Kısa bir an tereddüt ederek bir adım attı. Sonra bir adım daha. Kimse kalbinin
ne kadar sıkıştığını farkedemezdi o anda. Olsa olsa çekingen biri olarak
algılanabilirdi dışarıdan. Sonra bir adım daha. Adım attıkça parçalanıyordu
ruhu, yerlere saçılıyordu dağınıkça. Elinden bir şey gelmiyordu yapabileceği tek
şey oradan uzaklaşmaktı. Paramparça etrafa saçılmış ruhunu toparlayamadan
ilerlemeye devam ediyordu. Arada duraksıyordu. Duraksadığı anlarda geriye
dönme ihtimali kendisini korkutsa da bu duyguya kendisini kaptırmadan
yürümeye çalışıyordu. Elindeki çantayı omzuna attı. Uzun süredir yaptığı ilk yeni
hareketti bu. Görüşme boyunca kucağındaki çantayı sıkıca elinde tutmuş ve tüm
gücünü çantasından alırcasına hiç bırakmamıştı. Çantasını omzunda hissetmek
iyi geldi kadına. Şaşırmıştı bir anda yaptığı bu hareket değişikliğine. Halbuki
omuzda taşınacak bir çanta değildi elindeki.
Kendisini tanıtması istendiğinde “nasıl da saçmaladım” diye düşündü. Spor
yapmayı sevdiğini, müzikten ve edebiyattan hoşlandığını hatta yazı denemeleri
olduğunu bile söylemişti. Başvurduğu iş için bu bilgilerin hiçbirisi gerekli
olmadığı halde neden bunlardan bahsettiğini anlayamıyordu ve kendisine
kızıyordu. Zaten karşısındaki adam da çok üstünde durmadı bunların. Daha
önceki satış deneyimleri daha çok ilgisini çekiyordu ya da daha önce aldığı
terfiler ve ödüller. Tabi eğer varsa. Belki de başvurduğu iş açısından avantaj
sağlayacak buna benzer özellikleri olmadığı için edebiyat ve müziğe olan ilgisini
bu kadar net bir şekilde açık etmişti kadın hiç tanımadığı o adamın karşısında.
Hele hele yazı denemelerinden bahsetmesi inanılır gibi değildi kadın için.
Kulaklarında çınlıyordu kendi sözleri.
“Edebiyata ilgim var, aslında ilgiden biraz daha öte bir şey sanırım. Ara sıra
yazmaya da çalışıyorum. Bir çok denemem var. Ama henüz kimseye okutmadım”.
Bu sözler dudaklarından dökülürken adamın suratında beliren boş ifade ve
şaşkınlık gözlerinin önünden gitmiyordu kadının. O anda adamın konuyu aniden
değiştirmesiyle nerede olduğu hemen hatırlatılmıştı kendisine.
Tüm bunları düşündükçe kadın utancından yerin dibine batıyor, kendine
kızmaktan kendini alamıyordu. Adımlarını sıklaştıran kadının tek isteği oradan
hızla uzaklaşmaktı o anda. Arkasından seslenen sekreter kadının sesiyle dalmış
olduğu rüyadan uyanır gibi oldu.
“Pardon sizden bir telefon numarası daha almam lazım, sanırım ilk başta almayı
unutmuşum. Size ulaşamadığımız takdirde sizi arayabileceğimiz yedek bir
numara verebilir misiniz?”
Allak bullak bir halde yürürken aniden kendisine yönelen bu sesle dengesini
kaybetti ve düşmemek için kendisini zor tuttu kadın.
“İyi misiniz?”
“Aaaa evet tabi tabi iyiyim, sabah kahvaltı yapmamıştım”
Yine saçmasapan ve karşısındakine hiç gerekmeyen kendine ait özel bir bilgiyi
öylece söyleyivermişti. Saçmalamaya devam ettiğini düşündü.
“O yüzden biran başım döndü, önemli değil merak etmeyin”
“Aaa sizi şöyle oturtalım hemen! Yiyecek bir şeyler söyleyeyim mi?”
“Hayır hayır hiç gerek yok gerçekten”
Bir dakika daha orada kalsa oksijensizlikten ciğerleri birbirine yapışacakmış gibi
hissediyordu kendisini, o yüzden o bürodan derhal uzaklaşmalıydı.
“Eşimin telefonunu vereyim size. Buyurun. Bana ulaşamazsanız onu
arayabilirsiniz.”
Hızla uzaklaşmalıyım buradan diye geçirdi içinden yine. Görüşme boyunca
sarfettiği saçmasapan cümleler kulaklarında çınlamaya devam ediyordu. Peşini
bir türlü bırakmıyordu kendi sözleri. Adımlarını hızlandırsa da, yavaşlatsa da,
derin nefes alsa da, çantasını omzuna atsa da hiç birşey farketmiyordu. Adamın
sesi de yüzü de gözünün önünden gitmiyordu. Adama dudak kenarlarında sanki
sürekli ağlamaklı bir hal veren aşağı doğru kıvrılmışlığın yarattığı o komik ve
hüzünlü ifadeyi unutamadığı gibi.
Bürodan çıkmıştı.
İlk başta nereye gideceğini bilemedi. Önce bir kafeye oturmayı düşündü. Sonra
yönünü değiştirdi ve deniz kıyısına doğru yürümeye karar verdi. Kıyı şeridindeki
banklara oturup kahvaltı ederim diye düşündü. “Orada mis gibi taze çay da
vardır şimdi” diye geçirdi içinden. Adamın çayını höpürdetirken önündeki
evrakları karıştırışı geldi gözlerinin önüne.
“Evet bundan önce birkaç satış deneyiminiz olmuş. Ama uzun sürmemiş hiçbirisi.
Nedenini sorabilir miyim?”
“Özel bir sebebi yok. Kendim için doğru adreslerde çalışmadığımı
düşünüyorum.”
“Bizim doğru adres olduğumuzu nereden biliyorsunuz?”
“Bilmiyorum. Nereden bilebilirim ki? Sadece denemeye devam ediyorum.”
Bu soruya böyle yanıt verdiği için asla o işi alamayacağını biliyordu. Ama
çıkıvermişti ağzından. İstemsizce. Kendiliğinden. “Dil sürçmesinden biraz daha
ileri bir durum” diye geçirdi içinden gülümseyerek.
Çıtır çıtır simitinden bir lokma attı ağzına. Deniz kokusu ile başbaşa kalmak
gülümsetmişti onu. Ne zaman deniz kıyısına gelse güzel bir yolculuğa çıkacakmış
gibi heyecanlı bir duygu kaplardı içini. İyi bir şey olacakmış gibi bir hisle birlikte.
Bir yudum da çayından içti. Kan şekeri yükseliyordu, zihninin berraklaşmasıyla
beraber oluyordu bunların hepsi. Verdiği cevabı düşününce gülme tuttu kadını.
Deniz kıyısında yapayalnız ve sarsılarak gülen bir kadın olarak görüyordu
kendisini dışarıdan aynı zamanda. “İyi bir öykü başlangıcı olabilir” diye
mırıldandı. Dünyaya fırlatılmışlığına kahkahalarla gülüşüne baktı uzaktan.
Uzunca bir süre.
O koltukta eğreti oturuşu geldi aklına. Duygusuz, oraya ait olmayan bir
kendinden eminsizlikle. Belki de o kadar eğreti durmayı içten içe isteyerek
oturuşu geçti gözlerinin önünden. Çantasını ellerinde sımsıkı tutarak. Yine
dışarıdan baktı kendi görüntüsüne. Adamın sorularına çok da düşünmeden
cevap verirken kendini uzaktan izleyen kendine göz kırptı ve gülümsedi.
“Ne oldu neden güldünüz?”
“Ben mi? Hiç farkında değilim kusura bakmayın.”
“Hiç farkında değil misiniz?”
“Heyecandan olsa gerek. Bazen heyecanlanınca gülme tutar beni. Annem kaç
doktora götürdü beni bu yüzden. Ama hiçbir şey bulamadılar.”
Adamın karşısında gülmesini durduramamıştı kadın. Adam uzunca bir süre
beklemişti kadının susmasını. “Kovmayı beceremedi birtürlü beni. Acaba
gülmemin geçmesini niye o kadar uzun süre bekledi ki? ” diye geçirdi içinden
kadın. Bir yanıt bulamadı.
Hayatına dair bir cevap bulabilmek için –belki- gözlerini denize çevirdi yeniden.
Bir martının uzunca bir süre simitine kur yapışını izledi büyülenmişçesine.
“Ne güzel bir öykü başlangıcı olur” diye mırıldandı. Elini çantasına attı. Her
zaman yanında taşıdığı not defterini çıkarmak için. Bir an durdu. “Bu muhteşem
görüntüyü unutmama imkan yok” diye geçirdi içinden.
Elindeki son simit parçasını unufak edip sırayla attı çevresinde dolanan martıya.
Sonra başı dönerek uzanmak istedi uzun süredir rahatça oturduğu banka. Eğreti
bir şekilde oturduğu o koltukta harcadığı dakikalarına üzülerek. Derin bir nefes
aldı, çantasını başına destek yaparak uzandığı bankta dalgaların yumuşakça
kumsala vuruş seslerine teslim ederek ruhunu gözlerini yumdu. Bunun dışında
duyduğu hiç bir sese aldırmayarak.
O sırada sekreter kadın, iş görüşmesi yaptığı adam ve görüşme için sırada
bekleyen bir çok insan etrafında panikle kadını uyandırmaya çalışıyordu. En çok
da görüşmeyi yapan adam paniklemişti, telaştan ne yapacağını bilemez halde
kadının etrafında dört dönüyordu.
“Hanfendi iyi misiniz? Hanfendi? Lütfen ama. Kendinize gelin! Hay allah ne oldu
bu kadına böyle? Hanfendi! Hanfendi!”
Bir cevap yazın