Oh! Bahar gelmiş! Şaka maka, elli sekizinci baharım. Değil elli sekiz, yüz elli sekiz yıl da yaşasam doymam ben bahara. Nasıl doyarsın ki? Sabah uyanırsın, kuş sesleri. Sonra camı açarsın, serin, taptaze bir koku. Çiçek desen değil, ot desen hiç değil, ama insanın bedenini dirilten, ruhunu yeşerten bir koku. Her bahar sırf bu kokunun hatırına sigaraya paydos derim. Ta sonbahara kadar. Bilmem herkes mi öyle? Ben sigara içtim mi, koku filan Hak getire. Oysa, baharın kokusunu iliklerinde duyacaksın. Duyacaksın ki, yaşadığını hissedeceksin.
Sabah baktım, hem kuşların cıvıltısı, hem nefis tabiat kokusu… Tamam dedim, gelmiş! Hanım da bilir, bu vakitler daha bir keyifli olduğumu. Sağ olsun, erkenden kahvaltıyı hazır etmiş. Bu yaşta adamın kahvaltısı ne olacak? Hele de kolesterolü varsa. Şekersiz çayla bir dilim kepek ekmeği, kibrit kutusu kadar yağsız, tuzsuz peynir, üç beş zeytin. Ha, varsa biraz da domatesle salatalık – ki bu mevsimde pek tatsızlar. Ama bugün o kahvaltı bile bana ziyafet gibi gelmez mi? Gelir tabii, bahar gelmiş. Üzerine de, karı koca karşılıklı birer bol köpüklü sade kahve. Sefamız olsun.
Ayıptır söylemesi, hanımı bir güzel öptükten sonra işe gitmek üzere çıktım. İçim kıpır kıpır. Yaşımdan başımdan utanmasam keyiften ıslık çalacağım. Apartmanın kapısında, Durmuş Efendi’yle karşılaştık. Günaydın diyecek oldum, baktım suratı sirke satıyor. “Dolar uçmuş,” dedi, “Bunların yapacağı iş bu kadar işte!” Kimden bahsediyor anlamadım, ama benim de veryansın etmemi bekliyor, belli. Ses etmedim. Kırk yılda bir keyiflenmişim, Durmuş Efendi’yle ekonomi üzerine çene mi çalacağım! Aklım dışarıdaki güzel havada zaten. Durağa kadar etraftaki çiçeklere, ağaçlara bakınırım derken sokağa çıkmamla irkilmem bir oldu. Sokak boydan boya parti bayraklarıyla donatılmış. Baştan aşağı. Envaiçeşit. Aralarda da kocaman resimli bez afişler. İlla beni seçin diyerek sırıtan belediye başkan adayları. Nasıl bir karmaşa anlatamam. Önüme bakıyorum ki, karmaşa gözümü alıp içimi bulandırmasın.
Hızlı adımlarla caddeye vardım. Varmaz olaydım. Bir gürültü, bir patırtı. Neymiş? Partilerden birinin seçim otobüsü. Hoparlörle bangır bangır filanca şarkıcının şarkısıyla bize sesleniyor. Sabahın bu saatinde. Ya sabır diyerek durakta beklemeye koyuldum. Seçim otobüsünün sesi uzaklaşınca oh demeye kalmadan kulağımın dibinde küfrün bini bir para. Aman Yarabbim. Ne küfür! Küfürden oldum olası hazzetmem. Döndüm. Benim yaşlarımda, kelli felli, efendiden bir bey. Şaşırdım. Kimseyle kavga ettiği falan yok ha!
Kendi kendine konuşuyor, “Biz seninle seçimde hesaplaşacağız! Sen gününü göreceksin!” Ayıp el kol hareketleri. Arkasından yine gün yüzü görmemiş küfürler. Böyle dellenmiş giderken durağın az ötesinde metro inşaatı için kurulmuş tadilat perdesini tekmelediği gibi yerle bir ediyor. Etraf toz duman. Duraktaki gençlerden bir alkış, “Yaşşa, Bey Amca!” Hoppalaaa!
Neyse ki, çok geçmeden otobüs geldi. Bindim. Yol boyunca bakıyorum, seçim kirliliğinin caddede haddi hesabı yok. Bayraklar, posterler, reklam panoları… Hatta inmeme iki durak kala gökyüzünden yağan el ilanları… Bizim sokak yine iyiymiş.
Otobüsten iner inmez, bu kez yakındaki parti merkez binasından hoparlörle sloganlar atılıyor. İki slogan arası davul zurna sesleri… Anlaşıldı, kurtuluş yok. İşe gitmeden kafam şimdiden kazan gibi. Bu kafayla çalış çalışabilirsen. Yolu uzatmak pahasına caddeden ara yola saptım. Burası nispeten sakin. Mezarlığın önünde başörtülü, nur yüzlü, yaşlı bir hanım dikkatimi çekti. Muhtemelen Fatiha okuyor. İçimden, “Allah kabul etsin,” diyerek yürüdüm. Seviyorum böyle adetleri. Huzur veriyor. O huzurla kırmızı ışıkta beklerken, birden arkamda öfkeli tiz bir kadın sesiyle ne olduğumu şaşırdım. “Sen gavurlarla işbirliği yaparsın, ha? Hem de ülkeyi batırmak için!” Tüylerim diken diken. Gayriihtiyari başımı çevirdim. Ne göreyim? Az önceki nur yüzlü hanım! Çıldırmış adeta. “Sandıkta anlayacaksın Hanya’yı Konya’yı! Ama ben senin kapına dayanmaz mıyım?” Nasıl şirret! Kapısına dayanacağı adamı eline geçirse o an paramparça edecek, maazallah!
Nutkum tutuldu. Bu kez alkışlayan yok, ama kaldırımda kaç kişiyiz, bir Allah’ın kulu da garipsemiyor. Hatta yaşlı bir bey başını sallıyor, hanım haklı gibisinden. Memleket hepten seçim havasında. Ben? Kendimi zorluyorum. Yok. Olmuyor. Ne sandık, ne hükümet, ne o parti, ne bu parti. Umurum değil. Aklım fikrim bahar havasında. Ağaçlar, çiçekler, böcekler… Oysa şu seçimleri yapsalar sonbaharda, ben o zaman var ya…
ELİF YONAT TOĞAY
Bir cevap yazın