Yağmurlu bir sonbahar akşamında, iskelenin en ucuna bacaklarını toplayıp oturmuş genç bir kız içini çekti ve neredeyse bağırarak “Ben şimdi nasıl yaşayacağım?” diye denize sordu. Deniz bir iki dalgalandı, ses etmedi. Ne desin bilemedi. Kim bilir kaçıncı kez bu ve bunun benzeri şeyler duymuştu, ne dertler dinlemişti insan denilen canlıdan. Kederli genç kızdan bir haykırış daha geldi. “Ben şimdi ne yaparım?” Tepesinde çığlık atan martılara kafasını kaldırıp baktı. Yüzüne düşen yağmur damlalarına, gözyaşları karıştı. Kavga etti bet çığlıklar atan iri kuşlarla. “Susun be, susun” dedi. Yüksek sesle ağlamaya başladı. Tüm bu olanlara tanık olan sadece martılar ve deniz değildi. Biraz arkasında duran seyyar satıcı yaşananları merakla seyrediyordu. Genç kızın o an hiçbir şey umurunda değildi. Ne izlenmesi, ne ıslanması, ne de yarın ki matematik sınavının hiçbir önemi yoktu onun için. İstediği tek şey aralarının açıldığı sevgilisinin şimdi, şu anda, onu aramasıydı. Kendi kendine söz verdi. “Bir daha asla ve de asla onu üzmeyeceğim, asla ve asla kapris yapmayacağım, Allah’ım yemin ediyorum ne olur Allah’ım, sana söz yapmayacağım. Lütfen arasın, yalvarırım.”
Birden iki eliyle sımsıkı tutup, göğsüne bastırdığı telefonu çaldı. Heyecandan başı döndü. Tahta zemine tutundu. “Efendim anne? Tamam, geliyorum birazdan. Gitti Ayşegül. Canım sıkkın, ben denizi falan seyrediyorum biraz. Tamam dedim anne, gelicem.” Gözlerini kırpıştırıp, havalara baktı. Yanaklarını şişirip, ofladı. “Üşümüyorum anne, geliyorum, tamam dedim bağırma.”
Telefonu kapadı. Ayağa kalktı. Etrafına bakındı. Hâlâ gözlerini kırpmadan kendisine bakan seyyar satıcının yanından geçerken, nemli saçlarını savurup, yürüdü. Kaygan, ıslak iskelede ayağı kayıp sendeleyince daha da sinirlendi. Topuklarıyla yere vurup tepindi. Adamın ardından “Allah akıl, fikir versin” dediğini duymadı. Telefonunu kontrol etti. Deniz kenarından ana yola çıkmadan önce durdu. Dayanamadı. Sevdiğini o aradı. Derin bir nefes aldı. Boğazını temizledi. Çalan telefonun açılmasını olduğu yerde sürekli hareket ederek, heyecanla bekledi. “Levent naber? Ya bak, yani, şey, hani bugün biraz kötü olduk ya hani, ben üzülüyorum yani, çözebiliriz anladın mı?” Esen rüzgârı ters yönüne alıp, titreyen sesine hâkim olmaya çalıştı. Cevabı beklemeden devam etti. “Şimdi bak, ben sana tabii ki de Nur’lan küselim demiyorum ama fazla samimisin, ondan rahatsız oldum yani, sevmiyorum o kızı, tamam ama anla işte yaa, üzüldüm yaanii.” Levent’in söylediklerini dinlerken, serin havada tüm bedenini ter bastı. Dişlerinin arasındaki tellerden tükürükler saçarak gülmekle, ağlamak arasında tuhaf sesler çıkardı. “Tamam, ben de biliyorum yarınki sınavı, ben seni daha fazla rahatsız etmeyeyim. Çalış sen tabii. Nur’lan sana mutluluklar.”
Önce hızlı adımlarla yürüdü, sonra var gücüyle koşmaya başladı. Bir an önce eve gidip annesiyle tartışacak, kendisini odasına kapatacak, bir lokma bir şey yemeyecek, hiç durmaksızın ağlayacak, ara ara sosyal paylaşım sitelerinden aşk, ilişki ve arkadaşlık üzerine malum kişilere öfke dolu göndermeler yapacaktı. Yapacaktı. Eğer karşıdan karşıya geçerken iki yanına daha dikkatli baksaydı. Eğer o beyaz araba hızla gelip genç kıza çarpmasaydı, yarınki sınavdan yüksek ihtimalle kırık not alacak, belki sevgilisiyle barışıp, belki ayrılacak, aşk acısı çekecek, dağılacak, kim bilir daha neler neler olacaktı. Olacaktı. Eğer karşıdan karşıya koşarak geçerken araba çarpmasaydı hayat onun için bir şekilde devam edecekti. Vuran şoför, annesinin ve babasının kaza yerine geldiklerinde, kızlarının yerde yatan, gazete kâğıdı örtülü, kanlı cesedini gördüklerinde, içleri acıtan ağıtlarını, çığlıklarını ve dövünmelerini duyabilseydi eğer, korkuya kapılıp, telaşla kaçıp, gidemezdi. En azından hemen, o an ambulans çağırıp, kızın hayatta kalma şansını arttırabilir, onu bir ömür boyu yargılayacak vicdanına karşı gönül rahatlığıyla hesap verebilirdi.
Bayat balıkları ahşap el arabasına teknelerden yükleyip, ucuz birahanelere satmak için götüren seyyar satıcı, yolun deniz tarafından birkaç dakikada cereyan eden olayları şaşkınlıkla izlerken, kasketini başından geriye doğru itip, kel kafasını kaşıdı ve “Yazıktır be, günahtır. Gitti gencecik kız.” dedi.
KAZA – Tuba Kır
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
En Çok Okunanlar
Son Yorumlar
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Songül
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Suzan Tokmak
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Ceren
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Latife
- SESSİZ ÇIĞLIK PERDESİ:BİR AVAZDA-ENGİN DAL(SESLENEN ADAM) için Hazal
Bir cevap yazın