1) Kitabı yazmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz? El yapımı Ruhlar neden yazıldı?
(O sihirli şimşek nerede ve nasıl çaktı ve bugüne neden ulaştı?)
İnsana kitap yazmaya yönelten bazı duygular ve dürtüler vardır. Biriktirdiklerini başkalarıyla paylaşma isteği olabilir, söyleyecek bir sözün olabilir, daha iyi bir dünya arayışı olabilir, tanığı olduklarının kaybolup gitmesinden duyduğun endişe olabilir ya da basitçe “meşhur olma” arzusu olabilir. Galiba beni bunlardan daha fazla etkisi altına alan başka bir duygu vardı; korku. Bir şeyi yapabileceğimi bile bile yapmamış olmaktan duyduğum korku. Yazabildiğimi çok erken yaşlarda fark ettim ve bunun için biriktirmeye başladım. Zihnimde o kadar çok cümle birikti ki, zihnimde yazdığım kitabın kağıda dökülmesi için bir fırsat beklemeye başladım. Sonunda pandemi imdadıma yetişti ve bana otuz yıldır hiç olmadığı kadar yekpare bir zaman dilimi bahşetti.
2) Hazırlık ve yazım süreci nasıl geçti?
(İlham kaynaklarınız ve yazma methodunuz… Hikâye kendiliğinden süreç içinde mi oluştu? En baştan başı, sonu, çatısı ana hatları belli miydi? Ava’nın hüznü size de sürpriz oldu mu? )
Aslında ben kitabın akışının belli olduğunu zannediyordum. Ama sonra hikâye beni ele geçirdi ve hikâyenin karakterleri kitabı, planladığım gibi, iki yüz sayfada bitmesine izin vermedi. Dört yüz elli sayfaya geldiğimde, yayıncımın durmam için baskı yapması gerekti. En sonunda kitabı üçleme yapmaya karar verdik. Anlıyorum ki kitabın kurgusu, uzunluğu ve akışı her zaman yazarın elinde olmuyor. Okura geçirmek istediğim temel duygu hiç değişmese de roman kahramanlarının zaman zaman inisiyatifi ele geçirdiği durumlar olabiliyor.
3) Okuyucu geri bildirimleri ne yönde? Tam beklediğiniz gibi mi yoksa sizi şaşırtan yorumlar oluyor mu?
(Bu röportajdan sonra okumaya karar verenlere tavsiyeniz ne olur?)
Bir okur yorumunda “bu kitabı okuduktan sonra eskisi gibi olamayacaksınız” yazıyordu. Ben böyle bir yorum almayı çok dilemiştim. Çünkü ben de kitabı bitirdikten sonra kendimi eskisinden farklı hissediyorum. Yazarken roman kahramanlarının yaşadığı duygular, o sırada benim de iç alemime hakim olan duygulardı. Özellikle hikâyede hüzün, hasret ve çaresizlik gibi duyguların pik yaptığı anlar, benim de ruh halimde benzer yansımalar yaratıyordu. Kitabı okuyanlardan aldığım yorumlarda onların da bu anlarda benzer duygulara kapılmış olduklarını öğrenmek beni çok mutlu etti. İç dünyamdan çıkan ve kağıdın üzerindeki harflere dönüşen duyguların tekrar aynı şekilde okura geçtiğini görmek, yazarlık işinin en büyük hediyesi olmalı diye düşünüyorum. Çünkü insanın iç alemini insanlarla paylaşmasının çok şifalı bir tarafı var.
Kitabı okumaya karar verenlere ise bir tavsiyeden çok bir taahhüttüm var. Kitabı yazmak on yılımı aldı ve her satırına büyük emek harcadım. Bazen bir kelime için saatlerce düşündüm bir cümleyi onlarca defa tekrar kurdum. Ayrıca kitapta Erdem Okulu diye bir bölüm var. Bu bölümde, eğitimlerime ve seminerlerime katılan binlerce kişinin sorduğu sorular ve yaptıkları yorumlarla yoğurarak oluşturduğum diyaloglar var. Sonuç olarak okurun aklına çok saygı duyan ve okuma emeğine güvenen bir metinle karşılaşacaklar. Bu kitap çok satılsın diye yazılmadı okuyanları mutlu etmek için yazıldı. Bu benim okura sözüm.
4) Kötü’nün yarattığı İyi karakter kitaptaki ana eksenlerden biri… Kötülere çok şey borçluyuz diyebilir miyiz?
(Ötekine duyduğumuz ihtiyaç ve kendimizi bulma yolculuğumuzda farketmesek de aslında birbirimize ne kadar bağlı olduğumuz şaşırtıcı değişl mi?)
Evet bizler erdemli ve iyi varlıklarız. Ta ki sınanana kadar! Yüzleşemediğimiz sürece zayıflıklarımızı, ahlaki ikiyüzlülüklerimizi ve karanlıkta kalan yönlerimizi fark etmemiz çok kolay değil. Ancak böyle bir sınanma, kendimizle yarattığımız suni nezaketi aşmamızı ve hakkımızdaki hakikati anlamamızı sağlayabilir. Kitapta insanın kendi olma sürecinde yaşadığı arafı hikayeleştirdim. Bir yanda kendin olmak var diğerinde içinde bulunduğun zaman dilimi ve coğrafyanın şekillendirmesiyle kopya olmak. Bir yanda aidiyetlerin, güvenliğin, itibarın var diğer yanda inandığın değerler ve inançların. Bu sınanma içinse kötülere kesinlikle ihtiyacımız var. Hayat bizi aslında bir arafta bırakıyor. Belki de bu hayatın tasarımı. Her yol ayrımında verdiğin kararlarla kendini inşa ediyorsun. Tabi eğer inşa ettin kişiyi beğenmezsen, kötülere suçu atmak çok kolay.
Kitapta tüm bu süreçlerin insanı olgunlaştırmasına şahit oluyoruz. Ben bu sancılı gelişim sürecini kitapta “ Belki de kim olduğun henüz yanaklarından süzülmemiş bir göz damlasında gizlidir” diye ifade ettim.
5) Endelüs’ün yolculuğunu diğerlerinden ayıran nedir?
(Zaaflarına ve zayıflıklarına rağmen kendine, aklına, vicdanına sahip çıkması ve sonrasında kendini suçlamak yerine tüm yaşadıklarını kabullenip yeni bir hikâye yaratmak için değerli bir sermayeye dönüştürmesi mi?)
Olayın kahramanı Endelüs idealize bir karakter değil. Kendisinin bol miktarda aptallığına tanık oluyoruz ve bu aptallıklarının bir “batık maliyeti” var. Yani yaptığı aptallıkla yüzleşmesi aynı zamanda bir bedel yaratıyor. Bu bedeli ödemek istemeyenler ve bu yüzleşmeden kaçanlar kendi yarattıkları paylaşılmış hezeyanda, bütünlük zannettikleri kolektif egoda safları sıkılaştırırlarken, o aklını ve vicdanını susturmayı seçmiyor. Bedeli de mutlak bir tecrit oluyor. Dostlarından, evinden, başardıklarından ve sonunda da aşkından… Ama bu bedel bir ağıta dönüşmüyor, ondan bir gelecek ve şifa inşa etmeyi başarıyor. Belki bu yolcuğun düşündüreceği şey, dertlerin nasıl dermana dönüşebileceğini göstermesi ve içimizdeki baharın ancak kara kışın ortasında keşfedebileceğini düşündürmesi…
6) Jack London’dan Martin Eden yorumu gibi; Sizden de bir Endelüs yorumu alabilir miyiz?
(Endelüs’le ilgili çarpıcı gerçek nedir?)
Jack London, yarattığı Martin Eden karakterinin bireyci olduğunu ama kendisinin bireyci olmadığını söyler. Her yazarın ilk kitabı bir anlamda onun biyografisi olurmuş derler. O yüzden ne Endelüs bireyci ne de ben. Kitabın ana karakteriyle aramızdaki bağ bir çeşit kurgusal biyografi. Yani olay akışı kurgusal olsa da duygular kurgusal değil.
7) Kitapta 9 karakter analizi mevcut… Etrafınızda bu dokuz karakterden en çok hangisi var ve insanlar en çok hangisini seviyor?
(Anlaşılmadığını düşündüğünüz, daha çok konuşulmasını beklerdim dediğiniz karakter var mı?)
Kitabın Erdem Okulu bölümünde yarattığım dokuz karakter Ennegram Kişilik Analizi metodunun dokuz karakteri. Bu karakterler okura ayna tutmayı amaçlıyor. Ben özellikle okurlara hangi karakterle bağ kurduklarını sormayı çok seviyorum. Bu konuda bir istatistik oluşmaya başladı. Şimdilik kadınlarda Hera ve Gaya at başı gidiyor.
8)Kendini ve yaşadığı hayatı anlamlandırmaya çalışan, içi içini yiyen beyaz yakalı çok şey buluyor kitapta…Geriye dönüp geçmişin muhasebesini yapan, kendi seçimlerini Endelüs’le karşılaştıran bir kesim de var evet.. Peki ya gençler?
(Z kuşağı ne bulacak bu kitapta?)
Özellikle bizlerin hatalarını bulurlarsa çok sevinirim. Aslında bir kuşağın yaşanmışlarla biriktirdiği bilgeliğin sonraki kuşağa aktarımı bir toplum için çok önemli. Her kuşak kendi hatalarıyla pişerse ve geçmişten hiç ders almazsa ortaya savrulma çıkıyor. Savrulan kuşaklar da sonunda bir ulusun kaderini tayin ediyor. Ben kuşaklar arası uçurumun giderek arttığını gözlemliyorum. Çünkü artık zamanın ruhu çok çabuk değişiyor ve bizden sonraki kuşaklarla, düşündüğümüz ve konuştuğumuz dil hızla farklılaşıyor. O yüzden yazdığım kitap z kuşağını yakalarsa çok mutlu olacağım.
9) Aynanın Sırrı bize ne anlatıyor? Bu sırrı öğrendiğinde okuyucunun kendine soracağı ilk soru ne olacak?
(Okuyucu neyi farkedecek?)
İlk soracağı soru “Neden kendime yeterince soru sormuyorum?” olabilir. Sırrımız felsefi bir sır. Felsefenin güzel tarafı her gün gördüğümüz şeylere farklı bir yerden baktırmak ve sıradan gibi gözükenin arkasındaki gizemi ortaya çıkarmaktır. Aydınlanmanın ünlü filozofu Emmenuel Kant’ın mezar taşında şöyle yazar; “ İki şey var ki ruhumu hep yeni, hep artan bir hayret ve hayranlıkla dolduruyor; Üstümdeki yıldızlı gökyüzü ve içimdeki ahlak yasası.” Onu hayranlık ve hayrete sürükleyen şey bizde aynı duyguları uyandırmıyorsa, bu bir filozof olmaya yolumuz olduğunu gösteriyor. Ben de kitapta filozof adaylarına felsefi bir sır verdim. Her gün gözümüzün önünde duran ama üzerinde derin düşünmezsek sıradan gelen bir şey hakkında bu sır. Kendisini sıradanlığın arkasına saklamış bir sır. Bir ip ucu vermem gerekirse kitaptaki bir cümleyi kullanayım; “Zihin algıyı yaratır algı da maddeyi.”
Bir cevap yazın