Bugün Netflix’te uzun zamandır karşılaşmadığım kadar muhteşem bir film izledim.
Herkesin izlemesini önerdiğim “Körkütük” isimli bu başyapıtın 32’nci dakikasında, öğretmen rolündeki muhteşem aktör Mads Mikkelsen ile öğrencileri arasında geçen aşağıdaki diyaloğu, dünyaya at gözlükleri ile bakan düz beyinli “normalsevicilere” ithafen paylaşmak istiyorum:
- Pekala Josse, üç adaylı bir seçim var diyelim. Kime oy verirsin, soruyorum? Dinliyor musun?
- Evet.
- Güzel. İlk aday, su çiçeği nedeniyle yarı felçli. Yüksek tansiyon hastası. Anemisi ve başka birçok ciddî rahatsızlığı var. Karısını aldatıyor. Sigara tiryakisi ve sürekli martini içiyor.
İkinci aday, fazla kilolu. Üç seçim kaybetmiş. Depresyon ve iki kalp krizi geçirmiş. Birlikte çalışması imkânsız ve sürekli puro içiyor. Her gece yatmaya giderken inanılmaz derecede şampanya, şarap, konyak ve wiski içip, üstüne iki uyku hapı alıyor.
Üçüncü aday, madalyalı bir savaş kahramanı. Kadınlara saygılı. Hayvanları seviyor. Sigara kullanmıyor. Arada sırada bira içiyor.
Josse, kime oy verirdin? - Sonuncu adaya… Sonuncuya… Üç numaraya…
- Olamaz! Az önce Franklin D. Roosevelt ve Winston L. Churchill’i eleyip, şansımıza Adolf Hitler’i seçtiniz.
Dinleyin. Evet komik ama, bu işte bir ana fikir var. Bu ana fikir önemli ve umarım bir gün anlarsınız. Dünya sizin hayal ettiğiniz gibi bir yer değil.
Evet. Dünya sizin hayal ettiğiniz gibi bir yer değil; dengelilik de çoğu zaman ideal insan olmak anlamına gelmiyor, pek sayın at gözlüklü normaller. Şu dünyada iz bırakıp ufuk açan politikacıların, bilim insanlarının, sanatçıların neredeyse tamamı sıra dışı hissedişleri, toplum tarafından hoş görülmeyen alışkanlıkları, aşırı duyarlılıkları ve tepkileri olan “anormal” insanlardır.
Normallik dayatması, sıra dışı insanlardan hiç hoşlanmayan kapitalizmin insanlığa, kendisi için en büyük tehlike olan “farklı” zihinleri hedef göstererek kazdığı en büyük tuzaktır. Tek amaçları insanları tektipleştirerek, tepkisiz ve bencil birer robotik köleye çevirmek olan ve birbirinden hiçbir farkı bulunmayan yırtıcı din simsarları ile şarlatan yaşam koçları da o tuzakların kullanışlı aparatlarıdır.
Aşağıdaki video, filmin muhteşem final sahnesi… Şu dünyada en beğendiğim aktör olan Mads Mikkelson’ın hafızalara kazınacak olan bu şahane dansını da aptal normalseviciler tarafından farklılıklarından dolayı ömürleri boyunca -benim gibi- kafatasçılığa maruz kalan bipolar ruhdaşlarıma ve bütün sıra dışı beyinlere hediye ediyorum.
Öyleyse dans dostlarım!
Dünya bizimle güzel!
Not: Paylaşımım, onların da türlü politik günahları bulunan Roosevelt ve Cohurchill’i kutsadığım anlamına gelmiyor. Ne anlama geldiği çok açık, demagojiye gerek yok
Bir cevap yazın