Yıldızlar kayıyordu tek tek gökyüzünden, bu bir intiharı anımsattı ona.
İntihar eden insanlar da bir bir kaymaz mıydı gökyüzünden? “Hayır,
gökyüzünden değil.” diye düşündü, “Kayarlar mutlaka fakat gökyüzünden
değil, hayatlardan kayarlar. Sevdiklerinin hayatlarından.” Bir an için
kendisini bir yıldız gibi hissetmeye çabaladı beyhude bir çabayla, acaba
soğuk muydu? Issız? Şimdi olduğu kadar yalnız hisseder miydi kendini
gökyüzünde de? “Fakat gökyüzünde yalnız olmak ne mümkün?
Milyonlarca yıldız ile beraber, kimi zaman birbirlerine dokunarak yaşayıp
gitmiyor mu tüm bu yıldızlar?” Usulca başını salladı ve dudaklarındaki
hafif tebessüm sanki hiç var olmamış gibi kayıp gitti yıldızlar misali
“Benim de çevremde binlerce insan yok mu? Yanımdan geçip giderken
değmiyor mu kolları kollarıma ve elleri ellerime? Bütün bunlar, şu lanetli
odanın içinde geçirdiğim yalnız bir ömrü inkara yeterli bir delil mi? Biz,
insanların arasında yalnızların en yalnızı olan değil miyiz? Her an terk
edilebilecek, her an terk edebilecek- güvenilmez ve dayanaksız…”
Güvenilmez ve dayanıksız… Evet, güvenilmez ve dayanıksız; vahşi doğada
hayatta kalabilmek için ellerinden ve zekasından başka hiçbir şeyi
olmayan bu zayıf insanoğlu, dayanıksız ve güvenilmez insanoğlu, değil
miydi Everestin tepesinden bakan diğer insanlara? Kendini beğenmiş ve
bir güneş misali çevresini aydınlatıyor olduğu yanılgısına düşmüş- Daha
kendi gecesini aydınlatma gücünden mahrumken, kendini en yücenin de
yücesi yerine koyan değil mi yine bu insanoğlu? Ve gün gelmiş, Tanrıyı
bile kendisinin yarattığını iddia etmiş… “Ne büyük kibir!” diye mırıldandı
ve camın önünden ayrılarak soğuk yatağının üzerine bıraktı bedenini “Ne
büyük yanılgı! Ölümüne bile çare bulamayan, yaşlılığı bile durduramayan
şu insanoğlu Tanrının kendi uydurması olduğunu iddia ederek, kendini
tanrıdan bile büyük bir yere yerleştiriyor.” Peki ya onlar haklıysa?
Gerçekten de her şey büyük bir uydurmaca, büyük bir rüya ve büyük
büyük bir mitse? “Şayet öyle olsa bile, benim kaybedecek bir şeyim
olmayacak.” dedi içinde yatağından, yorganından ve bir takım
elbisesinden başka bir şey olmayan odasına bakarken “Benim
kaybedecek bir şeyim olmayacak fakat eğer ben doğru isem- o zaman ne
olacak?” Fakirliğin kokusu, duvarlara sinmişti ve ciğerlerinde acı bir tat
bırakıyordu. Başını kaldırdı ve tavanın küflenmiş köşelerine uzun uzun
baktı, ölünceye dek bu koku mu dolduracaktı ciğerlerini “Ya yoksa?” dedi
küflerin arasında birbirine karışırken düşünceleri “Şayet yoksa, kötülerin
hakkı verilmeyecek ve iyi olanlar mükafatlandırılmayacaksa- değecek mi
bütün bir ömrü bir fare yuvasında geçirmiş olmaya?” Gözleri usul usul
kapanırken, tatlı bir sıcaklık vücudunu sarmalayarak onu uykunun
kollarına aldı “Artık yıldızlar kaymıyor, ömrünün son demlerine gelmiş bir
adamım ben. Eğer Tanrı yoksa gerçekten, ben de hiç var olmamış
olacağım. Çektiğim bu sefalet ve acılar, içinde boğulduğum yalnızlığın
içinde bana tek dost olan odamdaki fareler ve yazları bunaldığım sıcaklar
ve kışın sarıldığım paltomla- en çok ben hiçlik uğruna var olmuş ve o
varlığı bir hiç uğruna feda etmiş olacağım!”
Bir cevap yazın