• Satı Atakul Anısına,
Günlerdir bir yalnızlık girdabı içindeyim. Sessiz bekleyişlerim, adımlarımı çok istememe rağmen
atmayışım, umutlarımdan vazgeçmek üzere oluşum ; her geçen gün kendi kendime yabancılaşmama
neden oluyor. Hâlbuki bir uçurumun kenarındayım. Vereceğim tek karar beni uçurumdan aşağıya ya
yuvarlayacak ya da bambaşka bir yaşama kapılarını açacak ve beni bambaşka birine dönüştürecek.
Bu hesaplaşmayı neden bu ana kadar yapamadım bilmiyorum. Neden şimdi burada bir iç hesaplaşma
yaşıyorum ki? Ama bu uçurumun kenarına kadar geldiğime göre artık bir karar vermiş olmam lazım
gelmez mi? Evet, öyle . O zaman karar anına geri dönelim ve uçurumun kenarında mavi gökyüzüne
doğru kafayı kaldırıp baktığım bu anda, bu sonsuzluk diliminde duralım ve anlatmaya başlayayım
kendi hikâyemi.
Şimdiye kadar karşılaştığım insanlardan bir tanesi ki belki de benim üzerimde en büyük etkiyi
yaratmıştır. Duvarlardaki nem kokusu ile kitap kokularının birbirine karıştığı bir sahaf.1970 ‘lere özgü
küçük otomobillerin vitrin camlarını kitaplarla birlikte süsleyen, duvarlarında Yeşilçam posterleri asılı
olan bir dükkân ve onları büyük bir heyecanla ve hayretle izleyen, dönemimize oldukça aykırı olan
bir ihtiyar. Onu görenler sadece eski filmlerden, şarkılardan fırlamış gibi duran, belki de kitaplardan
kaçmış bir adam olduğunu düşünebilirler. Dimdik duruşu, silindir şapkası, yakaları dik duran, beyaz
kolalı bir gömleğin üstünde koyu takım elbiseli, ellerini bastonunun üzerinde kavuşturmuş ve
kıpırdamadan duran adam bende merak uyandırmıştı. Bu adamın yanına gidip kendisiyle sohbet
etmekten öte ses tonunu duymak ve nasıl bir şive ile konuştuğunu duymak istememden ötürü,
adamcağızı ürkütmeden ve sanki ben de kitaplara bakıyormuşum gibi bir edayla usulca yanına
yaklaştım.
İhtiyar öylesine dalmıştı ki vitrine bakarken ona doğru yaklaştığımı fark etmedi ya da fark etti; ama
bana aldırmadı. O, vitrine bakıyordu ben ise camdan ona bakıyordum. Bir an sadece bir an gözleri ile
gözlerim buluştu. Beni fark etmişti. Ama aldırmadı. O devam etti öylece bakmaya.
Dakikalardır bu İstanbul beyefendisi gibi duran adamın yanında oyuncak otomobillere bakar gibi
onu seyrettim. Neden izlediğim, o merakımı, ses tonunu şiddetle duyma isteğimi adlandıramıyor, o
an tam olarak ne düşündüğümü bile bilemiyordum. Dakikalar sonra bu adam hiçbir şey söylemeden
durduğu yerden uzaklaşmaya başladı. Bende onu takip etmeye başladım. Takip ettiğimin farkında
mıydı bilemiyorum elbette. Daha sonra bu beyefendi bir pastaneye girdi. Ve cam kenarındaki bir
masaya oturdu. İki kahve söyledi. Bu adamın ses tonunu merak ettiğim kadar bu sefer de kiminle
buluşacağı merakı uyanmıştı bende. Bekliyordum beklemesine ama kimse gelmiyordu. Ve adam
kimseyi beklemiyormuş gibi kendi kahvesini içiyor ve beni daha da bir sarıp sarmalıyordu bu garip
halleri. Dayanamadım sonunda. Adamın masasına gidip oturdum. Vitrin camında gözlerimizin
buluşmasından sonra ikinci defa gözlerimiz buluşuyordu. Gülümseyerek kahvesini içmeye devam
ediyordu. Bense ne diyeceğimi pek hesaplamadan sadece suçüstü yakalanmış bir hırsız edasıyla
sadece merhaba diyebildim. Adamcağızda hala ses yoktu üstelik yaptığımdan çok utanmıştım. Hiç
tanımadığım bu yabancının, bir ihtiyarın peşinde sürüklenmiş buraya kadar gelmiş bir de masasına
teklifsizce oturmuştum. Kendime şaşıyor bu adamı neden takip ettiğime bir anlam veremiyor şapşalca
bakıyordum etrafa, adama ve kendime. Hiçbir şey olmamış gibi diyorum çıkıp gitsem şuradan diye
kendi kendime plan yaparken ve utanmışlık ve rezil oldum korkusuyla hareket ederken tam o sırada
ihtiyar bana dönüp:
”-Kahveni içmeyecek misin evlat.” dedi.
Ben şaşırdım. Ses tonunu sonunda duyduğum ve bana hitap ettiği o ilk cümlesiyle irkildim. Bu
ihtiyar beni tek bir cümleyle yine kendine esir alıyor kalkıp gitmemi engellerken aşırı merak ve ilgi
uyandırmaya devam ediyordu bende. Ama ben biraz da olsa şaşkınlığımı gizlemek duygusuyla belki
de adamı yermek ya da onu orada yok etmek için bir çıkış noktası bulmak ve düşünmek için zaman
kazanmaya çalışıp ona bir anda:
“-Beklediğiniz kişi gelmedi sanırım. Misafiriniz gelince kahveyi o içsin. Çünkü ben gidiyorum. Size iyi
günler.” dedim. Adamın ses tonunu duymuştum. Ve kendimce kazandığım bir zaferdi bu artık, gönül
rahatlığıyla buradan uzaklaşabilirim diye düşünürken ihtiyar yine aynı ses tonunda:
“-Beklediğim kişi sensin evlat!” Dedi.
Durdum. Öylece durup kaldım. Ukalalığına kendimce kızıyor bu adamın saçmaladığını düşünüyordum.
“-Hikâyeyi merak ettiğin için gelmedin mi peşimden?”
“Hayır efendim ne münasebet. Hiçbir şeyi merak etmiyorum ben. Size iyi günler. “Dedim.
Ve hızlı adımlarla pastaneden çıktım. Yol boyunca yürümeye başladım. Fakat bu yaşlı adamın
kıyafetinden tutunda hikâyesine kadar ilgimi çekiyordu işte itiraf ediyorum. Kıyafeti , bastonu, silindir
şapkası, sahaf, kendinden emin hali, ukalılığı ,o küçük oyuncak otomobiller, kitaplar, kahveler bir
anda gözlerimin önünden gelip geçti. Neydi şimdi bu? Allah’ım saçma sapan bir rüyadayım sanırım
eğer öyleyse beni hemen uyandır lütfen. İhtiyarın şimdi ne yaptığı merakı beni ister istemez yine o
pastaneye götürdü.
İhtiyar ikinci kahvesini içiyordu. Gelip masasına tekrar oturmama hiç şaşırmadı. Ve sadece gülümsedi.
“-Bakın bayım, bu zamanda hala böyle giyinip kuşanan, eski kitaplardan fırlamış bir beyefendi görmek
çok zor. Sizi niye takip ettiğime gelince çünkü sizi şu an okumakta olduğum bir roman kahramanına
benzettim.” Dedim.
“-Diyelim ki belki de o roman kahramanı benim evlat, peki ya sen kimsin? Dedi.
“-Ben mi kimim? Ben serserinin biriyim ihtiyar. Aylak Adamım ben. Sadece okurum ve izlerim. Ara
sıra konuşurum. Ki iyi konuştuğumda söylenir; âmâ ben her zaman herkesle konuşmam. Başka da
hiçbir özelliğim yok. Ha bir de salağımdır biraz, kim ne derse desin hemen inanırım. Belki de benim
sorunumda budur zaten. Herkesi iyi zannetmem ve masallara inanmam.” Dedim.
“-Neden masallara inanıyorsun evlat? Dedi bizim ihtiyar.
“-Masallara inanıyorum, romanlara inanıyorum, kitaplara inanıyorum. Ve dünyada tek kirlenmeyen
yer kitaplarda ki o kahramanlar… Bak bayım insanlar çok acımasız. Ve bütün o masalların sonunda
her zaman iyiler kazanır ve dünyayı güzelleştiren sadece sevgidir ve her şeyin sonu her zaman mutlu
biter. Belki bende benim hikâyemde güzel bir son olsun diye tuttum masallara inandım sadece. Dünya
nefretten değil, sevgiden dönsün istedim.” .
“ -Peki ya bende gerçek değilsem. Yani kitaptan fırlayan bir roman karakteriysem ve beni sadece sen
görüyorsan yani aslında yoksam, senin bilinçaltının sana bir oyunuysam olamaz mı? Dedi ihtiyar yine.
“-Şizofren miyim ben yani?”
“-Hayır, hayır delikanlı elbette değilsin. Âmâ masallara, romanlara çok inanıyorsun ve onlarla
yaşıyorsun. Bu yüzden seçtik seni ve ben bu yüzden geldim ve yine sen beni o okuduğun kitaptaki
kahramana benzettin. Ve sen o kadar iyisin ki bu dünya sana göre değil, bu kirlenmemişlik yüzünden
çok acı çekiyorsun. Yani nasıl denir ki bilemedim de pek şimdi? Sen aslında bensin ya da tam tersi ben
senim aslında. Şimdi karar ver evlat gelecek misin benimle hikâyeyi çözmeye?”
Bu konuşma burada böyle sürer iken, Satı’nın yaşam destek ünitesini çekmeye hazırlanıyordu
doktorlar. Satı bu ihtiyar delikanlı ile gitmeye karar verdi. Kol kola girdiler. Ve yavaş yavaş
uzaklaştılar gerçek dünyadan hayal dünyasına.
Satı’nın ardında kalan bir avuç insan ve gözyaşları oldu. Âmâ Satı gülümsüyordu. Çok mutluydu. Ve
bunu Satı’dan başka bilen hiç kimse yoktu. Geriye kalan herkes ağlıyordu.
Bir cevap yazın