Kapı çaldı. Evde kimse yok. Issız ama korkutucu değil oda. Gecenin ışığı belli belirsiz girdi pencereden. Kaç gündür tekinsizdim oysaki. Saat iki. Yarım yamalak uyku benimkisi. Tavşan uykusu denilenden. Kabuslarla geçen bir gecenin tüm yorgunluk belirtileri bedenimde. Ağır devinimlerim. Yatakta yekinmek isteğimin yittiğini kavrıyorum, coşkusuz adımlar benimkisi. Uyurgezer. Kapıya yöneldim. Babam nerede? Kaç gecedir iniltiler içinde uyuyordu yatakta. Halamlar uykularından feda edip her gece ilaçlarını düzenli veriyorlar. Kırık dökük bir gövde onunkisi. Yatak boş. Kaçıp gitmiş sanki, darmadağın yatağı. Anlamsız bir boşluk. “Tak tak” Yumuşak, ürkütmeyen bir dokunuş kapıdaki. Tanıdık belki de.
-Benim oğlum, kapıyı açsana.
Şaşkınlığımı gizleyemiyorum. Ölüm uykusundan uyanmış olamaz. Gitti, dediler. Öte bir yerde varlığına anlam yüklüyordum kaç gündür. Ter içinde kötücül düşlerden uyandığımda yalnızca babamın iniltisi ve evin içine sinen hastane kokusunu alıyorum halbuki. Apartmanın otomatı tanıdı onu. Kapı da. Kilitli kapı, anahtarı bir iki defa çeviriyorum. Bembeyaz, ölgün yüzü. Gülümsüyor. Ağlamam mı gerek, delice bir kahkaha mı uygun düşer bu mizansene. Öteden gelmeni beklemiyordum, diyorum.
-Evde kimse yok.
-Biliyorum. Senin için geldim. Uykudan mı kalktın. Kaç gecedir gözüne uyku girmiyor değil mi?
Kaç gecedir ışıkları açmıyorum odada. Karanlığa alıştı gözüm. Loş bir aydınlık yeter. Kimi zaman dolunay, kimi zaman ilk dördün. Komidinin üzerindeki kitapta kaybediyorum çoğu kez bakışımı. Kaza geliyor aklıma. Son anılar, Oğlanı çıkarın önce. Araba paramparça. Hastane odası. Final.
-Neredeydin?
-Sorma. Sorular yorucu şu an. Geldim, görmem gerekti. Etimden, kanımdan olanı yoksun görmek istemedim. Gözleri buğulu, bembeyaz, kirece dönmüş yüzü. O da uykusuz kaç gecedir belli ki. Arafta mı beklettiler günlerdir kadıncağızı? Cennet dedikleri yere mi götürdüler yoksa? Belki yüzyılların masallarına inanasım var. Sorulara kapattı kendisini.
-Babam da merak ediyordu seni. Yokluğuna da alıştı diyemem. Yatağında inlerken çoğu kez seni imliyor.
-Biliyorum. Senin için geldim ama. Sarılsam mı ona? Yakınımda, nefesini duyuyorum. Öylesine dokunasım var ki tenine, yüzüne. Şımarıkça, inatla sarsam yaşlanmış gövdesini. Çocuk bedenim kaybolsa kollarında. Sadece bakmakla yetiniyor. Sözcüklerle sarılıyor sanki.
-Ölüme alışmalısın. Senden önce gidersem demiştim, gittim de. Benimkisini olağan bir ziyaret say. Kabuslarından arınman için bir kılavuzluk.
Ne acımasız bir öneri. Alışmak, tam da on yedisinde nereye gideceğimi bilmediğim bir yola çıkmışken. Ölüne de sarılasım var, diyorum. Çürüse de etin, koksa da. Mahrum etme beni. Bakışları soğudu.
-Gitmem gerek. Ara ara düşlerinde hep evdeki fotoğraf albümlerinden çıkıvereceğim karşına. Kimi zaman babanla evlendiğimiz yıllardan, bazen de bu eve taşındığımız zamanlardan. Çürüyen etimi görmedin. Zihninde hep soluk alan kadın olacağım. Olmalıyım da. Öldürme için de beni olur mu? Babana da…Hep sevdim o adamı, içini acıtma onun.
Gidişe, kayboluşa engel olamadım. Kapı açık, beyaz yüzü yok karşımda. Bir ruhun kolaycı kaçışı onunkisi. Külçeleşti gövdem. Uyku. Uykuda gelse bari yeniden. Babamın iniltileri bunlar. Her gece. Ağlamaklı. Halam kalkmış çoktan.
-Tamam ağbi geldim, şu ilacı at ağzına. Şu suyu da iç. Antibiyotik iyi gelecek.
Bana da iyi gelecek bir ilaç getirseniz. İçim üşüyor. Ayaklarımı uzatsam yatağa, başımı yastığa gömsem. Nefessiz yastığın beyazında yitmek. Yağmur yağsaydı. Kaza günündeki gibi. İnce, eğri çizgiler camlarda. Boğucu sıcak. Odama göz ucuyla baktı halam. Yatağında, oda sütliman. Sessizlik iyidir, hüzün yorucu. Hele de başkalarının hüzünleri.
-Ben buradayım baba. Ağrım yok. Ağlamaklı sesim. Annemim uğradığını söylesem. Seni hala ilk günkü gibi sevdiğini.
Bir cevap yazın