikleri için, adama kızacak yerde “ara ara gel de göster, neşemizi bulalım” dediklerinden, bizimki donlarini toplamayı bile akıl edemeden, düşe kalka kaçmaya çalışır, görenler toplu kahkahaya başlardı. Ama ant içmişti, bir gün, şeyini gösterdiğinde, şeyinin büyüklüğünden korkan kadın bulacak ve zevk almak nasılmış, öğrenecekti. Budala, yıllardır ona buna gösterir ama daha hiç korkup kaçana rastlamamıştır.
Yine bir başkası da kıl tüy meraklısı idi. Kadın ne kadar kıllı olursa bizimki o kadar mutlu olur, zevkten havaya uçardi. Kıl düşmanı herşeyin düşmanı idi. Ona göre lazer epilasyon olsun, ustura jilet olsun, ağda mağda, sir mir, kılı yok eden her çeşit madde ve alet edevasyon yasaklanmalı idi. Kaşlarını yolduranlar, vücutlarını tüysüz bırakanlar tutuklanip hapse atilmaliydi. Sapkın işte…
Biri de büyük elli kadın müdavimiydi. Dev anası misali, zebella gibi, bastığı yerleri titreten, vurduğu yerleri çökerten kadınlar karşısında eriyip biterdi. Kadının eli ne kadar büyükse, vurduğu yer o denli sızladığı için, adeta gel beni döv diye yalvarırdi kadına. Sadistlik mi mazoşistlik mi, öyle bir şey işte bunun adı da.
Yine biri vardı ki, ses tutkunuydu. Ama kuş cıvıltılarına benzeyen, duyduğunuzda bahar gelmiş, çiçekler açmış hissi veren, ince, narin, hoş sesler değil… En kalın erkek sesine sahip, bas bariton, kadın sesini duyunca zevkten titrerdi. Niye mi, ne bileyim niye. Sapikliga sebep aranır mi hiç…
Bir başkası da estetik meraklısı idi. Allah’ın yarattığı gibi kalmış kadınları görünce midesi bulanır, kusmaya başlardı. Onun için arı sokmuş gibi duran dudaklar, askıya alınmış kaşlar, yan taraflarından çekilmiş süzgün, baygın gözler, goguslerde birer kiloluk silikon, kalcalarda beşer kiloluk silikon. Işte, cazibenin, mutluluğun tanımı buydu. Icimizde en şanslılarimizdan biri de budur zaten. Zira bu devirde estetiksiz kadın yok denecek kadar az olduğundan, bu arkadaş elini sallasa aradığı gibi birine çarpar.
Daha bunlara benzemez nice sapkın tanırım.
Ben mi? Ben de öpücük sapığıyim işte. Bir kadın gördüm mü, mümkün değil kendimi tutamam, öpücük üstüne öpücük. Kaç kez dayak yedim, karakola çekildim ama her defasında yırttım. Efendim, bu ülkede kadınlara tecavüz edip öldürenler bile bir gün yatmazken, öpücük atmanın nesi suç sayılacak ki? Karım mi? Karımın benden bir şikayeti yoktur ki. Zira bende mal mülk gani… Ben öyle güçlü bir erkeğim ki, evlendiğimiz günden beri karıma tek bir kez bile el sürmedigim halde, attığım öpücüklerle 3 tane nur topu gibi evlat doğurtmuşumdur. Efendim? Karım da ben de marsik gibi kapkara olmamıza rağmen çocuklar nasıl sarı saçlı mavi gözlü mü olmuştur? Bizim evin altındaki bakkalın yakışıklı oğluna mi benzemektedirler? Ben karımı yatak odasında bakkalın oğlu ile kaç kez mi basmışımdir? Yalan efendim, iftira hepsi. Benim erkekliğimi cekemeyenlerin uydurması bütün bunlar. Ailecek çok mutluyuz.
Neyse, benim yine öpücük krizim tuttu. Dışarı çıkıp bir iki dolanayım, belki tenhada dişime göre bir kadın bulurum da öpücük yağmuruna tutup rahatlarım. Dönünce devam ederiz sevgili defterim. Seni de öpüyorum kocaman…
Bir Sapığın Güncesi/ Seçil OKLU
Bir cevap yazın