bir iki üç
dört beş altı
gözlerine özen gôsterir
elbisesinden çok
yakıcı ve sert
gün batmak üzere
nereye gitmek isterseniz gidin
sabahın dördüne
gizli saklısı olmayan yemine
çiçegi burnunda
küskün bir sese
bana sevgi borçlusunuz
ağzı sıkı dostlarıma söyleyiniz
sevimli kusurlarımı
içinize adayacağım
dipte durmuş şarabın kandilini
yakacağım
hadi bakalım
sizde ne var
gôzümü açtığımda
kızıl saçlarını kesiyor
nedense
saç mı kesilir
söz mü kesilir
işte şimdi
baş başa kaldık
kara örtüsü de yok kapıların
aldı elimi öptü
el mi öpülür
göz mü süzülür
göz diken olmuş
sevilmez mi
yol gôründü
naçar gidecek yerin yok
oynayıp yuvarlandım
bir topaç gibi
dôndüm dôndüm döndüm
altıdan sonrası yok
çocukluğum benim
kutsal borç
yakıcı ve sert
ateşin başına oturdunuz
iyi gelir ağrılara
neyiniz var
iyilik dolu içiniz
çok mu yakıyor
payım var mı
bilmek isterim
tanıyınca sesimi
Bir cevap yazın