1.
Kendisini dürten kıyısız düşler içinden uyanıp
Yeni düşünsel süreçlerle tanışır tanışmaz insan
Güle ağlaya doğar şiir böylece anasından
2.
Şiir hükümetini kurduğu vakit
Kişi, tek bir yürek işbaşına gelir
3.
Kuru kalabalıkların arasından biz de çok geçtik
Halk tarafından biz hiçbir zaman seçilmedik
Biz yiğitliği de, bilgeliği de,
Tek başına sadece hakikat için seçtik.
4.
Şiir, şairin gönlünü kaptırdığı bir kâinat güzelidir.
O kâinat güzelliği, ahlaki akıl yönünden ise şairin namusudur
5.
Yalın yürek konuşan insanlar benim dostumdur
Hakikatin erdemlerinden içtenlik, doğruluk, bilgelik ve cesaret güven verici nitelikler de olsa asıl eleştirel aklın özgürlüğü sayesinde kuşkuların dağıtılması da içsel yargımızın başka bir güvencesidir. Sorgulaması eksik insanların sorumluluğu da eksiktir.
6.
Sanat, insanları evrensel düzeyde birbirine yakınlaştıran ve dost kılan bir anlatım biçimidir.
Sanatsal dostluğun bu içeriği ve istenci ancak var oluşun etik, estetik, politik gibi iç içe geçmiş çok bakışlı değerleriyle ifade edilebilir. Azın özü, dünya edebiyatındaki birçok başyapıta bakarak gerçeğin etik ve estetik kimi bileşenleri ortaya çıkarılabilir. İlk bakışta dikkatimizi çeken şey, yapıttaki üst dil, üst bilinç ve mitolojik boyuttur.Sonra satır aralarında yazarın yaratıcılık ahlakına ilişkin erdemleri sezeriz. çtenlik, özveri, dürüstlük, özsaygı ve sabırla ulaşılmış pek çok inceliği keşfederiz.Cesaret, yiğitlik, yücelik, derinlik gibi umudun çatısını kuran iyimserlik alanının genişletilmesi çabası her evrensel sanatçının başka tipik bir özelliğidir. Arınmışlık, adanmışlık ve titizliğin yanı sıra ancak özerklik düzeyindeki bir özgürlük sayesinde ulaşılmış bir anlam yoğunluğunda bu kez ruhsal bir tatmine ulaşırız. Sonuçta yaşama anlam katan bütün bu değerlerin hepsi de şiirsel ç e k i c i l i ğ i n (güzelliğin) soy birliğine dâhildir. Burada seçilmiş nitelemeler, şairin felsefesini, yaratıcılık ahlakını ve gerçeğin estetiğini biçimlendirmede güdümleyicidir. Doğaldır ki burada adı geçen güzellik sadece göze hitap eden görünüşle sınırlı olmayıp bir de kulağa dayalı(ses, söz, müzik) yansıyan işitsel bir güzelliği kapsamaktadır. Demek ki gönül ancak tümele (güzele) eriştiğinde mutlu olabilir. “ Anlamak mutluluktur” diyen ünlü evrenbilimci (S. Hawking) de bunu kast etmiş olsa gerek. Bir şeyin insanın içine sinmesi işte bu bağlamda son derece çok boyutlu ve karmaşık süreçleri kısacık bir anın içinde toplamaktadır. (Evrende kim bilir ne kadar şey hep aynı anda olmaktadır.)
-2-
7.
Açlık duygusu, bedensel bir gereksinmenin uyarısıysa, insanda merak da ruhsal beslenmeye davet adına başka bir çağrışım türüdür. Evrende her titreşim ve çağrışım yeni bir iletişim ya da bir denge kurmanın belirtisidir.
8.
Şiirin gücü, gönül dünyamıza hükmetmesinden gelir. Şiir, bilgeliğin, kişiliğin ve kimliğimizin tarihidir. Bilgelik aşktır. Aşk ise hükümranlıktır. En önemlisi coşkuyla birlikte kendi yaratıcılık gerçeğimizden bir gerilim enerjisi ortaya çıkar. Hayattan bize bir çeşit geri bildiri olarak yansımış metinler arası bir dizeyi okumak, yine kendi ruhumuzun yankısı olan bir müziği dinlemek, doğayı seyretmek hep iç içe geçmiş heyecanlardır. Şiirin asıl harcında; his, hayal, hasret ve kozmik bir enerji formuna duyulan hayranlık saklıdır. Kozmik düşüncenin gücü; inancın içinde özümlenmişse, yaşantıya değer katıyorsa önemlidir. Şiirin malzemesini toplayan şairin yapı tarzında ve zihinsel soyaçekiminde, devşirme bir düşüncenin eğriliği, iğretiliği ve aldatıcılığı hemen dikkatimizi çekecektir. Sadece kendini aldatarak gönlünü yanılsamalarla oyalayanlar bunun farkına varamazlar. Etik olanı estetikten koparanlar, edep ve ebedi olanı edebiyattan çıkaranlar insanı azaltmaktan başka bir şey yapmış olmaz. Öyle ki burada Ahmet İnam’ı anımsamadan geçmek bir eksiklik olurdu. O’na göre: Bilginin dahi bir kişiliği vardır.
9.
Şimdi de evrensel bir yasa olan büyümenin, genişlemenin, olgunlaşmanın ve evrimin karşısında direnen bir yetersizliğin, ehliyetsizliğin, tabansızlığın, soysuzluğun temsil ve tercih edilen kutbunda birçok verimsizliğe yol açan kısırlaştırıcı öğelere bakalım:
-Kurnazlık, kabalık, benmerkezcilik, tembellik, vurdumduymazlık
-Korkaklık, anlam sığlığı, yüzeysellik, yardakçılık,
-Bilgisizlik, çapsızlık, dikkatsizlik, çarpıklık, yalancı tanıklık(çarpıtma)
Sağlıklı olandan sapkınlık, saldırganlık, zalimlik gibi sakatlayıcı tüm kusurlu sıfatlar insanı tiksindiren bir ç i r k i n l i ğ i n ( i t i c i l i ğ i n) soy bağıntısına dâhildir.Buradaki kutuplaşmada; yücenin karşısında yüzeysel veya daha aşağı olan, yalınlığın karşısındaysa yığınla üst üste atılmış bir bilgi çöplüğü ve anlam sığlığı yer almaktadır. Yaşama yalancı tanıklık yapanların gerçekçiliği olası mıdır? Korkağın, kalleşin, cahil cüretinin, fesatçının, fırsatçının ibretlik duruşuna hayran olmak olası mıdır?
10.Sadece, insanın insana karşı davranışını değil insanın tanrıya ve tarihe karşı tavrını da yine insanın psikolojini anlamaktan geçer. Aşağılık veya yükseklik duygusu veya psikolojik savunma mekanizmaları gibi. Mesela, kurnazlık, ikiyüzlülüğün ağabeyidir. Kurnaz, düzmeceye, yapaylığa yönelerek göz boyamak ister. Kurnazın, gizlisi saklısı aslında kendi eksikliği ve yetersizliğidir. İş ahlakı bir işin hakkını vermek demektir. Kurnazlığın ürettiği sahtelik ile “Hakikat işçisinin” ürettiği sahicilik arasındaki mücadele, insan olmanın temel sorunudur.
-3-
Kısaca şark kurnazlığı dediğimiz şey de aslında adamlığın azlığıdır. Ahlaki zekâdan yoksun böyle bir anlayışa düpedüz kalın kafalılık, korkaklık, ahmaklık, açgözlülük diyeceğimiz gibi aynı zamanda kestirmeden köşeyi dönme ihtirasıdır da. Yanılmıyorsam eğer meşhur şark kurnazlığı özünde bir haramilik biçimidir. Şark kurnazlığı asla bir daha kendisiyle karşılaşmayı, yüzleşmeyi göze almayan bir ruhsal düşüklüktür. Şark kurnazlığı ile dinsel gericilik; yüzyıllardır sürekli ittifak ve işbirliği halindedir. Hakikat; sadelik, içtenlik, arınmışlık, adanmışlık ve sahicilikten ayrı düşünülemezken boş inançlara dayalı şiirsel eğilimler, oradan buradan devşirmeli atık bilgilerle ve tarihsel olarak da eklektiktir. Sahte şiirlerde her şey diplomatik olarak birbirine iliştirilmiştir. O yüzden bu şiir sanatı salt diplomaya dayanmaz.
11.
Eklektik, yığma, anlaşılmadan okunan her bilgi, bir çeşit bilgisizliktir. Zihnimize yük olan bu tür bir atık bilgi henüz beyinsel işlemlerden geçmemiştir. Beyin; kendine ait bilgi, sezgi ve duyguyu üretecek yeteneğe sahipken başkalarına ait hazır parazit bilgiyle felç olma riskiyle karşı karıyadır. O halde edebi ve ebedi olanı edebiyattan attığınız zaman insanı azaltmaktan öte bir işe yaramaz bu sığ bakış. Eğrilik gibi doğruluk da sadece bilimselliğe ait yani salt matematiksel bir kavram değildir. Eğrilik ve doğruluk başından beri ahlaki bir kavramdı. Bu gün bir hakikat ahlakından kopuk sanatı ve bilimi savunan egemen sınıflar aslında işine geldiği gibi ucuzluk adına insanlara kötülük yapmaktadır. Bir hakikat ahlakına bağlı olmayan siyasetçinin, sanatçının, bilimcinin toplumcu gerçekçi olması zaten düşünülemez. Bu soysuzlaşma, sağlıksız hasta toplumların giderek çürümesinden başka bir şey değildir.
12.
Yaratıcılık ahlakı estetiğe dâhildir. Çünkü yazarın veya sanatçının kişiliğini ve kimliğini belirlemektedir. Necip fazıl, şiir dünyasında çile, züht, takva gibi konuları ağırlıklı olarak işlemiştir. Belki Nazım Hikmet’in yaşam çilesi ondan daha fazlaydı ama yine de “sen yanmazsan/ben yanmazsam/nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa” diye sürüp gitmiştir. Burada derdim Necip Fazıl’ın şiir estetiğini küçümsemek değil elbette. Yine başka çarpıcı bir örnek de Can Yücel’in şiirinde kimi argo sözcüklere rastlamamız da onun kendine özgü yaratıcılık ahlakından ileri gelmektedir.
13.
Klasik bir sorudur. İlham ne zaman gelir?
–Siz ona hazır olduğunuz zaman gelir. Bu hazır olma durumunun içinde; önceki yaşantılar, deneyimler, anılar, birikimler, özlemler ve gelecek tasarısına ilişkin ümitler harmanlanmış olarak yer almaktadır. Bu açıdan bakarsak anlık gibi görünen ilhamın aslında uzun bir sürece dayandığını kolayca söyleyebiliriz. Ancak yordam (üslup) yönünden, çalışmanın çabanın, yoğunlaşmanın, zihinsel açıklığın, titizliğin önemi küçümsenemez. Zaten kişiyi ustalık aşamasına çıkaran şey de sanatçının kendisine özgü olan el yordamıdır.
-4-
İyilik, güzellik, bilgelik ve sonsuzluk gibi sıfatlar, yetkinliği arayan insanın içindeki tanrısal uyanıştır.(Ben soruna, teolojiden çok teleolojik yaklaşıyorum. Zira teolojide kuruntu ile kurgu, safsata ile hakikat, adalet ile dalalet birbirinden hala ayrışmamıştır. Oysa teleolojide insanın doğası bellidir. Ne olmak istediği de bellidir). Ütopik ve ideal olan öncelikle teleolojik bir kavramdır. Ereksel bir varlık olan insan türü için tümel olmayan aslında temelsizdir de. Mesela matematikteki sonsuzluk kavramı da bu bağlamda ele alınmalıdır. Eğer insanlar, seviyesini bu değerlerle yükseltemezse kendisinin, başkasının yapıp ettiklerinin farkına nasıl varabilirdi. Şuur kökünden gelen şiir için de mutlaka derinleşmiş bir duyarlığın yanı sıra bir üst bilincin de içselleşmesi gerekiyor. Ülküsü, ütopyası ve üst bilinci olan insan ne olması gerektiğini bildiği için büyüktür. Yaşama dosdoğru tanıklık yapmak isteyenlerin ölçüsü evrensel olanla ters düşmeme niyeti ve kaygısıdır. İşte sadece o niyeti, eğilimi ve yetkinliği taşıyanlar yeni bir uygarlığın da taşıyıcısıdırlar. Şair, keşfeden, fetheden ve icat eden kimsedir. Esin (ilham), kendi çağına tanıklık eden insanın farkına varmasıyla içimizden geçen son dakika haberidir. Şair de, toplumbilimci de, daima ilk haberdar olduğundan bizim için de çok değerli bir haber kaynağı olduğu kadar aynı zamanda kuşaklar arasında da önemli bir habercidir.
14.
İnsan yüreği asılsız yere bir ithamı, iftirayı kaldıramaz. Asıl sanatta gerçekçilik kaygısı özünde yaşama dosdoğru tanıklık etme duyarlığından doğar. Yoksa bilgiçlik babında bir öğretmenlik/öğreticilik yapmak değildir. Kişinin vicdanı, evrensel bir hafızaya kayıtlı ve asla silinmez bilgilere uygun çalıştığı oranda hakikatin de temsilcisi olur.
15.
İşte bu bilgilerden sonra geleneksel tutucu ve yağcı siyasetin tarih önünde niçin hiçbir zaman bir entelektüel vicdanı olmadığını daha iyi anlayabiliriz. Geleneksel sağ siyaset; her şeyi tanrının takdirine bırakarak kendisi için en kestirme, en kolay yolu seçerek, bu dünyadaki adaletsizliklerin ve din görüntüsü altındaki densizliklerin hesabını hep öbür tarafa erteleyerek taşın altına asla elini sokmayarak doğrudan insanın tarihsel sorumluluğundan kurtulmaya çalışmaktadır. Oysaki F.Nietzsche’nin söylediği gibi “Hakikate tapmak tapmaların en zorudur”
16
Şiirsiz bir hayatın, ekonomik kıtlık dönemlerinden beter bir anlayış kıtlığına yol açtığını düşünüyorum. Şiirde saçmalamaya varan adeta bir anlamsızlığı savunanlar varsa onlarla zaten anlaşamayız. Bu tür şiirler ilhamla değil düpedüz evhamla yazılmıştır. Kuruntulu insanda, sağlıklı temiz bilgi, ortak nesnel duyu ve sezgi noksanlığından ileri gelen uçuk bir fantezi zekâsı iş başındadır. Geçekten ilhamı olan şairlerin ruhsal/ ahlaki zekâlarından fışkıran bir bilgeliğin coşkusu karşısında bir ürperti duygusu yaşarsınız. Şiirin, yüceltici, tamamlayıcı ve sağaltıcı bir etkisi olduğuna inanıyorum. Yeryüzünde yaşamış yüzlerce şairden nasiplendiysek ne ala. Hayat mektebine devam eden insanların teneffüs saati şiir, müzik ve kainatı okumaktır.
Bir cevap yazın