‘’ İstanbul’un yemiş iskelesinde kahve satan Üsküdarlı bir kahveci
varmış. Her telden insan kahvecinin sohbetini dinlemeye, iki çift
nasihatini almaya, derdini paylaşmaya gelirmiş.
Günlerden bir gün bu kahvehaneye iri yarı bir yeniçeri gelmiş.
Kahveciye herkese kendinden kahve ikram etmesini fakat içeride yalnız
başına oturan Rum gemi kaptanına vermemesini söylemiş. Kahveci de
herkese yeniçerinin kahvesini ikram ettikten sonra iki kahve yapmış ve
Rum kaptanın yanına oturmuş. “Biz de seninle içelim.” demiş.
Yeniçeri hiddetle, “Ben sana o kâfire vermeyeceksin demedim mi?”
diye çıkışınca, kahveci de, “Bu senin değil, benim ikramım.” diyerek
cevap vermiş. Daha sonra Rum kaptanla kahve eşliğinde uzun uzun
sohbet etmiş.
Aradan 40 yıl kadar zaman geçmiş. Sisam Adası’nda büyük bir isyan çıkmış. O zamanın
Üsküdarlı kahvecisi de Yeniçeri ocağında kayıtlı asker olduğu için adaya sevk edilmiş ve esir
düşmüş. Rumlar ele geçirdikleri Türk esirleri bir meydanda müzayede usulüyle satılıyormuş.
Yemiş iskelesinin kahvecisi de diğer esirlerle birlikte satışa çıkarılmış. Esirler sırayla öne
çıkarılıp, en yüksek parayı verene satılırmış. Sıra kahveciye gelince, kahveci korkuyla
kendisini alacak Rum’u beklemeye başlamış. Müzayede başlayınca, birkaç kişi bu yaşlı
askerin işlerine yaramayacağını düşünerek teklif bile vermemişken, tepeden tırnağa silahlı bir
Rum gelip “Beş kuruş!” diye bağırmış. Oradaki tüm esirleri satın alınacak bir miktarın böyle
yaşlı bir asker için söylenmesine herkes şaşırmış. Kahveci, “Beni beş kuruşa aldığına göre
kim bilir nasıl bir hıncı var. Kim bilir hangi yakınına zarar verdim. Kim bilir beni nasıl
işkencelerle öldürecek?” diye düşünmüş.
Issız bir yere geldiklerinde o silahlı Rum, “Korkma! Sen beni tanımadın ama ben seni
tanıdım. Hani bir yeniçeri bana hakaret ettiği zaman sen onu dinlemeyip bana kahve ikram
eden Yemiş iskelesindeki kahveci değil misin?” demiş. Yaşlı kahveci dikkatli bakınca Rum’u
hatırlamış. Kucaklaşmışlar. Rum 40 yıl önceki kahve ikramını unutmamış. Önce yaşlı
kahvecinin güzelce karnını doyurmuş sonra da cebine yol parasını verip memleketine
göndermiş.
İşte anlatılana göre bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardır sözü buradan gelir.’’
(https://kahvesever.net/bir-fincan-kahvenin-40-yil-hatiri-vardir-deyiminin-ilginc-
hikayesi/#gsc.tab=0)
Her ne kadar çıkış noktası dostluk kavramı olsa da kahvenin, insana dair çoğu duyguyla
iniltili olduğu yapılan araştırmalar sonucunda kanıtlanmıştır. Örneğin, Prof. Dr. A. Celil
Çakıcı ve Arş. Gör. Neslihan Şimşek tarafından yayınlanan ‘’Çay ve Kahve Hangi
Durumlarda, Neden Tüketilir? Hangi Duyguları Çağrıştırır?’’ başlıklı makalede kahve ile
huzur, mutluluk, öfke, yalnızlık ve sıcaklık gibi duyguların ilişkisi kurulmuştur.
Halbuki bütün bu duygulara ek olarak özünde bir vefa değil midir kahve? Öyleyse eğer, 40
yıllık hatırı olan kahvenin şimdilerde niçin kırk dakikalık ömrü var? Kahve mi bozuk yoksa
dostlar mı acaba? Kahvenin bir kusur yok elbette, bizler vefa duygumuzu yitirdik belki de.
Vefasızlık iskelesindeki dostun ardından sarf edilen ‘’Oysa kahve içmişliğimiz de vardı; bu ne
hatır, gönül bilmezlik.’’ sözü nasıl da buruk bir tat bırakır yürekte. Neyse ki bütün
vefasızlıklara inat, kahvenin de yaşam gibi bir tadı var.
Aslında yaşamın ta kendisidir kahve. Onun gibi bazen tatlı bazen acıdır. Nasıl ki acılar
herkesle paylaşılmaz, hayat denen uzun yolda herkesle yürünmez, gökyüzü herkesle
seyredilmezse kahve de herkesle içilmez. Çünkü kahve hatır işidir. Tam da bundandır gün
ortasında ve kıymetini bilenle bir orta kahve içilişi. Cemal Süreya’nın da dediği gibi;
‘’Ortasında yakalamalı insan yaşamı,
Günün ortası,
Ömrün ortası,
En güzeli de bir çift kahverengi gözün ortası…
Zaten en güzeli değil midir,
İçilen kahvenin ortası…’’
Kim bilir belki de içilen kahvenin ortası, buram buram tüten bir hasrettir. Buğusunda
uzaklara dalan bir çift gözdür belki. Her yudumunda çokça özlem, kokusunda bolca hüzün
barındıran kahveden aldığı yudumlarda özlemini çektiği ne varsa, insanoğlu onu akıtır içine.
Tıpkı sevdası uğruna, gönlüne akıttığı sessiz gözyaşları misali.
Göz pınarlarından usulca süzülen gözyaşlarına eşlik eden bir kalp çarpıntısıdır kahve. Önce
köpüğüne aldandığımız, sonra telvesinin gelip yüreğimize oturduğu aşktır. ‘’Gözlerinin
kahvesinden koy ömrüme, kırk yılın hatırına hep sen kalayım.’’ dediğimiz yarimizi bir kahve
kokusunda anımsadığımızda duyduğumuz yürek sızısıdır.
Her şeye rağmen yine de gel! Gel; vefaya, hayata, özleme, aşka, yürek sızılarımıza inat bir
kahve içelim seninle. Kahveler benden olur, hatırı senden. Belki o kahvede kayboluruz, belki
umut buluruz.
EBRU EROĞLU