Biraz da Birhan Keskin’e ithaftır.
”tecellinin içinde ecel durur sevgilim, görmedin mi?
adaletin içinde bir zalim oturur…”
Dünya neden bu kadar samimiyetsiz? Ne var yani ne olmuş dilleri, renkleri, tercihleri başkaysa yurttaşların… Kim icat etti, oyuncak tabancalarla oyunmuş gibi adam vurmayı çocuklara? Vicdandan süzülüp yok olan ne? Toprağı avuçlayıp dağıtsak, kime yetmeyecek? Saksıda çiçek yetiştirmek varken, genç ölmek-öldürmek niye?
Tanrı bizi kendi kilinden yaratırken ne düşündü bilmiyorum, ama yaratılmışlığım… O sonsuz boşluğa düştüğüm günden beri ben, düşünüyorum…
-Platon ‘devlet’i niçin yazdı?
-İmparatorluklar, kavimler, dinler ve diller ne istediler var olmak için birbirlerinden?
-Fark neden kanayan bir yaraya benzer?
-İdeolojiler kimleri mutlu eder?
-Neden kimse bir başkasıyla mutlu değil?
-Niçin hiç istenmediği halde sürüyor savaşlar?
-Barış için başlayan kavgada neden en çok çocuklar ölüyor?
-Hiç kavgası olur mu barışın?
-Ben neden sorunun yanıtsız, karanlık kuyusundayım şimdi?
Düşüncenin suyu aklın yolunda ilerler. Bakış açımızın derecesi olup biteni izlemekten genleşen gözlerimizin çevresi toplamı kadardır. Yaşarken edinilmemiş, çoğunluğun isteği üzere kabul görmüş, kopyası çekilmiş felsefeler… Her şey birbirine bu kadar yakın, bu kadar birbirinin içinden çıkmış ve birbirine bu kadar çok benzerken; -NEDEN?
Kendi adını taşıyabilmenin onurunu yitirmiş ama zaten buna gerek yokken bu uğurda ölmek belki ölmekten de kötüsü öldürmek… Yaşarken bir başkasını fazla görmek hayatta… Belki de hayatı fazla görmek. Yaşama hakkına göz dikmek… Bu demokrasinin bir gereği olsa gerek. Malum, BİZ ÇOĞUNLUĞUN DENGESİZ KARARLARI SONUCU BİRÇOK ŞEYİ GÖZDEN ÇIKARMAYI ONAYLAYAN KİRLİ BİR YIĞINIZ! Çoban dürtüsüne alışmış bir SÜRÜ! Hani biz, bu ülke, bütün ırklar, bu bütün dünya, hepimiz kardeştik?
“Bizler kardeşiz… Bizler aileyiz… Kocaman bir aile… Aslında daha geniş düşünebilseydik, dünya kocaman bir aile…” Aslında daha geniş düşünebilseydik, biz-dünya kocaman bir aileyiz. Öyle bir durundayız ki, şimdi, kendi yazdığımı bile sindiremiyor, gerçekliğini, doğruluğunu algılayamıyorum. Tıpkı, o şaşalı reklam tabelalarındaki kapitalist sloganlara benziyor sanki bu tümceler. Çok klişe. İnanmak, benimsemek gelmiyor içimden… Kendimi kandırdığımı düşünüyorum. Belki de tıpkı tanımı gibi bir sözcüktür aile…
‘…aile: karı, koca ve çocuklardan oluşan TOPLUMSAL bir topluluktur.’
Tanım gayet basit algılansa da, bu küçük topluluk aslında ‘TOPLUMSAL’ bir topluluk. Yani bütün dünyanın ve ırkların kardeşliğini basit ve açıkça ifşa eden bir tanım. Yani aynı soydan gelmek ya da bir ereğe göre: ’bir-araya gelmiş insanlara da aile denir.’
Hiç dikkat ettiniz mi bilmem.’Bir-araya’ gelmek sözcüğü ayrı yazılınca (‘bir araya’) sanki bir aralıkta, bir bölümde toplanmış gibi. Sözün kısası, gerçekten bir oyunun içindeyiz. Bir-arada yaşamanın bir anlam yitimine uğratılıp, ‘bir arada’ yani hepimizin aynı anda, aynı yerde toplanmış olup, üzerimize atılan ağın içinde kurtulmak için çırpınışımızla başkalarını imha etmemizi sağlamak için tasarlanmış bir yer. ’Bir ara…’ İşte bu arada iplerle bağlanmaya çalışılan hatta bir kısmımızın iplerini elleriyle verdiği bir sahne! Yalancı tarihin yüksek sanılan ama çukuru anımsatan infaz sahnesi… Viktor Hügo: ”onuru kalmadığı zaman aile yoktur.” der. Yoksa dünyayı bir yana bırakalım, bizim ülkemizde toplumsal topluluk diye, adlandırılan aile olgusu, onurunu yitirdi mi?
Her gün birileri ölüyor-öldürülüyor. Dağlarda olsun ister sokakta… Sebebi ister siyasi olsun, ister başka bir şey… Bizler birbirimizi öldürmeye can atan katiller! Biz silahımızı bir başkasının alnına dayarken, bize alkış tutanların bizden daha cani olduklarını biliyorum. Yani hep bir oyun, hep bir sahnedeyiz. Hele bizim ülkemizde… Gerçi bu şekilde bir cümle hiç kurmak istemem… ’Bizim ülkemizde’…acaba gerçekten bizim mi? Uğruna farklılıkları neden saydığımız insanları öldürdüğümüz bu ülke… Bizim mi? Bütün bu savaşlar, cinayetler ‘bizim olan’ adına mı? Saçma!
İşin ilginç yanı, bütün bu olanların anlamsızlığını iktisat, siyaset, din gibi dünya borsasını bir-iki dolar yükseltip-alçaltan değerler adına yapıyor olmamız. Belki de en çok aile olduğumuzu düşünürken yapıyoruz bunları. Tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi… Öldürmüyor, katlediyoruz kardeşlerimizi! Bernanos :”aileler beni korkutur.”der. Belki de bu yüzden… Dünya vatandaşlığının sınırını çiziyoruz. KANIMIZLA… KANLARIYLA KARDEŞLERİMİZİN. Ve bunu yasal mermilerle yapıyoruz. Üniformalı kaypak duruşmalarla yargılamıyoruz-infaz ediyoruz. Pasaportlar, diller, dinler, ırklar… Labirent gibi… İçinde birbirimizi sırtından vurmak için kovaladığımız, çığlıksız koşuşturduğumuz bir labirent. Böyle giderse, belki yine kafatası ölçmeye başlarız… Hatta kast sistemini de mi uygulasak? Daha da ileri gitmeliyiz belki, kalıtım ve genlere de bakmalıyız… Bu sayede yeni cinayetler, yeni savaşlar için dünyadan silinecek, katledilerek öldürülecek ‘klan’ yani, yeni bir nesil, yeni bir ırk daha yaratabiliriz..
Doğruyu bulmak, onu kanıtlamak… Doğrunun doğruluğunu kanıtlayabilmek için bile yanlışa dar ölçülerde dahi olsa ihtiyacımızın olduğu doğru. Fakat bir başaksını sözün gelişi yaşatabilmek için, mide bulandırıcı bir sineğin hayatını bile sonlandırmaya hakkımızın olmadığı da bir doğru. Çünkü sinekle ortak bir noktamız var! Aynı pislik dünyada, aynı derecede pay sahibi ‘OLMUŞ OLMAMIZ.’
-Yaşamak ve var olmak ortaklığımızdır, özgürlüğe ihtiyaç duyduğumuz oranda.- Her şey çok değil, biraz düşününce çıkıyor ortaya. Desenize, bu yüzden düşünmek suç bu ülkede! Belki de kardeşliğin tanımını değiştirmeliyiz. Şöyle mesela:
-‘Bir bütün oluşturamayacak bir biçimde yan yana gelmiş öğelerin toplamı.’
-‘Bir-yapılı olmasa da bir bütün olma zorunluluğu.’
İşte bana göre kardeşliğin yeni tanımı bu. Fakat bizde yeni bir kısırdöngü olmayan bu durum, namluya endekslenmiş kırmızı ve can alıcı bir çekirdeğe saplanan kıskançlıkla doğru orantılı.
Aslen Pakistanlı, Ermeni kırması bir Kürt ve yıllardır bu ülkeye emek vermiş Türk bir ailenin ferdi olarak, hep şunu düşündüm: ’-niçin-ne için bu gürültü, bu cinayetler, adaletsizlik ve düzenin düzensizliği? -NEDEN?’diye.
Birbirine değmeden yürüyen insanlar istasyonlarda, sokaklarda… Her yerde beraberiz. Peki ya, şimdi? Hala böyle miyiz? Sokaklarda çarpıyor gözüme. Oysa o kadar da eski değildi, birbirini tanımadan selamlaşan insanların var olduğu, beraber yaşadığı zamanlar…’Bu ülke bizim!’ Bu ülke hangimizin? Şu toprağı üzerinde yaşayanlara kendi avuçları dolacak kadar bölüştürmeye kalsak, kime yetmeyecek? Hangimizi kimin dili, dini, ırkı, cinsiyeti, tercihi neye dayanarak, neden rahatsız ediyor? Kadere inanan insanlar, belki bu düzenin tanrı tasarısı olduğuna da inanıyor olmalılar. Peki, bu düzeni kuran, tasarlayan, yürüten nasıl bir tanrı? Ellerimize alabildiğimiz, aklımızda bozup bozup yeniden dizayn ettiğimiz bir tanrı mı? Bedenlerimizi ruh ve maddeden yaratan bir tanrının olmadığı kesin! Eğer beni duyuyorsa şunu da bilsin: Tanrım bu dünya bir tasarım hatası!
Kuramların sonsuzluğa binen anlamları çoğaltılıyor. Irkları yüceltmenin altında yatan kişilik bozukluğunu yine kişisel zaaflarıyla büyütenler ‘aile olma’ kavramını, kardeş inançlılığımızı parçalamaya çalışıyorlar. Farklı tanrılara, ideolojilere inanıyor olmamız mı bozuyor birlikte yaşayabilme uyumumuzu? Belki sorulacak çok şey var ama ağzımızda tutuklanıyor, sorgulanırken ruhlarına tecavüz ediliyor kelimelerin, haklı sözlerin. Peki ya , NEDEN?! Bir şeyin oluşumunu sağlayan ‘neden?’ Bir sonucu yaratan, var eden ‘neden…’
Çocuklarımız, kardeşlerimiz ölüyorlar. Bu acıklı ama alışa geldik tümceyi tek taraflı kurmuyorum. -BUNUN MÜEBBET BİR SUÇ OLDUĞUNU BİLEREK! Dünya’nın büyük bir aile ve herkesin kardeşi olduğuma inandığım için bu cümleyi daha farklı olsun diye, tek taraflı yazmıyorum. Yazamam da. Birkaç dolar daha fazla kazanmak için ‘bize göre demokrasi’ fikrini benimsemiş olandan nefret ediyorum! Türk, Kürt, Ermeni ve dahası olmanın günahı boynuma… Öyle ki, eğer bu suçsa, ben suçumu kabul ediyorum. İnsanların din, dil ve ırkları farklı diye, kopan bu kıyamet tanrının tasarısı değil, bunu biliyorum. Çünkü tanrı da bir tasarı… Faşist tavrı kendine layık ve yıkıma eğilimli hiçbir düzen ya da gizli güç halkların kardeşliğini bozamayacak. Evet, belki bizde ölen-öldürülenlerden olacağız. Ermeni olduğu için öldürülen Hrant’dan, arabası havaya uçurulan bir Mumcu ya da edebi gücü yüzünden yakılmaya kalkışılan bir Nesin gibi… Belki de, ”Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek gerek.” Ne kimin hakkıdır?’ -Bilemem… Emeğin ölçüsü bazında herkese hakkı verilmeli. Fakat yaşamak ve özgürlük yalnızca kavramsal olarak değil, her anlamda her insanın hakkı. Bizler hala iç içe yaşayan insanlarız. Bütün hanım teyzeler hala komşuya seslenir, “gönder artık bizim çocuğu, geç oldu” der. Emekçi, burjuva… Hala beraberken, ÖLMESİN KARDEŞLİĞİMİZ! Sınırlarda atılan her kurşunu kendimize sapladığımızı bilerek ve birilerinin kazançları uğruna kardeşlerimizi katletmeyi kabul etmemek için “SAVAŞA HAYIR!” demeyi öğrenelim. ÖLMESİN KARDEŞLİĞİMİZ.
Ayfer Feriha Nujen
Bir cevap yazın