Bir kez daha baş ve işaret parmağını birleştirip dilinin üzerindeki ıslaklığa dokundurdu.Sol eliyle sehpanın üzerinde duran iğneyi alıp ıslak olan sağ elinin iki parmağını birbirine sürterek avucunun arasındaki ipliği iğneye geçirmeye çalıştı. Bu seferde olmamıştı. Tam tamına yirmi beş dakikadır bu işle uğraşıyordu. Ellerini yüzünde gezdirip yakın gözlüğünü kontrol etti. Hayret! Takmamıştı. Zaman içinde o kadar alışmıştı ki kendisiyle bütünleşip hafifleşen gözlüğünün artık varlığıyla yokluğunu fark edemiyordu. ”Hah!” dedi, işte bu yüzden olmadı. Yavaşça yerinden kalkarken ”off, anam off” sözcükleri birdenbire ağzından fırladı.
Çiçek desenli masa örtüsünün üzerinden gözlüğünü alıp aynanın karşısına geçti. Boyalı saçlarını elleriyle düzeltip gözlüğünün ip askısını nazikçe boynuna geçirdi ve gözlüklerini taktı. Yaşı ilerlemesine rağmen ev yapımı kremlerin kırışıksız yüzüne verdiği ışıltıya imrenerek baktı. Uzun uzun kendini seyretti aynada.” Ne kadar da güzelim, değme gençlere taş çıkartırım valla” diyerek iyice motive olduktan sonra tekrar eski yerine geçip koltuğuna oturdu.
İğneyi bir sağa çevirdi bir sola, bir aşağıya bir yukarıya.. Kimi zaman gözlerini kısarak başını eğdi, boynunu büktü. Bir iğneye ipliği takmak bu kadar zor olmamalıydı. Ama olmuyordu. Haftada bir tırnaklarına sürerek cilasını yenilediği ojelerinden rengi uygun olanını seçerek minicik bir fırça ucuyla ipliği azıcık sertleştirmeyi denediyse de yine başaramadı.Tekrar eliyle yüzünü yokladı. Gözlüğünün bulunduğu yerden emin olmak istiyordu. Ufacık bir çerçeve dokunuşu buruk buruk gülümsetti onu.
Ayşe vardı… Apartmanın her işine koşturan, kapıcının kızı Ayşe… Çağırsaydı, gelseydi. Yarım saattir uğraştığı şu eziyeti bitirseydi. İstemsizce dudak bükerek başını hafifçe sağa sola titretti. Bu fikir ona oldukça sevimsiz geldi. Ayşe, hem de kapıcının kızı Ayşe… Bir ipliği iğneye geçiremiyor diye sitem edecek belki de kendisiyle alay edecekti.
Rahmetli annesi geldi aklına.Tam da saçlarını tararken yada tırnaklarını ojelediği sırada doktorun verdiği ilaçların prospektüsünü okutturmak isterdi hep ona. Kızarak söylenirdi hep ergen tavırlarıyla:
-Aman anne, kendin okusana, işim var şimdi. Hem sanki çok anlıyorsun da tıp dilinde yazılıyor bunlar. Doktor vermiş kullan gitsin, neyini irdeliyorsun hâlâ?
-Gözlerim o kadar küçük yazıları görse, sana zahmet ettirir miyim a benim güzel yavrum?
-Ehh bu kadar çabuk ihtiyarlamasaydın sende, arkadaşlarım seni anneannem sanıyor benim yanımda görünce!
İnsana soluk almak ağır gelir mi? İçi sızlıyordu, güçlükle veriyordu aldığı nefesi. Gözleri dolu dolu oldu. Ne kadar anlayışlı ne kadar asil bir kadındı annesi. Sessizce içinden dualar etti. ”Allah gani gani rahmet eylesin, sağlığında bilemedim kıymetini.”
Elindeki işine döndü yeniden. Üç ayda örgüsünü tamamladığı avuç içi kadar yenidoğan bir kız yeleği… Omuz ve kenar dikişleri kalmıştı sadece. Ah bir de düğmeleri… Torun torba sahibi olmasına rağmen yaşlandığını bir türlü kabullenemiyor kendi kendine kızıyordu. Bir zamanlar en uzak mesafeden dart attığında nasıl da tam isabet ediyordu hedefine, şimdi ise çok üzülüyordu gözlerinin önündeki iğneye ipliği geçiremeyince…
Nihayet sonunda deliği daha iri bir iğne kullanmayı akıl etti. Yine belini tutarak ”off anam of” sızlanmalarıyla doğruldu yerinden. Çekmeceleri karıştırdı. Buralarda bir yerlerde olmalıydı, yoktu. Nereye koymuştu? Düşündü biraz, bulunması muhtemel birkaç yere baktı. Kapaklı dolaplardan birinde dikiş kutusunu görünce hazine sandığı bulmuş kadar sevindi. Dikiş kutusunu açıp içindekilerden gövdesi kalın ve iri delikli bir etamin iğnesi seçti. Ulaşılması zor bir hedefe herkesten önce varan yarışmacı gururuyla ipliği iğneye geçirip,uzunca bıraktığı ipliğin ucunu derin bir oh çekerek kesti.
Dikiş işleri de neydi ki? Çocuk oyuncağı!.. O, en zor olan kısmı halletmişti. Önce, ön ve arka omuz kısmını birleştirip makineyle diker gibi ince ince işlemeye başladı. Bir iki batır çıkardan sonra uzunca bıraktığı iplik birbirine dolandı ”hay aksi, hep de beni bulur böyle karışık işler” diyerek söylenmesi de bir türlü ipin dolaşıklığını açmaya yaramadı. Makasın ucunu incecik dikişin arasına takarak söktü. Birbirinin içine girmiş uzunca ipliği de eliyle kopartarak yelekten ayırdı. Bir eliyle belini tutup öne doğru hafifçe eğilerek sehpanın üzerindeki makaraya uzandı.
Bu sefer ipliği biraz daha kısa tutarak iğneye dikkatlice taktı. İpliğin iki ucunu birleştirip makasla keserek makaradan ayırdı. Örgünün kol altından etek ucuna kadar olan kısmını avuç içinde toplayıp muntazam bir el işçiliğiyle dikmeye başladı. Öylesine memnundu ki yaptığı işten; kendisiyle gurur duyuyordu, nihayet yelek bitecekti, hem torunu doğalı şunun şurasında daha kaç ay olmuştu?
Yeleği dizine yerleştirip hafifçe eliyle sıvazlayarak büzüşen yerleri düzeltti. İğnenin ucundan tutarak ipliği çekmesiyle birlikte yine annesi düştü aklına.
” A benim güzel yavrum, kaç kere dedim sana?
İğneye ipliği geçirince, arkasını bağlamayı unutma!”
Bir cevap yazın