Girit Kralı Minos tarafından; oğlu İkarus/Icarusile birlikte inşa ettiği labirent hapsedilen mimar Dedalus/Daidalos;
buradan kaçmanın bir yolunu bulur. Birer çift kanat yapıp, kanatları oğlu ve kendi omzuna balmumu ile tutturur. Oğlu İkaros’a “çok yükseklere çıkma güneşin ısısıyla kanatlarındaki balmumu erir, çok alçaktan da uçma denizin nemi kanatlarını ıslatarak bozar, sen beni izle” diye öğüt verir.
Ancak İkarus babasının tavsiyesini görmezden gelir. Uçmanın verdiği saf sevinçle yukarılara yükselir; öyle ki Güneş, kanatlarındaki balmumunu eritinceye kadar. İkarus, baş aşağı denize düşerek boğulur.
Bir bakış açısıyla İkarus efsanesi, özellikle bilgi ve çevremiz üzerindeki hakimiyet arayışımızda, insan durumu için dokunaklı bir metafor olarak görülebilir.
Geleneksel yorumda aşırıya kaçmanın sonuçları, doğal sınırları anlama ve saygı duymanın önemini vurgulayan bir hikayedir.
Efsanenin bu yönlerini bir kenara bırakırsak, İkarus’ta “anti-norm”un alegorik ilkesini ve babasında normun “kaldırılmış parmağını” görebiliriz.
Bu bizi “uygun yoldan ayrılmamak konusunda uyaran” geleneksel bakışa götürür.
Bu yönüyle İkarus’ta Uranüs (Jüpiter olarak yorumlansa da), Dedalus’ta Satürn’ün yönlerini fark edebiliriz.
İkarus güneşe doğru uçma arzusuna, kendini geliştirmesini sınırlayan zorunluluktan üstünlük sağlar. Sonuçları pahalıya mal olsa da bireyin egosunu, iddiasını sembolize eder. Toplumsal hedef lehine, bireysel ihtiyaç kısıtlaması reddedilir.
Ego’nun, ilahi iradenin sembolü Güneş, bir görev değil bir hedeftir.
Birey; bu konuma, kendi benliğini, egosunu karşısına koyarak aynı zamanda meydan okur.
görsel:
Pieter Bruegel “landscape with the fall of icarus”
Bir cevap yazın